En güvenilir limandı
Uğur Mumcu’yu ilk subaylık günlerinde tanıyıp, ömür boyu dostluğunu koruyan, pek çok konuda haber kaynağı olan, pek çok haber kaynağıyla tanıştıran Melih Yüzbaşıoğlu ile Cumhuriyet Ankara Bürosu’nda konuştuk...
Mustafa Balbay- Mumcu ile ne zaman, nasıl tanıştınız?
Mehmet Barlas’ın TRT Genel Müdür Yardımcısı olduğu dönemde Ankara’daki evinde tanıştık. Barlas, Uğur Abi’nin diliyle liboşluğa evrilmemişti, devrimci Mehmet’ti...
- Gazeteciğinin ilk yıllarından beri dosttunuz...
Ankara’da Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı İrfan Özaydınlı’nın emir subayıydım. Uğur Abi de İrfan Özaydınlı Paşa’yı Eskişehir Bölgesi Sıkıyönetim Komutanlığı döneminde izlemiş. Din simsarlarına karşı tek yönetim gösteren İrfan Paşaydı. Sonradan Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde Hava Kuvvetleri Komutanı olmamasının nedeni bu tavırlarıydı. İki sene sonra Ecevit, İrfan Paşa’yı partiye davet etti. 1978 Ecevit hükümeti döneminde İçişleri Bakanlığı yaptı. Uğur Abi ile İrfan Paşa’yı tanıştıran benim.
- Siz Uğur Mumcu’nun gazeteciliğine pek çok alanda tanıklık ettiniz...
Bire bir tanık olduklarım var... Özellikle Hava Kuvvetleri’nde bir alım yolsuzluğu olmuştu. İşin şahidi olan Albayla Uğur Abi’yi buluşturdum. MİT Müsteşarı vardı 1970’lerde Fuat Doğu. Oğlu Zafer sınıf arkadaşımız Harbiye’den. “Babamı 65 yaşında emekli edecekler, nüfus kâğıdını değiştirmek istiyoruz” dedi. Uğur Abi’yi aradım. “Fuat Doğu, yaşını küçültüp görev süresini uzatmak istiyor” dedim. Ertesi gün yazdı...
- Uğur Mumcu’nun güven veren kişiliği sanki başlıca haber kaynağı, ne dersiniz?
Uğur Abi’ye yardım etmekten büyük onur duyuyordum. O bizim en güvenli limanımızdı... 1970’li yıllardan Uğur Abi’nin katledilişine kadar, pek çok insan vardı ona bilgi veren...
- Aradan yıllar geçti, şimdi açıklamakta sakınca görmediğiniz anılarınız var mı?
Abdi İpekçi öldürüldü... Polisten haberler İçişleri Bakanı Emir Subayı kimliğimle ilk önce bana geliyordu. İlk işim Uğur Abi’yi aramak oluyordu...
- İlk Uğur Mumcu’yu?
Bakana da aktardıktan sonra o dönem hedefte olan Uğur Abi’ye, Örsan Öymen, Mümtaz Soysal’a koruma gerektiğini konuştuk... Uğur Abi’ye koruma verildi. Bir gün Uğur Abi aradı, gittim... Kapıda şezlongda yatan bir adam. Bekçi, koruma verilmiş. Uğur Abi dedi ki: “Hasta... Süt verdim, istirahatte... Teşekkür ederim gönderdiğin koruma için...” Hafiften de gülümsüyordu. Bekçi, Uğur Abi’nin bakımında...
- Uğur Abi bekçiyi koruyup kolluyor, hastalıktan falan...
Öyle oldu...
- Şunu da konuşalım; Uğur Abi korunabildi mi?
Korunamadı... O bekçi gitti, başka bir polis geldi. Gelen polis Pol-Bir’li. Gelen polis bir ay sonra Uğur Abi’ye demiş ki, “Ben ülkücüyüm ama, sizi tanıdıktan sonra fikrim değişti.” Uğur Abi’yle bizim bir de Ankara’dan Ayvalık’a seyahatimiz var. O patlatılan aracıyla beraber. Hergün gazetesi neredeyse her gün Uğur Abi’nin fotoğrafını yayımlıyor, evinin krokisini veriyor. Adresi de oluyordu...
KASKETİN SIRRI
- Hedef gösteriyordu... Kaç yılı?
12 Eylül civarı... Uğur Abi de bir kasket almış. Yola çıkarken onu taktı, “Faşizme karşı korumam kasket” diye gülüyordu. Kasketi gözlerinin önüne indirerek takıyordu. Bir benzincide durduk. Adam Uğur Mumcu’ya baktı, “Aaa hoş geldiniz, nasılınız” dedi. Uğur Abi adamı selamladıktan sonra bana döndü, “Faşizme karşı şapkanın da faydası yok” dedi. Uğur Abi’nin en büyük korkusu demeyeyim ama üzüntüsü, kendi ifadesi ile arabada çoluk çocuk varken bir saldırıya uğramaktı. Bunu bizzat birkaç kez kendisinden dinledim. O nedenle her zaman için arabaya önce kendisi biniyordu... Abdi İpekçi’nin ölümünden sonra babadan kalma bir silahı varmış. Ona ruhsat almak istedi. Ankara Emniyet Müdürü’ne gittik, Ercan Belen’e. Uğur Abi’nin ruhsatını çıkarttık. O günlerdeki yazısında “Ne günlere kaldık, kovboy gibi olduk” diye yazdı.
Yıllar sonra, katledilişinin ardından o silaha ruhsat çıkartılmasını da maalesef yine ben aracı oldum. Oğlu Özgür’ün üzerine yaptık.
- Uğur Mumcu’nun silahı oğlu Özgür Mumcu’nun üzerinde...
Emniyet Müdürlüğü’nde kaydedilirken, “Vefat eden Uğur Mumcu” diye yazmışlar. Güldal Mumcu müdahale etti, “Vefat etmedi, katledildi, öyle yazın” dedi. Özgür’ün doğumunu anımsıyorum, küçük bir Uğur Mumcu vardı kundakta. Daha sonra Özge doğdu. Ben de kızıma Özge adını koydum.
- Uğur Abi’nin mizah ustalığına siz de tanıklık ettiniz tabii...
Sakıncalı Piyade’yi yazmadan önce ondan çok dinledik. Tam bir acıklı güldürü. Askerlik bittikten sonra Uğur Abi, Milli Savunma Bakanlığı’nı mahkemeye verdi. Bakanlık da kendine göre niye yedek subay değil de er olduğuna dair açıklamalar yaptı. Uğur Abi’nin orada bir sözü var “Eğer orgenerallikten emekli olup holdinglere yönetim kurulu üyesi olmaktansa piyade er olarak askerlik yapmak benim için daha büyük bir şereftir” demişti. Bunu her duyarlı subay, astsubay defterine yazmıştır.
- Devletin dahi üzerine gitmediği, gidemediği olayların üzerine gidiyordu...
Uğur Abi’nin girmediği konu olmadı. Apo’nun karısının babasının MİT’te çalıştığını ortaya çıkarmıştı. Biliyorsunuz, o çalışması bitmedi... Bitiremediği, daha doğrusu başlayamadığı bir çalışma daha vardı. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Moskova’ya gelip, yerinde gözlemek, dağılma nedenlerini yazmak istiyordu.
- En son üzerine gittiği olaylardan dönemin Milli Savunma Bakanı Ercan Vuralhan’la ilgili yolsuzluk dosyasında da ona yakındınız değil mi?
Uğur Abi, Özal hükümetinin Milli Savunma Bakanı Ercan Vuralhan’la ilgili bir dosya açmıştı. Zırhlı arabayla ilgili bir yolsuzluk olayı... Benim Uğur Abi’yle dostluğumu bilen Ercan Vuralhan’ın arkadaşı çiçekçi bir hanım vardı. “Uğur Bey’le aramızı yapsın, Melih Bey ne istiyorsa Milli Savunma’dan veririm diyor” dedi. Ben bunu Uğur Abi’ye anlattım. Uğur Abi bir başka açıdan mutlu oldu. Haber geliyordu!
O hanım Uğur Abi’ye, “Türkiye’de herkes her şeyi yapıyor, niye Ercan’ın üzerine bu kadar gidiyorsunuz” dedi. Uğur Abi, gayet sakin bir şekilde, “Ben gitmiyorum, kendisi getiriyor” dedi. “Ama Ercan’la görüşseniz” dedi. Uğur Abi, “Ben neyi görüşeyim?” dedi. “O zaman Melih Bey görüşsün” dedi. Uğur Abi, “Melih git bakalım” dedi. Ercan bana, ne kadar Ecevitçi olduğunu anlattı. Ben Uğur Abi’ye gidip görüşmeyi anlattım. Aradan üç gün geçti. Özal sağına Ercan Vuralhan’ı almış, solunda görüşme yaptığı gazeteci. Özal diyor ki, “Benim bakanım böyle bir şey yapsa, kulağından tutup hemen atarım. O Uğur Mumcu’nun yalanı’ diyor. Uğur Mumcu da ertesi gün açıklama yaptı, “Sen bana aracı göndermedin mi Ercan” dedi. Ercan da “Hayatımda kimseyle görüşmedim” dedi. Uğur Abi, “Bu durumda senin adını vereceğim” dedi. “Ver abi” dedim. Uğur Abi, “Ben her şeyiyle güvendiğim bir kişi olmasaydı, Melih Yüzbaşıoğlu ile oraya gitmezdim” dedi. Ertesi gün benim fotoğrafımı bulmuşlar muhtarlıktan. “İşte kilit adam” diye başlık attılar. Ercan Vuralhan, Uğur Mumcu’yu mahkemeye verdi, yalan haber diye. Ben de şahit olarak mahkemeye gittim. Görüşmeyi anlattım, “Bana iş teklif etti” dedim. O zaman da ticarete yeni başlamışız. Ertesi gün maliyeciler geldi büroma.
ÖNCE MUSTAFA KEMAL...
- Zaten hep öyledir...
Daha sonra Ercan Vuralhan ne yazık ki boğazı kesilerek öldürüldü...
- Uğur Mumcu öldürüldüğü gün Moskova’daydınız. Orada nasıl yankılandı?
Katledilişinin ertesi günü Rus televizyonlarında dakikalarca gösterildi. Ona Moskova’dan bir kalpak getirmiştim.
- Uğur Mumcu’ya bir hayranlıktan öte tam bir bağlılık görüyorum sizde...
Uğur Abi 1942’li, ben 49’luyum. Üçüncü, dördüncü görüşmeden sonra abi demeye başladım. Bir hayranlıktı benim için... Öncelikle askerliğini er olarak yapması, bunu onurla taşıması bir hayranlık uyandırdı. Bizlerde tam bir Mustafa Kemal’in askeriyiz duygusu vardı. Uğur Abi de bunu en iyi yansıtandı. O bir sosyalist olabilir ama, önce Mustafa Kemal’di.
ONA YARDIM, ÜLKEYE HİZMETTİ
Uğur Mumcu’nun TBMM Kütüphanesi’nden en etkin yararlanmasını sağlayan kişi dönemin kütüphane müdür yardımcısı Ali Rıza Cihan’dı. Cihan’la o günleri konuştuk...
- Mumcu’nun ikinci adresi Meclis kütüphanesiydi. Onunla nasıl bir bağ kurdunuz?
1960’lı yıllarda tanıdım. Kayınbiraderim Güven Tekinsoy’un Ulus Devrim İlkokulu’ndan sınıf arkadaşı... Uğur herhangi bir konuyu araştıracağı, kitap yazacağı zaman mutlaka belgelere dayalı olmasını isterdi. Bir kaynağa ulaşsa bile mutlaka doğrulatmak ister. Meclis Kütüphanesi Fransız Komünist Partisi yayın organından Takvimi Vakayi’nin tüm sayılarına kadar çok zengin bir içeriğe sahip. Bana araştırılacak şeyin ne olduğunu söylüyordu. Ben hemen hazırlıyordum. Gazete, dergi, kitap ne olursa...
- Herkese böyle yardım etmeniz zor...
Elbette mümkün değil. Düşünsel olarak da çok sevdiğim için her türlü yardımı yapıyordum. Tüm yetkilerimi kullanıyordum...
- Bu ilişki zamanla dostluğa da dönüştü. Kişiliğinden sizde hangi izler kaldı?
Yanar döner olanlara çok kızıyordu. Düşüncesi tam karşısında olana bile, saygı duyardı. Yeter ki kalemini satmasın, inanmadığı düşüncelere kiralamasın. Ama yanar döner olanı affetmezdi...
- Unutamadığınız anılardan Mumcu’yu da tarif edenler vardır. Paylaşır mısınız?
Bir gün çok neşeli geldi... “Kahve içelim” dedi. Baki Tuğ’la randevusu varmış. DYP milletvekili, eski savcı... “Birkaç yıldır uğraşıyordum, söz verdi, belgeyi verecek” dedi. Belge de Apo’nun MİT’le bağlantısı...
- Kaç yılı?
1992 olmalı... Kahveyi içtik, gitti... Geldi ama, suratı asık, canı sıkkın... Demek ki dinleyenler dinlemiş, çok canı sıkıldı... Oysa giderken, “Helal olsun, demek ki yurtsever” falan dedi... Konuşmayı dinlemişler uyarmışlar, korkmuş... Bilgi, belge vermeme kararı almış. Giderken öyle neşeli, dönüşte öyle sıkkındı ki, bir meslek ancak böyle bir aşkla yapılır.
- Araştırdığı konuyu yaşıyordu adeta...
Aynen öyle... Akla hayale gelmez belgeler arıyordu. Belge ararken, büyük şevk duyuyordu. Bir konunun peşine düşmüşse bırakmıyordu. Çevresel konulara da giriyordu. Araştırmacı gazeteciliğin simgesiydi... İstese siyasete girerdi... Ama siyasi yapıları da beğenmiyordu... Abdullah Baştürk’le bağımsız bir gazete kurma hevesi de vardı. Gidişten memnun değildi...
SÜRGÜNÜ ENGELLEDİ
- Anlattıklarınız iki mesai arkadaşının anıları adeta?
Büyük onur duyardım ona yardım etmekten. Araştıracağı konuyu önceden haber verirse hazırlar, gelmesini beklerdim. Vermezse hemen hazırlardım. Sonrasını bir kahve içmeye ayırırdı... “Eve de gel” derdi.
- Dostluklar kurmayı da çok severdi...
Arkadaş canlısı, dürüst bir insandı... 1980’lerin başında benim sürgün edilmem gündeme gelmiş. Haberim olmadan engellemiş. Çok sonra öğrendim.
- Bu dostluklardan süzdüğünüz Uğur Mumcu portresinin içine neler koyarsınız?
Söylenmemesi gerekeni ölse söylemez, söylenmesi gerekeni ölse söyler... Sosyalistti, Atatürk’ten söz ederken gözleri çakmak çakmak olurdu. Her şeyi göze alarak ona yardım ettim. Başkalarına da yardım ediyordum ama ona ayrıydı. Omuzlarımdaki bir görev olarak kabul ediyordum. İyi kütüphaneci neyin nerede olduğunu bilir, her şeyi bilmez... Her kitabın en azından önsözünü okurum. Benim için efsane kütüphane müdürü derler... Bir şeyi hemen bilip yerinden getirirdim... Severek, koşarak yapıyordum...Uğur Mumcu’ya hizmet, ülkeme hizmet diye düşünüyordum. O bireysel çıkarları için ya da sermaye gruplarıyla değil, ülkenin emekçileri için çalışırdı...
- Verdiğiniz bir bilgiyi gazetede görünce ne hissederdiniz?
İnanılmaz bir haz duyardım. Muammer Aksoy da Meclis’te görev yaptı. Ona yardım etmeyi de çok severdim.
- Uğur Mumcu, Aksoy’u çok severdi...
Sevilmeyecek insan değildi... Ülkesini çok severdi...
- Prof. Aksoy öldürüldükten sonra onun da tehdit altında olduğu bir gerçekti...
Başına geleceği tahmin ediyordu... Tahmin değil, biliyordu... Canı pahasına inançlarından vazgeçmedi. Başına geleceğin bir tek gününü bilmiyordu...
- Tehlikeli bir bilgiye ulaştığında siz tedirgin olur muydunuz?
Hiç olmazdım. Aklımdan geçmezdi. Bilirdim ki Uğur onu mutlaka yazacak. Ne pahasına olursa olsun... Hiç olumsuzluk aklımdan geçmedi. Hiç yılmazdı, iyi irdelerdi... Bilgi belge gücüyle konuşurdu...
- Meclis Kütüphanesi’nden yararlanma sıklığı nasıldı?
Ayda ortalama 2-3 defa... Bir şeyi araştırıyorsa daha sık... Her konuyla ilgiliydi... Çok vefakârdı... Kayınbiraderin çocuğunun nikâhına İstanbul’a geldi...
- SÜRECEK -