Emma Stone, Cruella rolüyle sinemaseverlerle buluştu

Oscar ödüllü Emma Stone son filmi “Cruella” ile Hollywood’un zirvesinde kalıcı olduğunu kanıtlamak istiyor.

Emrah Kolukısa

Disney’in yeni filmi “Cruella” 1956 tarihli “101 Dalmaçyalı” romanının ‘kötü’ karakteri Cruella De Vil’in çocukluğu ve gençliğine götürüyor izleyiciyi. Başrollerini Emma Stone ve Emma Thompson’ın üstlendiği filmin yönetmeni ise daha önce “I, Tonya”, “Lars and the Real Girl” gibi filmleriyle tanıdığımız Avustralyalı sinemacı Craig Gillespie. Aslında sinemaseverler Cruella De Vil karakterine hiç yabancı değil; onu daha önceki filmlerde Hollywood’un bir başka usta ismi, Glenn Close canlandırmıştı. Dana Fox ve Tony McNamara’nın senaryosu yazdıkları yeni film Disney’in belki de bu en meşum karakterinin nasıl bir başlangıç hikâyesi (hani şu süper kahraman filmlerinin ‘origin story’si) olduğunu anlatan bir ‘prequel’ aslında ve görüyoruz ki -hatta akla biraz Darth Vader’ı da getiren bir şekilde- Estella adıyla dünyaya gelen Cruella aslında ‘kötü’ bir karakter değilken yaşadığı toplumun ve başına gelen trajik olayların bir ürünü olarak o ‘kötülüğü’ sahipleniyor ve daha doğduğu andan itibaren çift renkte olan saçlarının da işaret ettiği gibi içinde barındırdığı iyi ve kötünün kavgasıyla şekilleniyor.

Doğrusu son zamanlarda izlediğim büyük bütçeli ve iddialı yapımlar arasında en çok eğlendiğim, zamanın nasıl geçtiğini hiç fark etmediğim nadir filmlerden biri oldu “Cruella”. 1950’lerde başlayan ve ilk 15 dakikası Cruella’nın çocukluğuna odaklanan (bu kısımlar hızlı kurgusu ve özellikle Cruella’nın çocukluğunu canlandıran Tipper Seifert-Cleveland’ın oyunuyla seyirciyi kavrıyor) film asıl temposunu 1970’li yılların Londra’sında geçen ve Baroness (Emma Thompson) adlı bir modacının yanında çalışmaya başlayan genç Cruella’yı izlediğimiz bölümde buluyor. Emma Stone ve Emma Thompson’ın çok belirgin karakter özelliklerine rağmen (örneğin Thompson narsisist, muktedir ve haris bir kadın ve bunun ötesinde fazlaca bir derinliği olmayan bir karakter) nüanslara yükledikleri anlamlarla zenginleşen oyunculukları filmi sırtlayan unsurlardan biri oluyor şüphesiz. Total Film dergisine verdiği söyleşide şöyle anlatmış Emma Stone filmi: “Kendilerini çok farklı şekillerde ifade eden ama sonuçta kendi kaderlerini kendi ellerinde tutan iki güçlü kadın hakkında bu film. Onlarla ilgili en sevdiğim şeylerden biri -ki bunu “The Favourite”da da görebilirsiniz- öyle örnek alınacak kadınlar değiller bunlar, aksine son derece kusurlu ve karmaşık insanlar. Bu da bir oyuncu ve genel anlamda bir kadın için keşfedilmesi müthiş bir şey. Her ikisi de çok karmaşık ve bu da çok insanca. Ama sonuçta bu bir Disney filmi ve insanca dediğim zaman bunda karikatüre kaçan bir unsur var ve bu da işin en eğlenceli yanı. Uzun lafın kısası, ben bunu feminist bir film olarak görüyorum.” 

Feminizm anıştırması boşuna değil Emma Stone’un, zira filmin merkezinde ağırlıklı olarak kadın karakterler var ve hikâyenin dramatik aksı da hep o kadın karakterlerin üzerinden ilerliyor. Erkek karakterler çoğunlukla aksiyonun gerektirdiği yardımcı unsurlar olarak ortaya çıkıyor veya komedi malzemesi olarak devreye giriyor. Baş kadın karakterin aşk yaşamadığı, hatta romantik sayılabilecek tek bir sahnenin bile yer almadığını düşünürsek; filmde rol alan köpeklerin erkek karakterlerden daha önemli işlevlerini olduğunu söylemek yanlış olmaz. Köpekler demişken; Dalmaçyalı köpeklerin tahmininizden daha geri planda olduğunu ve diğer iki köpeğin bir hayli rol çaldığını belirtelim; özellikle Wink’i oynayan köpeğin (ki chihuahua cinsi köpeği filmde Bluebell canlandırırken 4 tane de dublör kullanılmış!) Cannes’da Palme Dog ödülü alması hiç şaşırtıcı olmazdı doğrusu (tabii film Cannes’a katılsaydı, ki bu pek olası değil tahmin edersiniz).

Emma Thompson

Emma Thompson’ın kariyeri artık tartışılmayacak bir yerde; tıpkı Meryl Streep ya da helen Mirren gibi ‘ustaların ustası’ olarak anılması bir zaman meselesi. Öte yandan henüz 32 yaşındaki Emma Stone son yıllardaki istikrarlı gidişiyle kuşağının öne çıkan kadın oyuncusu olmayı başardı ve Jennifer Lawrence, Margot Robbie gibi isimleri geride bırakarak Hollywood’da zirveye çıktı. Onun başlangıç hikâyesi 2004’e kadar gidiyor (bir reality show’da yarışmacı olarak ilk kez çıktı izleyici karşısına) ama ilk önemli çıkışını yaptığı film olan “Easy A”nın tarihi 2010. kariyerinin buraya kadarki ilk bölümündeki gençlere yönelik romantik komedilerde rol alan Stone 2011 tarihli “The Help” ile daha dramatik ve yetişkin rollere geçiş yaptı. Daha sonra üst üste iki “The Amazing Spider-Man” filminde genç Peter Parker’ın sevgilisi Gwen rolünü canlandırarak ününü global anlamda pekiştiren Stone ilk Oscar adaylığını ise Alejandro Gonzalez Inarritu’nun “Birdman” filmindeki performansıyla aldı. Aynı yıl Woody Allen’ın filmi “Magic in the Moonlight” filminde de rol alan genç oyuncu Hollywood’daki bir başka önemli aşamayı da (bir Woody Allen filminde rol almak) böylece atlatmış olacaktı.

2015 yılında Broadway sahnesindeki bir müzikalde rol alan Stone aynı yıl bir kez daha Woody Allen’la çalıştı ve 2016’da kariyerinin bir başka kırılma noktasına denk gelen “La La Land”i çekerek nihayet ilk Oscar ödülünü kazandı. Venedik Film Festivali’nde de En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Stone artık popülerliği kadar yeteneği de tescil edilmiş bir oyuncuydu. Başrollerini Olivia Colman ve Rachel Weisz ile birlikte paylaştığı Yorgos Lanthimos imzalı art-house filmi “The Favourite”de rol alması hiç kimseye şaşırtıcı gelmedi bu yüzden; o artık Hollywood’da olsun olmasın istediği rolde oynayacak denli kariyerini sağlama almış bir isim. 

FİLMİN NOTU: 8/10

FİLMİN KOSTÜMLERİ OSCAR'A GÖZ KIRPIYOR

“Cruella”nın en önemli kozlarından biri de göz alıcı kostümleri. 1970’lerin Londra’sında geçen ve ünlü bir modacı olan Baroness ile yine bu alanda bir dahi seviyesindeki Cruella’nın moda ve kıyafetler üzerinden yürüyen düellosunda (ki burada Cruella’nın ciddi bir üstünlüğü olduğunu görüyoruz) filmin kostüm tasarımcısı Jenny Beavan’ın rolü yadsınamaz. Daha önce 1987’de “A Room With a View” ve 2016’da da “Mad Max: Fury Road” ile iki Oscar kazanan ama kariyeri boyunca 10 kez Oscar’a aday gösterilen deneyimli tasarımcı “Cruella” ile bir kez daha bu ödülü alırsa hiç şaşırmamak gerek. Alman punk müzisyeni Nina Hagen’ın bir fotoğrafından esinlendiğini söyleyen Jenny Beavan’ın tasarımlarında dönemin bir başka dahi modacısı Vivienne Westwood’un esintilerinin olduğunu da dikkatli gözler teslim edecektir.