Emin Alper: Yaşadığımız bu sıkışıklık halini anlatıyorum
Emin Alper ile Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı yarışındaki ‘Kız Kardeşler’i konuştuk.
Esin Küçük Tepepınar“Kız Kardeşler” bu sıkışık hayattan sıyrılabilme, bir çıkış bulabilme ihtimaline bel bağlamamızın hikâyesini anlatıyor. Bunu da ‘besleme’ olarak verilen ve yıllar sonra köylerine, yoksul ‘baba evine’ dönen üç kız kardeşin yüzleşmesi üzerinden yapıyor. Yönetmen Emin Alper’in deyişiyle Külkedisi misali debelenen kız kardeşlere nazire masalsı bir atmosfer yaratılmış ama sosyal gerçekçi sert üslup da korunmak istenmiş. Dolayısıyla bir köy romantizmi tuzağına düşülmeden bir mikro kozmos oluşmuş. Berlinale’de Altın Ayı için yarışan filmin dünya prömiyeri önceki akşam yapıldı ve yönetmenin yanı sıra başrol oyuncuları Cemre Ebüzziya, Ece Yüksel, Helin Kandemir, Kayhan Açıkgöz, Müfit Kayacan ve Kubilay Tunçer, görüntü yönetmeni Emre Erkmen, yapımcı Nadir Öperli’nin de aralarında olduğu ekip dünya medyasıyla buluştu. Gala öncesi Emin Alper ile görüştük.
Sarp yollarla ulaşılan bir köy, dağdan inen eşkıya, kapatılmış bir maden, yokluk ve yoksunluk içerisinde yine de mücadeleyi bırakmayan kız kardeşler var, diğer filmleriniz gibi adeta bir mikro-kozmos oluşturmuşsunuz diyebilir miyiz?
Evet aslında diğer filmlerim arasında farklılıklar olduğu kadar bu bağlamda çok benzerlik de var. Sonradan fark ettiğim üzere yine bir mikro-kozmos yaratmışım. “Tepenin Ardı”nda bir vadi ve orada sıkışmış bir aile vardı, “Abluka”da bir mahalle ve burada da bir köy olarak çıkıyor karşımıza. Tam manasıyla çıkamadıkları, kendilerini hapsedilmiş hissettikleri, çıkmak için bekledikleri, dağlarla çevrili kapalı bir dünyada yaşıyorlar.
Adeta bir araf durumu diyebilir miyiz?
Kızlar için doğru bir tanımlama tabii ki, kesinlikle araftalar. Köyden çıkmak istiyorlar ama şehirde gittikleri ailenin tam bir parçası da olamayacaklar. Bir evlilik yapacaklar ama o evlilik hayalleri süsleyen kişiyle değil daha düşük bir statüdeki birisiyle gerçekleşecek. Yani her birisi Külkedisi misali sürünüyor ve mutlu bir sona talip oluyorlar. Doktorun ailesinin yanında çalışacak ama eczacı çırağı ile evlenecek. Yani kurtuluş umuduyla gidilen yerde de çıkışsızlık ortada, orası da bir araf. Köylerine döndüklerinde de mutlu değiller çünkü yaşama alanı çok kısıtlı. Ama umut ediyorlar, bu da iyi bir şey. Elbette 60 ve 70’li yılların köy filmlerinden farklı olarak kadınlar daha dirençle mücadele ediyorlar.
Üç kız kardeşin de farklı arzuları ve hedefleri temsil ediyorlar.
Küçük kız okula girmek istiyor, ortanca düzene boyun eğmek istemiyor, en büyüğü hırslı ve cinselliğini özgürce yaşamak niyetinde, özetle farklı arzularda ama hepsi bulundukları yerden daha iyi bir yere ulaşmak. Kısıtlı seçeneğe rağmen hayatlarının kontrolünü ele almak istiyorlar. Tırmandıkları yerden düşüp yerlere yuvarlansalar da hepsi mücadeleci.
‘Ayak uyduramıyoruz’ Filmlerinizde hep bir sıkışıklık hali ve hissiyatı var. Bir sinemacı olarak kendinizi nerede görüyorsunuz? Film adıyla müsemma sadece kız kardeşlerle ilgilenmiyor, erkeklerin hal ve gidişatına da odaklandığı için şaşırtıyor, özellikle mi böyle bir karar verdiniz? |