Emeğe saygının yerini para ve rant aldığında...
Gezi ile başlayan süreç Soma'daki katliamla elim bir dönemeçten geçti. Polis şiddeti, hukuksuzluklar, baskılar diyorduk bugüne kadar ama bu kez, pek de telafuz edilmeyen vahşi kapitalizm ağı Soma'da ilmek ilmek çözüldü ve "battaniyeye sarılı 301 madenci ceseti" olarak hepimizin yüzlerinde tokat gibi patladı...
Özlem Yüzak/CumhuriyetHer yer Gezi, her yer Soma...Ya da "her yer şiddet, her yer direniş" mi demeli? Gezi Parkı ile başlayan süreç 31 mayısta birinci yılını dolduracak. Film karelerini geriye sardığımızda bol biber gazı ve şiddet, yolsuzluk-rüşvet iddiaları, bol görevden almalar, 'paralel yapılar', her ağzını açtığında öfte saçan ve toplumu bölen bir başbakan, 'devlet şiddeti' gölgesinde kutlanan 1 mayıs emekçi bayramı, Berkin Elvan'ın ölümü ile meydanlara sığmayan, sokaklara taşan yüzbinler, medya üzerindeki amansız baskı, sosyal medya yasakları çıkar karşımıza...
Ve Soma'daki maden cinayeti...Bugüne kadar pek de telafuz edilmeyen vahşi kapitalizm ağının ilmek ilmek çözülmesi ve "battaniyeye sarılı 301 madenci ceseti" olarak hepimizin yüzlerinde tokat gibi patlaması... Emek düşmanı politikalara direnmediğimiz, sağlığımız ve güvenliğimiz için mücadele etmediğimiz için o tokat. Bunu asla unutmayalım...
Soma ilk de değil, tek de değil...Davutpaşa’da ve Ostim’de patlayan onlara işçinin canına mal olan gerçekten “bomba” gibi işyerleri ile kaynıyor Türkiye. Ülkenin dört bir yanında, derme çatma taşeron şirketler, madenlerde faaliyet gösteriyor. En düşük teklifi verdiği için ihaleyi alan, ekipmanı, altyapısı, deneyimi olmayan taşeronlar, bu ülkenin madenlerinde iş yapıyor. Bundan sonra sefer kaç işçiyi ebediyen, toprağın altına uğurlayacağımızı kimse bilmiyor. Sadece madenler değil; inşaatlar, tersaneler ve diğerleri..
Batı kapitalizminden çok farklı bizim gibi ülkelerin kapitalizmi...Modernliğin yok sayılarak kapitalizmin “gericilikle” işbirliği yaparak yükseldiği..Körüklenen tüketimin, kuralsız rekabetin insani duyguları geri plana ittiği... Toplumda saygınlığının fikirlerinle ve dürüstlüğünle değil cebindeki ve bankadaki paranla orantılı olduğu...İşte SOMA FACİASININ asıl nedeni bunlar. Para hırsı öyle noktalara gelmişki işçilerin yaşamını kurtaracak olan gaz maskelerini denemek bile yasaklanmış.
Taşeronlaştırma, kuralsızlaştırma, iş cinayetleri, kar hırsı, sermaye-iktidar-sendika üçgeni yani “ücretli kölelik düzeni” vahşi kapitalizmin doğasındadır. Yalnız Türkiye'de değil tabii.
En pahalı markaların en ucuza üretildiği, insan hayatının değerinin ise, asgari ücretten düşük olduğu Bangladeş örneğin.
2012 yılı sonunda başkent Dakka'nın sanayi bölgesi Ashulia’daki bir tekstil fabrikasında gelen yangında 112 işçi hayatını
kaybetmişti. Aradan altı ay geçmeden yine aynı kentte çoğunluğu tekstil atölyelerinin bulunduğu 8 katlı bir bina çökmüş ve bu kez de 238 işçi yaşamını kaybetmişti.
Soma'ya geri dönersek madende patronun gözü dönmüş kâr hırsı katliam sonucuna götürdü. Sorumlusu vahşi kapitalizm, neo liberal uygulamalar, işveren ve siyasetin bundan beslenmesi. Bir başka ifade ile AKP iktidarının rantçıları aracılığıyla emekçi sınıfı sömürüyor olması.
Peki emekçi sınıfı, sadece Soma'dan değil tüm Türkiye'nin emekçi sınıfından bahsediyorum; bu sömürüye karşın neden sesini çıkaramıyor. Ve biraz daha öteye gidelim. Neden AKP oylarının büyük çoğunluğunu bu sömürdüğü geniş kitlelerden alıyor? Tevekkül? Kadercilik? Cehalet?
Belki tam bu noktada Fransız düşünür Etienne La Boetie'nin 1552 yılında henüz 22 yaşındayken yazdığı ve çağının ötesine seslenebilmiş bir yapıt olan ve Modern köleliği anlatan Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev adlı kitabından bir küçük alıntı yapmakta yarar var:
"Yoksul, perişan ve akılsız halklar, uluslar, kendi yararınıza olanı görmemekte direnen sizlersiniz! Kendi gözlerinizin önünde gelirinizin en önemli kısmından mahrum bırakılıyorsunuz, tarlalarınız yağmalanıyor, evleriniz soyuluyor, ailenizden yadigar kalanlar alınıp götürülüyor. Öyle bir hayat sürüyorsunuz ki, kendinizin olduğunu iddia edebileceğiniz tek bir şeyiniz yok; görünen o ki, malınız mülkünüz, aileniz ve bizzat hayatınız size ödünç verildiği için şanslı olduğunuzu düşünüyorsunuz. Bütün bu zarar ziyanı, bu bedbahtlığı, bu yıkımı üzerinize salan yabancı düşmanlar değil, bir tek düşman, sizin sayenizde o kadar güçlü olan, onun için kahramanca savaşmaya gittiğiniz, onun azameti için kendi canınızı ölüme atmayı reddetmediğiniz. Üzerinizde bu yolla tahakküm kuran bu düşman iki göze, sadece iki ele, sadece bir vücuda sahip, şehirlerinizde yaşayan sayısız insan içinden en önemsizinin sahip olduğundan daha çoğuna değil, sizi yıkması için ona bağışladığınız güçten daha fazlasına sahip değil gerçekten de. Eğer siz kendiniz vermiyorsanız, sizi gözetlemeye yetecek kadar gözü nerden buldu? Eğer sizden ödünç almıyorsa onları, size vurabilmek için nasıl o kadar kolu olabilir? Nereden buluyor şehirlerinizi ezip geçen ayakları, onlar sizin kendi ayaklarınız değilse eğer? Sizin üzerinizde nasıl bir güce sahip olur, sizin vasıtanızla gelen güç haricinde? Size saldırmaya nasıl cüret edecekti, siz ona hiç destek vermeseydiniz eğer? Ne yapabilirdi size, sizi yağmalayan bu hırsıza siz kendiniz göz yummuş olmasaydınız, sizi öldüren katilin suç ortakları olmasaydınız, siz kendiniz olmasaydınız kendine ihanet edenler? O yağmalayabilsin diye kendi ekininizi ekiyorsunuz, ona talan edeceği mallar verebilmek için evinizi kurup döşüyorsunuz; kızlarınızı onun şehvetini tatmin etsin diye yetiştiriyorsunuz; bildiği en büyük ayrıcalığı belki onlara bağışlar diye büyütüyorsunuz çocuklarınızı - onun savaşlarına sürülmeleri, mezbaaya götürülmeleri, onun hırsının kölesi, onun intikamının arayıcıları olmaları için; o keyfine baksın ve iğrenç zevkleri içinde kendini sefahate versin diye bedenlerinizi ağır işlere teslim ediyorsunuz; onu sizi frenleyecek kadar güçlü ve zorlu kılmak için kendinizi zayıf düşürüyorsunuz. Meydandaki en kaba sabanın bile bütün bu hakaretlerden kurtarabilirsiniz kendinizi, denerseniz eğer, eyleme geçerek değil, sadece ÖZGÜR OLMAYI isteyerek. Artık hizmet etmemeye karar verdiğinizde hemen özgür olacaksınız. Ellerinizi tiranın üstüne koyup onu devirmeniz değil sizden istediğim, onu artık desteklememeniz sadece. O vakit, onu seyreden siz olacaksınız, tabanı kopmuş, kendi ağırlığından düşüp parçalara ayrılmış azametli bir heykel gibi!"