Elliot Ackerman CV’sine bak, sanki bir süper ajan romanını oku, sıkı bir edebiyatçı

Onu bu coğrafyaya çeken bir şey var. Sanki 1930’ların Avrupa’sındaki gibi bir hava. Ortadoğu’da bir varoluş krizi yaşandığını düşünüyor. Dünyada bir şeyler olduğu, bir şeyler olacağı ve bunun da bu coğrafyada olacağı fikriyle İstanbul’a yerleşti.

Özgür Mumcu / Cumhuriyet

 

Tanıdığım bir editöre, bir roman yazmak istiyorum dedim. Çok umursamadan beni dinledi. “Kahramanı, çocukluğu İngiltere’de geçmiş bir Amerikalı olacak” dedim. “Üniversitede ABD’nin iyi üniversitelerinden birinde tarih ve edebiyat okumuş olsun. Sonra orduya girsin. Irak’ta savaşsın. Katrina felaketi sonrası New Orleans’ta görev alsın ardından İsrail Lübnan’a saldırdığında Amerikalıların tahliyesinde rol oynasın.” 

Arkadaşımın müstehzi gülümsemeleri ünlüdür, onlardan biri yüzünde belirdi. “Ee, başka ne yapsın senin karakter” diye hafifçe dalga geçti ama yılmadan devam ettim.

“Sonra Özel Kuvvetler’e girsin ve Afganistan’da Afgan Ordusu’nu eğitsin. Bir süre Washington DC’de siyasetle ilgilendikten sonra ise Türkiye - Suriye sınırında bir dernekte çalışsın”.

Müstehzi gülümseme yerini açıktan bir kahkahaya bırakınca eli arttırayım dedim. 

“Yok, bitmedi. İstanbul’a yerleşecek daha, hatta Afganistan savaşıyla ilgili bir roman yazacak ama bir Afgan’ın gözünden. Romanı yayınlanacak. Bir çok ünlü gazete ve dergide de makaleleri çıkacak. Hatta Suriye-Türkiye sınırında geçen bir aşk hikayesini anlattığı bir romanı da yayınlanmak üzere olacak.”

Baktım kahkahası durmuyor “Bak, dinle” dedim “kardeşi de olimpik bir güreşçi aynı zamanda Harvard üniversitesinde matematik hocası”.

Editör arkadaşım artık
dayanamadı:

“Biliyorum heves ediyorsun ama roman yazmak herkesin harcı değil, Allah aşkına böyle gerçek dışı karakterlerle nasıl roman yazabilirsin” dedi. Yüzünden kelimelerini arkadaşlığımızı bozmamak için en hafifinden seçmeye çalıştığı anlaşılıyordu. Beklediğim zafer darbesini vurma zamanı gelmişti:

“Belki haklısın” dedim. “Bir romana uygun bir karakter olmayabilir. Ama bu karakteri uydurduğum anlamına gelmez, çünkü böyle biri var. Adı Elliot Ackerman. Geçen gün tanıştım.”

 

Hakikaten hayat bazen kurguyu taklit ediyor

 Bir ara Ackerman’la konuşurken mevzu oraya geldi. Irak Savaşı’nın en kanlı çatışmalarından ikinci Felluce çarpışmasından bahsediyordu. Bir anda çevresine bakınca kendini Stanley Kubrick’in meşhur “Full Metal Jacket” filminde gibi hissetmiş. Komutasındaki askerlere ateş altında emir verirken kendini klişe bir savaş filmindeki komutan gibi hissettiği de olmuş. “Hepimiz o filmleri izlemiştik, biraz o filmlerdeki gibi davranıyorduk ama öte yandan da ölmemek için o emrin o şekilde verilmesi gerekiyor.” İleride bu çatışmanın filmi çekildiğinde ne çekecekler diye soruyor kendi kendine. “Sanat hayatı etkiliyor sonra hayat tekrar sanatı” diye ekliyor.

Asker olmayı 1998 senesinde aklına koymuş. Üniversiteyi askeri bursla okumuş. Maddi sıkıntısı olduğundan değil, subay olmak için. Hem askerliğe meraklıymış hem de genç yaşta sorumluluk sahibi olmak istiyormuş. 23 yaşında 30 kişilik bir müfrezenin sorumluluğunu alma fikri de onu çekmiş.

Irak, Lübnan, Afganistan derken 8 sene geçmiş. Hayatta başka şeyler yapmak istediğini fark edip askerlikten ayrılmış. Bir süre Beyaz Saray’da bulunmuş. Daha sonra bir  arkadaşının Antep’te faaliyet gösteren yabancı sivil toplum örgütleriyle ilgili bir araştırma merkezinde çalışmak için Türkiye’ye gelmiş. Birkaç ay sonra da bundan yaklaşık bir buçuk sene önce karısı ve iki çocuğuyla beraber İstanbul’a yerleşmiş. Yazarlığa buradan devam ediyor.

 

Bugün desteklediğinizle yarın savaşmanız muhtemel bir dünya

Bu coğrafyada kendisini çeken bir şey olduğunu söylüyor. 1930’ların Avrupa’sındakine benzer bir havadan söz ediyor. Ortadoğu’da bir varoluş krizi yaşandığını söylüyor. Dünyada bir şeyler olduğu, bir şeyler olacağı ve bunun da bu coğrafyada olacağı fikriyle İstanbul’a yerleşmiş. 

Irak savaşının yanlış sebeplerle yanlış bir stratejiyle yürütüldüğüne inanıyor. Bush’un Irak’a asker göndermesi nasıl bir hataysa, Obama’nın askerleri çekmesinin de aynı derecede hatalı olduğu görüşünde. Savaşın başında da Irak savaşının iyi bir fikir olmadığını düşünse de bir savaş varsa ve askerseniz savaşıyorsunuz, diyor.

Ancak savaşın onda bir beyhudelik hissi yarattığını söylemek mümkün. Neticede “Sovyetler’e karşı mücahitleri destekliyorsunuz, o mücahitlerden El Kaide doğuyor. Irak El Kaide’sinin liderini öldürüyorsunuz yerine gelen IŞİD’i kuruyor.”

Orduda çok sevdiği bir subayı Irak’ta Şii direnişçiler öldürmüş. O subayın adı Bağdat havaalanında bir piste verilmiş. Bugün o pistten Şii militanlar insansız hava araçları uçuruyor. 

İttifakların hızla değiştiği karışık bir coğrafya burası. Mesela Suriye için eğit-donat programı hakkında ne düşündüğünü soruyorum. Neticede Afgan ordusunun eski eğitmenlerinden biri. Teknik ve uzun bir cevap vereceği beklentimi boşa çıkartıyor. "Bilmem" diyor. "Bugün desteklediğinizle bir başka gün savaşmanızın muhtemel olduğu bir dünya." 

 

Savaşın çok yerde ne kadar boşuna olduğunu görmüş

Suriye’de Esat’a isyan eden ilk aktivistlerle bir duygudaşlığı var. Çok meşru sebeplerle ve haklı olarak zulme başkaldırdıklarını düşünüyor. “Pişman değiller ama şimdi ülkelerine dönemiyorlar. Bugünden bakınca komik geliyor ama biz de 10 sene önce Irak’a büyük ideallerle, herkesin yararına olacak şeyler yapacağımız inancıyla gitmiştik” diyor. Farklı farklı sebeplerle, farklı yerlerden gelip bir biçimde onların da kendisinin de aynı savaşın gazisi olduğunu düşünüyor.

Fakat aklınıza savaş ve sistem karşıtı pişman bir eski asker gelmesin. Geçmişe göre daha pasifist olduğunu söylüyor ve savaşın çok yerde ne kadar boşuna olduğunu da görmüş. Bunun yanı sıra savaşarak geçirdiği sekiz seneyi kıymetli bir tecrübe olarak gördüğü seziliyor. 

Felluce’de, Afganistan dağlarında, New Orleans’ta yaşadıklarını edebiyatla anlatmayı seçmiş. André Malroux ya da Ernest Hemingway’den bahsetmesi bu sebeple. Didaktik olmadan, olanın anlatılmasıyla da siyasi konuların ele alınabileceğini düşünüyor. 

Ortadoğu hakkında gazete ve dergilere yazdıklarını ise romanları için bir araştırma olarak değerlendiriyor. 

Her ne kadar kendini gazeteci olarak tanımlamasa da röportaj tarzında yani bizde zamanında Yaşar Kemal’in temsil ettiği ekole yakın yazıları yayınlanıyor.

Ackerman’ın annesi de yazar. Bir süre Uluslararası Pen örgütünün başkan yardımcılığında bulunmuş. Edebiyat biraz da aileden geliyor. 

Bir şeylerin olacağını onun da bu coğrafyada olacağını hissediyor sanki. O esnada orada bulunmak ve bu değişim sırasında oluşan “duygusal topografyayı” kaydetmek ve aktarmak gibi bir derdi var. İnsanları, 8 sene içinde bulunduğu “ötekileri” anlama uğraşını, hikayelerini nasıl bir çerçeveden anlatmaya çalıştığı hakkında konuşurken insanın karşısında El Kaide ve Taliban’la sahada çatışmış eski bir özel kuvvetler komutanı olduğunu hatırlaması zor. Zannederim başarısının sırrı biraz da burada gizli. Askerlik tecrübesi onu etkileri geri alınamayacak kadar değiştirmiş fakat o bu değişimi edebiyat ve gazeteciliğe yönlendirmenin yolunu bir şekilde bulmuş.

Sadece insan doğası ve hikayelerden konuşmuyor. Bir ara konu Suriye savaşına geliyor. Meşhur Mit tırlarından haberi var. Sonuçta herkes birilerine cephane gönderdi sence Türkiye’de iktidar haberlere neden bu kadar tepki gösterdi diye sordum. Ketum. “Şayet yardım mesela Nusra’ya gittiyse Batı’dan gelecek tepkiden çekiniyorlardır” diye cevaplıyor. ABD’nin neden aktif olarak Suriye’ye müdahale etmediği sorusuna ise cevabı basit. “Müdahale etmeye en yakın olduğu zaman sarin gazı saldırısının sonrasıydı. Ama siyasi irade oluşmadı. Irak’a kitle imha silahları sebebiyle girmiştik, kamuoyu bu defa da kimyasal silahlar sebebiyle bir Ortadoğu ülkesine müdahale edilmesi fikrine ikna olmadı.”

Neticede CV’sine baktığınızda bir süper ajana, yazıp çizdiklerine baktığınızda ise köklü bir edebi akımın güncel bir temsilcisine benziyor.

Yine o editör arkadaşımla buluştum ve bu fikrimi açtım. “Hemingway’le kıyaslanan aynı zamanda süper gizli ajan olan birinin başından geçenlerin romanını yazayım mı?” diye sordum.

“Hah bu gerçekçi, bundan roman olur” dedi.

Galiba asla roman yazamayacağım. Ama Ackerman yazmış. Belli ki iyi de yazmış.

 

Suriye savaşını anlatan ikinci romanı geliyor

Kitabının adı Green on Blue. Amerikalılar tarafından eğitilen bir Afgan’ın bir Amerikalıyı arkasından vurmasını anlatıyor.  O Afgan’ın gözünden. Onun neden bunu yaptığını ve neden başka türlü davranamayacağını açıklıyor. Kahramanı Afganistan’daki hayatını şöyle özetlemiş: “Militanlar bizi Amerikalılardan korumak için savaşıyor. Amerikalılar da bizi o militanlardan korumak için. Bu kadar çok korunan bir hayat çok tehlikeliydi.” André Malroux gibi “insanlığın durumu”nu anlama çabasında. Kendi deyişiyle “duygusal topografya”yla ilgileniyor. 

Kitabı için the New York Times Book Review, “bir yazar için cesur, bir asker için daha da cesur bir iş yapmış ve düşmanın kültürüne ve ruhuna gerçekten dokunmuş” diye yazmış. Diğer birçok yorum da yazarın empati ve şefkat hisleriyle insanlığı anlama uğraşından bahsediyor. Dolayısıyla Suriye savaşını konu alan ikinci romanı şimdiden merak uyandırmakta.

Malroux, Hemingway, Joseph Conrad ya da başka bir deyişle başkalarının bakış açısını anlatan yazarların geleneğine dahil olmaya itiraz etmezdi gibi geldi bana. 

Büyük değişimlerin yaşandığı, dünyanın sarsıldığı zamanları tam orada gözlemleyip yazmak istiyor sanki. Eleştirilerde Hemingway’e benzetilmesi bundan olsa gerek.

 

Elliot Ackerman’ın Tufts Üniversitesi’nden edebiyat ve tarih lisansı, Fletcher School’dan ise uluslarası ilişkiler yüksek lisansı var. Ortadoğu ve Güneydoğu Asya’da ABD Deniz Piyade Kolordusu’nda sekiz sene görev yaptı. Taliban liderlerini yakalamakla görevli Afgan Komando Birliği’ni Özel Kuvvetler Tim komutanı olarak eğitti. 2004 Felluce çatışması ve Afganistan’daki hizmetleri sebebiyle ABD tarafından Silver Star, Bronze Star ve Purple Heart nişanlarını aldı. Sekiz sene süren askerliği yazar olmak için bıraktı. Bir süre Beyaz Saray’da Obama yönetiminde çalıştıktan sonra İstanbul’a yerleşti. İlk romanı Green on Blue, 2015 Şubat’ında yayınlandı. Roman edebiyat çevrelerinden büyük övgü aldı. Amazon.com’un Şubat 2015 en iyi kitap seçtiği Green on Blue, the Washington Post’un çoksatanlar listesine girdi. Deneme ve makaleleri, The New Yorker, the Atlantic, The new Republic ve Ecotone’da yer alıyor. CNN, MSNBC, Al Jazeera gibi kanallarda ve The Washington Post, The New York Times gibi gazetelerde röportajları yayınlandı.