Eleştirene 'terörist' damgası

'En Alttakiler'in yazarı Günter Wallraff, Doğan Akhanlı davası ve Gezi Direnişi'ne ilişkin görüşlerini Cumhuriyet'e anlattı.

cumhuriyet.com.tr

Yazar ve insan hakları savunucusu Doğan Akhanlı’nın 2011 yılında beraat ettiği, ancak savcının temyiz etmesi sonucu “ağırlaştırılmış müebbet hapis” istemiyle yeniden yargılanmaya başlandığı dava, yalnız Türkiye’de değil, Akhanlı’nın 90’lı yıllardan beri “mecburi yurdu” olan Almanya’da da takip ediliyor. Sürecin takipçilerinden biri de gazeteci-yazar Günter Wallraff.

Akhanlı’ya destek vermek ve 31 Temmuz’daki duruşmayı izlemek için Türkiye’ye gelecek Wallraff, “Türkiye’nin giderek, siyasal haksızlıkların hüküm sürdüğü bir ülkeye doğru evrildiği” görüşünde.

 

Sürgüne mahkûm ediliyor

- Dava sürecini ve Akhanlı’nın yaşadıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yargıtay, Doğan Akhanlı’nın 2011 yılındaki beraatını bozmuş ve bu kararıyla vahim, grotesk bir komedinin sahnelenmesine neden olmuştur. Eleştirel seslerin terörist olarak damgalanması, egemen güçlerin sıkça başvurdukları bir yöntemdir. Üslubu böylesine yumuşak bir insan hakları savunucusu ve yazar olan Akhanlı’ya karşı yapılan tam da budur. Aynı yöntem terör ve şiddetten uzak duran Pınar Selek’e karşı da uygulandı. Oysa düşünce özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı için, vatandaşların yasadışı dinlenmesine son verilmesi ve devletin keyfi uygulamalarına karşı tavır alan bu insanlar, terörist ya da devlet düşmanı değil, yeryüzünün her köşesinde acilen ihtiyaç duyduğumuz aktif demokratlardır.
Doğan Akhanlı kişisel olarak da dostumdur. 2011 yılındaki beraat kararıyla kapanmış izlenimi veren dava, Yargıtay kararıyla yeniden başlayacak. Bu karar onu yeniden sürgünde bir yaşama mahkûm etmeyi amaçlıyor. Onun Türkiye’de kendi anadilinde konuşma, kendi anadilinde itiraz etme olanağı, özgürlük ve diyalog için tarihi sorumlulukların üstlenilmesine çaba gösteren insanları cesaretlendirme ve teşvik etme faaliyeti, böylece sona erdirilmiş oldu.

 

İntikam davası

- Davanın Almanya’daki yansımaları neler? Neler konuşuluyor, yapılıyor?

Doğan Akhanlı, Almanya’da sözüm ona birbiriyle düşman ya da düşmanlaştırılmış halklar arasında diyoloğu sağlamaya çalışan; Kürtler, Ermeniler, Yunanlılar ve Türkler arasındaki var olan nefreti istismar eden ideolojilerin kör ettiği dogmatik eğilim ve çizgilere karşı mücadele eden ve gruplar arasındaki kopukluğu diyaloğla aşmaya çaba gösteren çok akif biridir. Yürüttüğü diyalog faaliyeti, Türkiye’yi şekillendiren 100 yıllık şiddet tarihiyle söz konusu grupların yüzleşmesini önermektedir. Akhanlı, başta gençler olmak üzere, Alman, Türk, Kürt, Ermeni ve Yunanlılarla beraber konferanslar, seminerler, eğitim amaçlı geziler ve buluşmaları düzenlemekte ya da düzenlenen toplantılara eşlik etmektedir.

Almanya’da binlerce kişi bu çabalarından haberdardır. İnsan hakları kuruluşları, basın bu faaliyetlerinden çokça söz ettiği için, Almanya’da kamuoyunun tepkisi bu denli büyük oldu. Sadece yazarları temsil eden kuruluşlar değil, milletvekilleri de davayla ilgili görüş beyan ettiler ki, ona karşı açılan ilk davayı da düşünceleri hoş görülmeyen bir muhalife yönelik intikam davası olduğu şeklinde yorumladılar. Yargıtay kararı, bu yorumu güçlendiriyor ve Türkiye’de yargıdaki güçlü çıkar gruplarının, hem diyaloğu hem de diyaloğa ön ayak olanları yok etme isteğinin bir ifadesi olarak algılanmasına neden oluyor.

 

Siyasal 
haksızlıklar ülkesi

- Pınar Selek davasından söz ettiniz. Buradan hareketle Türkiye’nin son yıllarına ilişkin neler söylersiniz?

Türkiye’deki hemen bütün davaların gözlemcisi olarak, bu davaların saçma ve skandal davalar olduğuna şahit olduğumu ifade etmek isterim. Sanki Türkiye giderek, siyasal haksızlıkların hüküm sürdüğü bir ülkeye doğru evriliyor. Her iki hadisede de sanıkları terörist faaliyetlerinden dolayı zan altında bırakabilecek bir delilin gölgesi, izi bile mevcut değildir. İddianameler işkence altında verilmiş, sonradan yalanlanan “samimi ikrarlara”, şantaj ve baskıyla yola getirilmiş şahitlerin ifadelerine dayanılarak hazırlanıyor. İnsan, sanki bu tür iddianamelerin yüksek makamların arzusu uyarınca hazırlandığı şeklinde bir izlemime kapılıyor.

 

Gezi, Türkiye’nin sembolü

- Bu arada hepimiz için sürpriz bir gelişme oldu: Gezi Direnişi doğdu ve sürüyor. Gezi Direnişi sizce neler ifade ediyor?

Eylemler, henüz doğru dürüst algılanamayan Türkiye’nin yeni bir sembolü oldu. Pek çok kişi gibi ben de olan bitenlerin bu boyuta ulaşabileceğini tahmin edemedim. Ülkedeki bu ayağa kalkış çok belirgindi. Yoksullardan zenginlere, hatta bankacılara kadar toplumun bütün kesimleri arasında bir dayanışma oluştu. Bir araya gelmesi mümkün görünmeyen eğilimler, çoğunluk ve azınlık toplumununa dahil olan insanlar, kendilerini riske atarak, müthiş bir yaratıcılıkla, neşeyle, ironiyle omuz omuza, büyük ölçüde şiddetten uzak yöntemlerle mücadele ettiler. Protesto eylemleri ne liderlere ne de ideologlara ihtiyaç duydu. Kararlarını, forumlar, açık toplantılarda tartışarak aldılar. Kendiliğinden gelişen, çeşitli boyutlardaki sayısız eylem biçimleri, bana 60’lı yılların sonlarındaki kitle hareketlerini anımsattı.

 

İslamiyet, devlet doktrini

- Türk kılığına girerek Almanya’da işçilerin yaşadıklarını anlatan çalışmanız “En Alttakiler” kitabı Türkiye’de de yayımlanmıştı. Bu kez aynı şeyi Türkiye’de yapacak olsanız, hangi konuda araştırma yapardınız?

Çok önem verdiğim iki konu var: Pek çok kişi gibi benim için de önem taşıyan, çok yönlü ve renkli yaşam tarzını tehdit eden, boğmaya çalışan ve bir devlet doktrini haline getirilmek istenen tutucu İslamiyet ilgimi çeken konuların birincisini oluşturuyor. Özellikle kadınlar, azınlıklar, vicdani retçilere yönelik irili ufaklı çirkin tedbir ve uygulamaları iyice araştırmak isterim. Sözünü ettiğim gruplara özel bir yakınlık hissetmemin nedeni, Almanya’da da benzer bir sürecin ve baskıların yaşanmış olmasıdır. Almanya’da da eskiden vicdani retçiler takibat ve kovuşturmalara maruz kaldılar.

Araştırmak ve yazmak istediğim bir diğer konu ise Göbeklitepe ve Çatalcaköy gibi Türkiye toprakları içinde yer alan eski kültürlerdir. Kazılar, eşitliğin hüküm sürdüğü ve egemen güçlerin olmadığı anaerkil kültürlerin varlığını gözler önüne seriyor. Toplumun zenginler ve yoksullar olarak ayrışması tarihsel olarak çok sonraları ortaya çıktı. Bu kültür hazinelerini görmek, yaşamak, yazmak isterim. Büyük bir ihtimalle günün birinde de yapacağım.

Dava sürecinde neler yaşandı?

Doğan Akhanlı’nın uzun ve bir o kadar da tuhaf hikâyesini özetlemek güç: 80’li yıllarda siyasi nedenlerle hapis cezasına çarptırılan Doğan Ahkanlı, salıverildikten sonra 1991 yılında ailesiyle Almanya’ya iltica etti. Ancak 1989 yılında işlenmiş bir cinayet soruşturmasına, 1993 yılında adı karıştı. Hakkında herhangi bir tutuklama kararı bulunmadığından 2010 yılında Türkiye’ye gelen Akhanlı, havalimanında gözaltına alındı ve 4 ay tutuklu kaldı.

Bu sürede gerek Türkiye’de gerekse Almanya’da çeşitli kampanyalar düzenlendi. Dava 2011 yılında beraat kararıyla sonuçlandı. Ancak 2013 yılı Şubat ayında Yargıtay kararı bozdu ve bu kez Akhanlı hakkında “ağırlaştırılmış müebbet hapis” istemiyle yeniden dava açıldı. Günter Wallraff’ın yanı sıra aralarında Alman milletvekilleri, parti temsilcileri, sanatçı ve insan hakları savunucularının da olduğu bir heyet, yarın İHD İstanbul Şubesi’nde bir basın açıklaması yaparak Akhanlı’nın beraatını talep edecekler. Davanın ilk duruşması ise 31 Temmuz’da saat 09.30’da Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde görülecek.