Ekolojik üretim alternatif değil, çare

Ekoloji, alternatif bir hayat tarzı gibi sunulsa da bir seçimden ötesi, artık hepimiz için bir zorunluluk. Çünkü dünyanın sonunu getiren tüketim çılgınlığına karşı bir çıkış kapısı aralıyor. Yeterli üretim desteği sağlanmadığı için "pahalı" bir piyasası var, bunu değiştirmek için bizim "ses"imiz gerekiyor.

cumhuriyet.com.tr

Başlarda adı telaffuz edildiğinde kimse pek algılayamıyordu. Modernliğe kavuşmuş, şehirleri geliştirmek için kan dökülen bir dünyada, kim, neden, doğadan bahsediyordu ki? Şimdi tam tersine modern dünyanın yeni hayat şekli olarak sunuluyor ekolojik yaşam. Hatta üretim dünyasına yön vermeye başladı. Tarım Bakanlığı’nın verilerine göre 2011’de 42 bin 460 çiftçi 225 organik ürün üretti. Üstelik öyle azbuz değil, 2 milyon 905 bin 755 tondan bahsediyoruz. Bu, 2002’de 310 bin 125 tondu. Türkiye’nin ekolojik pazardaki yükselişi ortada. Yine de alınacak çok yol var, çünkü üretimin çoğu ihraç ediliyor. Bu Türkiye’de yaşayanların sağlıklı beslenme hakkından mahrum bırakılması demek. Buğday Derneği’nin ekolojik pazarlarının hedefi bunu değiştirmek. Dördü İstanbul’da, biri Samsun’da olan beş organik pazara 25 Ağustos’ta bir yenisi daha eklenecek: Konya Meram Yüzde 100 Ekolojik Pazarı. Şimdi bir de Bilgi Üniversitesi’yle Ekolojik Girişimcilik Okulu açıldı. Biz de ekolojik piyasayı ve yaşamı, okul sorumluları Bilgi Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Alper Akyüz ve Buğday Ekolojik Yaşam Derneği’nden Güneşin Aydemir, Şişli %100 Ekolojik Pazarlar koordinatörü Leyla Aslan Ünlübay ile konuştuk. Söz önce Alper Akyüz ve Güneşin Aydemir’de...

- Makyajdan oyuncağa kadar çok genişledi ekolojik ürün yelpazesi. Ekolojik pazar sayısı arttı. 25 Ağustos’ta Konya’da Meram Yüzde 100 Ekolojik Pazarı açılacak. Şimdi de Ekolojik Sosyal Girişimcilik Okulu açıldı... Bunlar ekolojinin artık bir piyasa olduğunu gösteriyor. Peki nasıl bir piyasa bu?

Alper Akyüz: Evet, ekoloji artık piyasada göz önünde tutulan ve farklı derecelerde uygunluk iddiasında bulunulan bir piyasa unsuru. Ürünler ve hizmetler tümüyle ekolojik olmaktan çevreye duyarlı olmaya kadar farklı iddialarla, duyarlı tüketicinin gözüne girmeye çalışıyor. Bu arada “temiz kömür” gibi çelişkili, bazen imkânsız iddialar ortaya atılıyor. “Organik”, “doğal”, “ekolojik” gibi sıfatlarla kavram karmaşası yaratılırken ekolojik üretim ve hizmet biçimlerini gerçekten yaşama geçiren işletmecilerse dertlerini anlatamayabiliyor.

Güneşin Aydemir: Ekoloji piyasasından ziyade Ekolojik Yaşam Kültürü terimini tercih ederim. Var olan sistemi dışlamadan, sistemin mekanizmalarının gezegenin ihtiyaçlarını da karşılayacak şekilde dönüştürüldüğü; tüketici rollerimizden sıyrılıp üretimin içine katıldığımız, üretim ve tüketim arasında bir denge oluşturduğumuz ve bütün kültür öğeleri içinde doğanın mekanizmasını örnek aldığımız bir kültür bu. Elbette her kültür gibi her alanda araçları var. Bütün bu ürünlerin ve üretim bilgilerinin, deneyimlerinin oluşturduğu bir piyasa, ancak sınırları doğa tarafından çiziliyor, dolayısıyla sınırsız değil.

- Bu kültür daha çok üst sınıfa aitmiş gibi sunuluyor, çünkü ekolojik ürünlerin fiyatları çok yüksek. Bu nasıl kırılabilir?

A. Akyüz: Düzenleyici ve denetleyici kurumlar etkin çalışmadığından öncelikle algı ve güven oluşturmak gerekiyor. Güveni oluşturmanın da ek maliyeti var ve bu fiyatlara yansıyınca hem duyarlı, hem de yüksek gelir seviyeli bir tüketiciye seslendiği düşünülen bir niş piyasa halini alıyor. Bunu kırmak, etkili düzenleyici, denetleyici kurumlar ve teşvikle mümkün.

- Bir girişimci neden ekolojik üretime girmeli, iş dünyası lugatıyla sormak gerekirse; karı ne bu pazarın?

G. Aydemir: Süregelen ana akımın, üretim biçimlerinin, tüketen toplumun sonu geldi. Bunu aklı başında her girişimci zaten biliyor. Sınırlı ve kıt kaynaklarla sınırsız bir büyümeye odaklandık. Ekolojik üretim bir alternatif değil, çare. Bugün dünyanın birçok yerinde, çok sayıda insan, daha ucuzuna değil, gıdaya ulaşma sorunu yaşıyor. Temiz suya değil, suya ulaşma sorunu yaşıyor. Gıdanın üretiminde ciddi sorunlarla karşılaşıyoruz. Topraksızlaşma, ormansızlaşma doğrudan insan yaşamını etkilemeye başladıysa burada kârı konuşmak yersiz. Gıdayı üretebilen kazanacak. Üretebilirse elbette. Ama başkalarına sattığı ve kasadaki parasını artırabildiği için değil, karnını doyurabildiği için. O meşhur Kızılderili lafını bir anda anlayabileceğiz: “Paranın yenmeyeceğini anlayacaksınız!”

A. Akyüz: Ekolojik üretim, uzun dönemde çok işe yarayacak yaşamsal ve ekonomik bir bilgiyi üretiyor. Ancak bu noktada yeşil badana tehlikesine de dikkat: asıl işlerinde oldukça kirletici bazı firmalar ekolojik yan işler yapıp bunu “prestijlerini” artırmak için kullanabiliyor. Bu yeşil ofislerinin reklamını yapıp sonra da termik santrallara, barajlara ve HES’lere kredi veren, sürdürülebilirlik raporları hazırlayıp bunlara hiç değinmeyen bankalar için de geçerli.

- Almanya'da Sosyal Demokrat Parti ekolojik sanayi politikasından bahsediyor. Mümkün mü?


A. Akyüz: Sanayi ve ekoloji yan yana düşünülebilir, özellikle üretim sürecinde tam bir yaşam döngüsü analizi yapılır ve sıfır atık prensibine en yakın üretim biçimleri benimsenirse. Ancak ekoloji endüstriyalizmle birlikte düşünülemez.

G. Aydemir: Sanayinin de ekolojik sınırları var. Herhangi bir ürünü kitlesel şekilde üretmeye başladığınızda doğanın sınırları işler. Sınırları ihmal ederseniz birilerini sömürmeye başlarsınız. Sömürülen illa insan olmak zorunda değil. Bir ırmak, dağ, taş, ormanlar, yağmur suyu, güneşin enerjisi bile olabilir. Sömürmeye başladığınız anda cepten yiyorsunuz demektir ki sonu gelecek, süremeyen, devam edemeyen bir sürece girmişsinizdir. Ekolojik sanayiden anladığım ekolojik ürünlerin aşırı üretimidir ki doğa buna izin vermez zaten.

A. Akyüz: Türkiye’de şu an çevre ve emek dahil bütün dışsallaştırılabilecek maliyetlerden kalkınma adına kurtulmaya çalışmak bir hükümet politikası, bunu da doğal çevre ve varlıklarımızın yağmalanmasıyla, yaşam kalitemizin düşmesiyle hatta kanser, seller, depremler, trafik kazaları yoluyla ölerek ödüyoruz.

- Ekolojik Sosyal Girişimcilik Okulu neyi amaçlıyor?

A. Akyüz: Üç kredilik seçmeli bir lisans dersi bu, ancak herkese açık. 11-17 Ağustos’ta Çanakkale Küçükkuyu’da yapıldı. Amaç özellikle Kaz Dağları çevresindeki çeşitli ekolojik iş ve yaşam ortamlarını yerinde inceleyerek ekolojinin küresel-yerel sınırları, koşullarına uygun yaşam biçimlerine dair perspektif kazanmak, doğaya yabancılaşmış ve sürdürülemez yaşam biçimleri, ekonomik ve toplumsal yapılara eleştirel bakış geliştirebilmek. Konaklama ekolojik bir TaTuTa (Tarım-Turizm-Takas) çiftliği olan Dedetepe’de, derslerse Buğday’ın Çamtepe Ekolojik Yaşam Merkezi’nde olacak, dolayısıyla öğrenci ve katılımcılar bir hafta ekolojik bir yaşam biçimini de deneyimledi.



Leyla Aslan Ünlübay/ Şişli %100 Ekolojik Pazarlar koordinatörü: Ekoloji beslenme değil, yaşam tarzıdır

Şu an Türkiye’de en hızlı büyüyen sektörlerden biri organik tarım. 15 yıl önce Türkiye’de az miktarda taze sebze meyve, kuruyemiş ve bakliyat üretimi varken şimdi bütün ürünlerin ekolojik olanı bulunuyor. Büyük şirketler de ekolojik pazara girmeye başladı. Pınar organik süt üretiyor mesela, Milupa gibi bebek markalarının ürünleri de ekolojik. Ancak bu konuda çeşitli yasalar çıkarılarak küçük üreticiler korunmalı, çünkü büyük firmaların pazardaki varlığı tekele gidebiliyor. Üreticileri bütün ürünlerini onlara satmalarını sağlayan anlaşmalara zorluyorlar. Buğday’ın ekolojik pazar alanları bu yüzden önemli. Küçük üreticilere doğrudan tüketiciyle buluşma imkânı, büyük üreticinin tekeli altına girmeden ürünlerini satabileceği pazar alanları sağlıyor. Tüketicilerimiz daha çok orta sınıf; emekliler, yeni evliler, çocuklu aileler, öğrenciler... Pazarlarımızda ürün satan tüm çiftçiler Tarım Bakanlığı’na bağlı sertifikasyon kuruluşlarınca denetlenerek sertifika alıyor. Sertifikası olmayan üretici ve ürün alınmıyor. Ayrıca pazar ekibimizdeki ziraat mühendislerimiz düzenli olarak pazardaki üreticilerin arazilerini denetliyor, analiz yapıyor. Artık pazara gelenler dilerse üreticilerin çiftliklerini ziyarete gidip üretim yerlerini görebilecek.

Bundan 10-15 sene önce Türkiye’de organik ürünlerin yüzde 98’i yurtdışına satılıyordu. Şimdi neredeyse yüzde 50’si ülke içinde pazarlanıyor. Özellikle Hollanda’da çok gelişmiş bir ekoloji pazarı var. Polonya’da da kısa sürede yüzde yüz üretim artışı sağlandı. Ekoloji elit bir kitlenin ilgi alanıymış gibi gösteriliyor, aslında atalarımızın yaptıklarını yeniden hatırlamak ve buna ihtiyacımız var. Ekolojik yaşam insanı özüne döndüren bir felsefe. Öncelikle tüketiciler, ne yediklerini, satın aldıklarını, neye destek verip neyi baltaladıklarını sorgulamak; “BEN” kavramını bir kenara atıp “BİZ” olmak zorunda. l



Ekolojik yaşam için birkaç öneri

- Portakal ve limon hariç bitkisel organik atıklarınızla kompost gübre yapabilirsiniz.

- Alışverişe bez çanta, file götürün. İlla poşet kullanıyorsanız, bunları birkaç kere kullanın ve asla gıdalarla bir atmayın, çözülmesi güçleşiyor.

- Elektronik aletlerinizi fişten çekin, kapalı oldukları halde elektrik çekebiliyorlar.

- Tohumları biriktirip ekim mevsiminde balkondaki saksınızla veya bahçenizle buluşturun.

- Sifonun içine dolu bir pet şişe koyarsanız her çekişinizde bir şişe dolusu su tasarrufunda olacaksınız.

- Devamlı pet şişede su alıp, çöp üreteceğinize yanınızda matara bulundurun.

- Temizlik için kronik yorgunluk sendromu, alerjiler, karaciğer sorunları, lenf kanseri gibi hastalıklara da neden olabilen kimyasallar yerine doğal ürünler kullanın. Mesela sodyum karbonat adlı mineral olan çamaşır sodası, katı ve sıvı yağlar, kir ve pek çok petrol ürününün etkin temizleyicisi. Su, oksijen, sodyum ve bordan oluşan boraksun, antiseptik, antifungal, antibiyotik, koku giderici ve dezenfektan. Arapsabunu gibi bitkisel yağ tabanlı sıvı sabunları, hayvan yağı içeren ya da petrol tabanlı sabunlara tercih edebilirsiniz.

esraacikgoz@cumhuriyet.com.tr