Ege'nin incileri
Yazın tam da ortasındayız. Tatile çıktınız veya çıkmak üzeresiniz. Rotanızın tam olarak nasıl olacağını da bilmiyorsunuz. Size Ege’de, üç ayrı bölge derledim bu hafta. Tek yerde kalmadan sürekli hareket halinde bir tatil için…
Fatih TürkmenoğluSize Ege’de, üç ayrı bölge derledim bu hafta. Tek yerde kalmadan sürekli hareket halinde bir tatil için…
1 - BODRUM
Yok, artık “Çarşısı şöyle, Bitez’i böyle, Gümüşlük’ü pek romantik” falan diye yazmayacağım. Ben sıkıldım yazmaktan; siz sıkıldınız okumaktan.
Bu yazıda kısaca tarih, çokça yeni keşifler olacak. Sıradan bir Bodrum tatilinden çok, bilenlerin ve sevenlerin yararlanabileceği bir Bodrum yazısı olacak...
KARYA’NIN BAŞKENTİ
Eski adını artık bilmeyen yok: Halikarnassos. Ünlü tarihçi Heredot’a göre, şehir Dorlar tarafından kurulmuş. MÖ 650 yıllarında, Megaralılar zamanında büyümüş ve Halikarnassos adını almış.
Karya’nın başkenti olması MÖ 350 yılına rastlıyor. Bodrum’un parlak dönemi. Kral Mausolos anısına karısı Artemisia tarafından yaptırılan mozole -ki dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilir- bu döneme rastlıyor.
Roma ve Bizans döneminden sonra 1425’te Rodos Şövalyeleri’nin eline geçmiş. 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında da Osmanlı topraklarına katılmış.
60’LAR VE 70’LERDE BODRUM
Karya’nın başkentliğinde, küçücük bir balıkçı kasabasına dönüşüyor. Altın bu; gölgeler ardında kalsa dahi ışıldıyor.
Önce macera düşkünü yabancılar, derken bizim entelektüel kesim keşfediyor. Mavi yolculukların tadı
-ki belki adı böyle değil daha- dillendikçe dilleniyor. Koylar isimleniyor, barakalar birken ikiye çıkıyor.
Köy evleri pansiyonculuğa başlıyor, derken ilk oteller patlak veriyor. Sünger avcılığı zamana direnemiyor. Halıcılık, hayvancılık, birer “yerel renk” olarak kalıyor artık.
Ama Bodrum bu gördüğüm. Koskoca bir yarımada. Çılgın, sakin, cennet, iğrenç, pahalı, huzurlu, temiz, korkunç, dinlendirici...
Gördüğüm Bodrum, bunların hepsi.
İşe en bilinen, en klasikle başlamak lazım. Bodrum’un içi. Hani Karadeniz Pastanesi, deniz kenarı bir çay falan. Bodrum Kalesi mutlaka gezilir. Birkaç hafta evvel hala içeri girilmiyordu gerçi. 15’inci yüzyılda Rodos Şövalyeleri tarafından yapılmış olan Kale, mükemmel durumda. Bir deneyin. Ayrıca Müze ziyarete açık. Kale’ye çok yakın değil, ama yürüyerek gidilebiliyor.
Halikarnas Balıkçısı’ndan birkaç sayfa da olsa okuyun. O denizin, o yeşilin tasviriyle kendinizden geçeceksiniz.
Sonrasında yolunuzu bulacaksınız. Bodrum içinde ne isterseniz onu yapacaksınız. İster sabaha kadar yüzlerce kulüpten birinde eğleneceksiniz; ister ilk bakışta gözünüze çarpmayan Bodrum’u keşfedeceksiniz.
Ama bu yazıda Bodrum, bir bölge. Hiçbir yerde uzun kalmadan dolaşıyoruz, değil mi?
Milas Pazarı’nın yerini hiçbir şey tutamaz; onun rengi ve kokusu bambaşka. Turgutreis Pazarı da hiç fena değil. Üstelik çok daha tenha. Ama asıl tenha pazar için, pazartesi günleri Güvercinlik’e gitmenizi öneririm. Küçücük bir köylü pazarı, domatesin kokusu başka.
Turgutreis’teki At Çiftliği çok iyi safariler düzenliyor. Birkaç saat sürüyor sadece. İyi bir deneyim olabilir.
Güneşin batışı pek çok yerden izleniyor ya, biz de hep Gümüşlük ve de ille de Limon Cafe diye tutturmuşuz ya, Turgutreis’teki Şevket Sabancı Parkı’nı deneyin.
Geriş uçmuş. Genç muhtarı da çok iyi çalışıyor. Tepedeki kahvede oturun, şansınıza keman ve kaval çalan köylülere rastlayabilirisiz.
Çiftlik’te bolca vakit geçirdim bu sefer. Hâlâ halı yapılan evlerde oturdum. İnsan yaşı ilerledikçe halı sevmeye başlıyor olabilir mi?
Iassos, yani Kıyıkışlacık, Milas’a bağlı. Yani yarımadanın en başında. Mutlaka ziyaret edin.
Çökertme, benim çok sevdiğim bir koy. Hatta konaklamak da çok keyifli oluyor.
Son yıllarda çok bahsedilen kütüphane, café, konser alanı olan Zai, ziyaret edilmeli. Sergiler de oluyor.
Ayrıca Bodrum’da sergiler çok yerde var. Sevgili Barış Sarıbaş’ın Yalıkavak Marinası’ndaki sergisi hala devam ediyor. Nasıl şahane bir ressam oldu… Çok küçüklüğünden tanırım, hep gurur duyuyorum onun resimlerini, afişlerini gördükçe. Canım Barış’ım, yolun hep açık olsun, balonların gibi süzül hayat yolunda her zaman.
Bodrum Kalesi mutlaka gezilir. 15’inci yüzyılda Rodos Şövalyeleri tarafından yapılmış.
Halikarnas Balıkçısı’ndan birkaç sayfa da olsa okunur.
O denizin, o yeşilin tasviriyle kendinizden geçeceksiniz.
Sonrasında yolunuzu bulacaksınız. Bodrum içinde ne isterseniz onu yapacaksınız. İster sabaha kadar Halikarnas, Katamaran ve daha adını yazamayacağım yüzlerce kulüpten birinde eğleneceksiniz; ister ilk bakışta gözünüze çarpmayan Bodrum’u keşfedeceksiniz.
2 - ÇEŞME
Yıllar boyunca “İzmir’in sayfiyesi” olan Çeşme’de ne kadar çok şey değişti, diye düşündüm... Hep İzmir yanar, Çeşme eserdi. İzmirliler yazlıklara hücum eder, otelleri doldururdu. Babalar işlerine gidip gelir, anneler ve çocuklar denizin tadını çıkarırdı. Plajda midye dolması yenir, uzun akşam yemekleri gecelere bağlanırdı... Şimdi Çeşme’de birbirinden güzel plaj kulüpler var. Aya Yorgi, adını Hıristiyan bir azizden almış. Adı 1980’ler sonrasında değiştirilmeyen nadir yerlerden biri. Su tertemiz, bütün plajlar yan yana sıralanmış. Burada gündüzleri denize girip güneşlenirken, akşamları da yemek yiyip vur patlasın, çal oynasın eğleniyorsunuz.
ÇEŞME NE GÜZEL!
Eski adı Kyssus. Bizans’ın egemenliği altındayken, Aydınoğulları Beyliği ele geçirmiş. O dönemde deniz üssü olmuş. Osmanlı idaresinde de deniz üssü konumunu korumuş.
1770 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Cezayirli Hasan Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, bozguna uğrayıp Çeşme açıklarında yakılmış. Bugün hâlâ sualtı arkeologları, Çeşme Koyu’ndaki batık savaş gemilerini araştırıyor.
Türkiye’nin Çanakkale’den sonra en batıdaki noktası olan Çeşme, Türkiye’deki en güzel iklimlerden birine sahip. Güneydeki beldeler yanarken buradaki rutubetsiz hava hoş bir rüzgârla destekleniyor, bir de buna termal suları eklediğinizde, güzel bir tatil için Çeşme’yi seçmek için ortaya yeteri kadar neden çıkıyor.
İlçenin akşamları piyasa yapmak için güzel bir sahil şeridi var, yayalara ayrılmış ana caddesi olan İnkılap üzerinde de restore edilmiş ve dükkana çevrilmiş eski, güzel Rum evleri bulunuyor. Caddenin tam ortasındaki Ayios Haralambos Kilisesi bir kültür merkezi olarak kullanılıyor.
Gece hayatı, spor, güzel Ege denizi, şahane otlar ve sebzeler derken, günler nasıl da anlamadan geçiveriyor!
Nasıl gidilir?
Yeni otobanla İzmir’e sadece 40 km. uzaklıkta. Havaalanından ulaşmak bir saati bile bulmuyor. Arabayla gimek, civarda gezmek için avantaj. Ama toplu taşıma da gayet iyi.
Ne yenir?
Sabahları Kumrucu Hüseyin’de katmer. Nasılsa bolca yürüyüş ve yüzme var, yenir artık. Boyoz ve kumruya “dur” demek ne kadar zormuş... Bir nevi poğaça olan “boyoz”, sadece İzmir ve yöresinde yapılıyor. Hamur işi sevenlere şiddetle önerilir... Dalyanköy’de balık yemeden dönmeyin, gezi eksik kalmasın... Ilıca’da, Sheraton’un hemen yakınında bir Dost Pide var ki, aman Allah, yıkılıyor! Pidelerin her biri başka türlü güzel. Enginarı da çok güzel yapıyor... Çarşıdaki Rumeli Pastanesi’ni unutmamak lazım. Sakızlı dondurma ve sakız reçelinin yanında, her şeyi çok lezzetli. Bir de Dalyan’da sakızlı kurabiye yapmaya başlamışlar, Sezen Aksu bile onların müşterisiymiş!
Ne yapılır?
Çeşme Kalesi’ni mutlaka ziyaret edin, en tepesine kadar çıkın. Harika olduğundan değil, başka ziyaret edecek pek bir yer yok. Kale, II. Bayezid zamanında yaptırılmış. İçinde Arkeoloji Müzesi de var.
Koyların ve plajların hepsi çok güzel. Aya Yorgi ve Paparazzi özellikle benim favorim.
Eryhthrai Antik Kenti’ni ziyaret etmenizi öneririm. Eski İzmir-Çeşme karayolu üzerinde, Ilıca’ya 20 km. mesafede. Ildırı köyünün sırtlarında yer alıyor. Kent adını, kırmızı anlamına gelen “erythrus”tan alıyor. Emekli olan bekçiyi bulacaksınız, o size her türlü bilgiyi verecek.
Ilıca, Çeşme merkeze 10 km. uzaklıkta. Plajı çok güzel. Şifalı sularıyla ünlü. Maalesef kaplıcaları kullanmanın yolu lüks otellerden geçiyor. Fiyatlar çok da uçuk değil, kaplıca suyunun her derde deva olduğu söyleniyor; maalesef pek iyi durumda değiller.
Acayip güzel yürünüyor. Ilıca-Çeşme, hatta Çeşme-Alaçatı arasında yürüyün. Pişman olmayacaksınız.
Ada turları ve mini bir mavi yolculuk hiç fena olmaz. Bu mevsimde tanıdık bir kaptan bulup organize etmek gerekiyor. Gitmişken Eşek Adası’nı görmek lazım.
Ve tabii gece hayatı. Ne yazık, hiçbir şey söyleyemem. Sadece Paparazzi’de yemek yedim bu sefer. Ama çok kulüp var; meraklıysanız karşınıza çıkacak.
Tabii civarı da gezin biraz. Urla, keşfedilecek bir çok noktayı barındırıyor. Çok büyük bir alana yayılmış, çok özel bir ilçe. Çeşme’ye çok yakın. Aradaki köyler de çok güzel. Birkaç günü de çevre gezisine ayırmakta fayda var kanımca…
Alaçatı, her ne kadar Çeşme’nin yanıbaşında olsa da, artık ayrı bir destinasyon oldu. Oteller çok pahalı, ancak bütçenize uygun bir yer bulursanız, birkaç gün konaklamakta fayda var.
SİZE BİRAZ ALAÇATI’DAN BAHSEDEYİM
1850'de durmaksızın yağan yağmurla bataklığa dönüşen Alacaat köyü, devrin sadrazamının emriyle kurutuldu. Ege adalarından gelen Rum işçiler toprağın bereketini sevdi, köyde kalmaya karar verdi. Bağcılık, şarapçılık gelişti. Mübadele sonrası yerleşenler tütüncülükte ısrar ettilerse de tutmadı.
Mitolojiye göre Rüzgar Tanrısı'nın yaşadığı Alaçatı, 1990'larda sörfçüler tarafından keşfedildi. Akıllı insanlar, uygar düşüncelerle köy "doğru" gelişti. Lavantacılık başladı. Sakız ağaçları yendiden yaşam bulmak üzere filizlendi. Evler bir bir hayata kavuştu. Saksılardan çiçekler sarktı. Şehirlerden kaçanlarla köylüler, Rüzgar Tanrısı'nın memleketinde "bir" olup büyüdüler...
ORTA KAHVE'NİN MAVİ İSKEMLELERİ
Alışkanlık oldu işte, hep Orta Kahve'nin mavi iskemlelerinde oturuyorum. Ahşap yerleri, sokaktan geçenleri izliyorum. Sokaklarda dolaşıp evlerin fotoğraflarını çekiyorum. Pencereli kapılara her seferinde hayran oluyorum. Caddelerde bir aşağı bir yukarı turluyorum.
Sonra da dönüp Köşe Kahve'de oturuyorum. Yine caddeye bakıyorum, bir tanıdığa rastlıyorum, kendimi acayip "buralı" hissediyorum...
Alaçatı, hani kalın dedim ya, çok eğlenceli, cafcaflı bir yer oldu. Yapacak çok şey var. Bir kere mutlaka sörfün tadına bakın. En azından deneyin. Sahil, merkeze 3 kilometre uzaklıkta. Ben bir kere denedim, bir anlığına da olsa o hissin nasıl birşey olduğunu anlayabildim.
Dağ bayır yürümek için de çok yer var. Ot festivali sırasında çok renkli oluyor. Hem sofralar, hem dağlar. Ah, Ege’nin kokuısu inanın başka hiçbir yerde yok…
3 - AYVALIK
Kuzey Ege deyince de, merkeze Ayvalık’I koymak lazım bence. Eski Ayvalık’lıyım ben. İlk Midilli – Ayvalık mübadele belgesilini çektiğimiz zaman, 22 sene evvel bu kadar içine girmişim kentin. Zeynep Kazancıgil ile birlikte bir ay altını üstünü getirmiştik. O kadar sevdim ki, o kadar çok insan tanıdım ki, sonra Ayvalık’lı oldum. İki kızım da orada büyüdü. Yeri apayrı benim için.
Balıkesir’in Ayvalık ilçesi, buram buram tarih kokar. Dar sokakları hikaye dolu, insanı medenidir. İklimi hoştur. Yazı fazla bunaltmaz, kışları ılık geçer. "Eşşek rüzgarı"na tutulmadığınız sürece, Ayvalık şahane bir liman kasabasıdır. Denizi – sevdiğim gibi- serincedir. Havada da rahatsız edici bir nem yoktur. Kazdağlarından gelen temiz havayı bolca çekin içinize! İki günde enerjiniz yerine gelir. Deniz güneş tatili yapmak isteyenler için plaj da var, günlük gezi teknesi de. Ama “Ayvalık’ı gerçekten tatmak, bu kente gönlümü açmak istiyorum” diyorsanız, o zaman biraz ön hazırlık yapmalısınız. Bir defa, bu güzelim sokaklarda bilerek yürümelisiniz. Mübadeleyi, Girit'ten ve Midilli'den gelenleri, gidenlerin bıraktığı izleri tanımalısınız. Midilli'den gelenlere "Adalı", Girit'ten gelenlere de "Gritikos" dendiğini öğreneceksiniz. Evlerin zarif kıvrımlarını göreceksiniz. Cunda'daki turistik balıkçıların ve uydurma Ayvalık tostunun, sadece yüzeysel bir gezi rotası olduğunu anlayacaksınız! Perşembe günleri Ayvalık'ın pazarı. Karşı kıyıdan, ellerinde boş bavullarla akın akın pazara geliyorlar. Ayvalık perşembe günleri tabir yerindeyse talan ediliyor. Lokantalarda yemek, dükkanlarda da mal kalmıyor. Gezinizi bir perşembe akşamı başlatmamanızda fayda var.
CUNDA VEYA ALİBEY
Ayvalık’tan bir köprüyle Lale Adası’na, oradan da “Türkiye’nin İlk Boğaz Köprüsü” ile Cunda veya Alibey Adası’na ulaşmak çok kolay. Ayvalık'tan yürüyerek gidilebiliyor. İsterseniz otobüs veya motorla da geçebilirsiniz ama ben her defasında 8 km.'lik yolu yürürüm. Yavaş giderim, iki saate yakın sürer ve bana çok iyi gelir. Yazın Ayvalık’tan kalkan motorlarla limana yanaşmanın keyfi başka, o da ayrı. Alibey, Ayvalık Koyu’ndaki irili ufaklı 22 adadan yerleşime açık olan tek ada. İlk bakışta bir sahil caddesi, bir arkasından geçen ana yol ve onları dik kesen birkaç sokaktan ibaret zannedebilirsiniz. Oysa zaman geçtikçe, her sokağın başka bir kimliği olduğunu göreceksiniz. Cunda’da hayat başka türlü akar. Sanki zaman daha anlamlı, sanki dostluklar daha derindir. Yemekler leziz, güneş batışları şahanedir.
Ne yapılır?
Bolca yürüyüş. Ayvalık sokakları güzel bir parkur. Cunda’yı da çepeçevre yürüyebilirsiniz. Necdet Kent Kütüphanesi’ni mutlaka görün. Tepede bir çay için. Müthiş bir manzara... Cunda’da Pateriça’ya mutlaka gidin. Cunda’da Taş Kahve’de oturup güzel bir kahve için. Tekne turu yapmanızı öneririm. Sahildeki teknelerle anlaşabilirsiniz. Şeytan Sofrası ve Cennet Tepesi'ne gidin. Kazdağları ve Bergama'ya günübirlik gidebilirsiniz.
Çanakkale ve Assos’a gidip gelebilirsiniz. Ya da aşağı doğru Foça’ya. Ayvalık’I Merkez yapıp tüm Kuzey Ege’yi dolaşabilirsiniz. Kaz Dağları köyleri çok keyiflidir. Şelaleleri çok güzeldir. Denizi şahanedir…
Bolca ot, balık ve zeytinyağı yiyin... Burası bir cennet, her yemek apayrı bir lezzet. Dolması yapılan kabak çiçeği, istifno otu, şevketibostan, turp otu, radika, enginar... Üzerlerine bolca has zeytinyağı. Tabii balığı ihmal etmeyin. Ben yöresel balık “papalina”ya pek bayılmam. Ama onun dışındaki her balık ve deniz ürününü mutlaka tadın. Şehir merkezindeki mini hal içindeki balıkçıları deneyin. Şehir Kulübü'nün mezeleri son derece lezzetli, fiyatları da uygun. Benim favorim, hemen belediyenin arkasındaki Çorbacı Mehmet Usta. Kabak çiçeği dolmasının tadına diyecek yok. Bir de tabii tatlı olarak Yeni Güler Pastanesi'nin malları. Baklavası bile zeytinyağlı yapılıyor. Üzüm suyu ile tatlandırılmış, sakızlı ve tabii ki yine zeytinyağlı kurabiyelerinin tadını anlatabilmem olanaksız... İlla isterseniz, Avşar'dan Ayvalık tostu yiyebilirsiniz. Sahibi iflah olmaz bir Hülya Avşar hayranı. Bu arada Hülya Avşar da Ayvalıklı ve çok oradan biri gibi yaşıyor. Bir de son olarak karadut dondurması ve sakızlı dondurma yiyin. Birçok yerde var, en güzeli balıkçıların önünde, sahildeki.