‘Efendim, ezana bağlanıyoruz!’
Nihat Hatipoğlu, televizyon kültürünün talep ettiği tipolojiye bizim dini coğrafyamızdan en uygun karşılık
Tayfun Atay / CumhuriyetMedyatik Türkiye’de ramazan, Nihat Hatipoğlu demek. Son üç ramazandır Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun iftar ve sahur programları, yayımlandığı kanalın yüzünü güldürecek sonuçlar veriyor. Benzeri rakip programların hep açık ara önünde ve üst sıralarda görüyoruz onu.
Sultanahmet Meydanı’ndan canlı yayımlanan program mahşeri kalabalık eşliğinde neredeyse Hac döneminde Kâbe’nin görüntüsüyle kıyaslanabilecek niceliksel ve niteliksel bir düzey sergilemekte. Hatta antropoloji literatüründen aşina olduğumuz tabirle buna bir tür “yerel hac” mahiyeti de atfedebiliriz. Nihat Hoca’nın programı, yüzyıllarca Anadolu’nun pek çok yöresinde İslâm büyüklerine, evliyalarına yönelik, “halk İslâmı”nın çok önemli bir bileşenini oluşturan “ziyaret”lere benzer bir etkinlik olmaya doğru evriliyor. Bir “televizüel yerel-hac” faaliyetine bürünüyor adeta kitleler nezdinde.
Seküler psikoloji
Başarının sebeplerine daha önce çeşitli vesilelerle değindik. Nihat Hoca, “televizüel kültür”ün talep ettiği tipolojiye bizim “dini coğrafyamız”dan en uygun karşılık. Bu topraklarda ziyadesiyle aşina olunan otoriter, ezici, üst perdeden hitabet tarzını benimsemiş ulema temsillerinden farklı bir “hava”sı var onun. Sevimli, neşeli ve yumuşak, yani “rıfk” üzere o...
Televizyon böyle yüzleri sever. Bu, aslında seküler bir tipoloji ve televizyonun “seküler psikoloji” yaratmaya doğal yönelimiyle (N. Postman, “Televizyon-Öldüren Eğlence”, 1994) oldukça uyarlı bir temsil...
Ancak program önceki yıllara nazaran, iniş veya düşüş demeyelim, ama bir doygunluk ve durgunluk noktasına doğru da ilerliyor. Nihat Hoca’nın en başarılı yılı 2013’tü. Program ramazan boyunca reyting listesinde hep ilk üçte oldu ve defalarca da 1 ve 2’nci sırada yer aldı. Geçen ramazan, birincilik-ikincilik unutuldu, ilk beşte kalınmaya çalışıldı. Bu yıl da ramazanın ilk beş gününe bakıldığında önceki yıla benzer bir durum söz konusu: 3’üncü başlayıp 6’ncılığa inilmiş, 4-5’inci sıralarda tutunulmuş.
Geçen yıl hafif bir erotizmle haleli komedi dizisi “Güzel Köylü”, bu yıl da “Survivor”, müminleri Nihat Hoca’dan daha çok cezbediyor yani...
Bu, neye bağlı olabilir? Dinbaz bir iktidarın siyasi dayatma ile toplumu bir “dinsel obezite”ye sokmuş olmasına belki. Belki de toplumun dini, gündelik hayatın içinde belli ölçülerde yaşamakla yetinip onu tek ölçü yapmak istememesine... Yani orucunu açtıktan sonra “dini safiyet”ten bir parça uzaklaşıp dünyevi sefahat arayışı içine girmesine...
Hep aynı sorular
Ya da belki Nihat Hoca’nınki de dâhil hemen hemen aynı formatlı programlarda aynı üslup ve ses tonuyla, bir “İlm-i Hâl” kitabından bile kolayca cevabı bulunabilecek klişe soruları tekrar tekrar duymaktan usanmış olmasına...
Televizyon, malûm, sıkılma eşiğimizi hayli aşağıya çeken bir “kültürel” araç ve dinin de bundan nasibini alması kaçınılmaz. Ayrıca televizyon ortamı yine Postman’ın deyişiyle sahici bir dinsel deneyimi olanaksız kılacak karakteristiklerle bezeli. Televizyon gösterisi, geleneksel dinsel törenlerin vazgeçilmez koşulu olan mekân kutsallığını da ortadan kaldırır. Ortamın dinsel bir haleyle sarmalanmasına imkân tanımaz. O yüzden Kur’an okunurken veya Nihat Hoca dua ederken insanlar bir elleri cep telefonlu olarak kulaklarında, diğer elleriyle ekrandan kendilerini izleyen yakınlarına ağızlarını açmış gülerek el sallarlar.
Ve yine o yüzden, iftar saati gelip çattığında Nihat Hoca, “Efendim, ezana bağlanıyoruz” dediğinde canlı yayında bir futbol maçına, bir pop konserine, bir seçim meydanına bağlanıldığında ne duyumsanıyorsa o duyumsanır. Kutsiyet dışında her şey yani...
Dolayısıyla, belki paradoksal gelecek ama Nihat Hoca’yı başta söylediğimiz şekilde ekranda başarılı kılan her şey, aynı zamanda başarıya sekte vurmada da etken oluyor! Yine “sekülerizm psikolojisi” doğrultusunda!..
Dizilerin günahı!
Bir de dikkat ettim, önceki gün Nihat Hoca dizilere yüklendi programında. Gayet sitemkâr, diyor ki hiçbir dizide dua, namaz, mevlit görmüyoruz. Hâlbuki yabancı dizilerde sofrada dua ederken, kilisede ayin yapılırken bol bol sahneler çıkıyor karşımıza...
Bizde dinsel görüntülerin olmadığı, özellikle şu son dönem dizilerine bakıldığında hayli tartışmalı, o bir yana da aman Hocam; o yabancı dizilerde kilise ayinlerinin fon oluşturduğu bazı sahnelerde neler oluyor/konuşuluyor, ne siz sorun, ne ben söyleyeyim! İnanın, bir daha buna imrenmezsiniz!..
Ve diziler entrikayı, çekişmeyi, çatışmayı, “cazibe”yi sever. Bunlar olmadığında onların yerine konacak dualı-mevlitli sahneleri herkes alkışlar, ama kimse seyretmez, seyretmiyor. Gördük, biliyoruz.
O yüzden bu konulara girmeyelim! Hem ekranda işi her vesileyle “Allah’a bağlanma”ya vardıracak olursak nereye çıkacağımız da bilinmez.
Ezana bağlanalım, kâfi Efendim!..