Edebiyatçı, şair, güzel adam Sabahattin Ali
Sabahattin Ali’nin ölümünün 73. yıldönümü geride kaldı. Bugün, mezarının yeri bilinmese de ölüm tarihi olan 2 Nisan’da anılıyor.
Özge Mumcu Aybars1980 döneminde, gençlik, çocukluk, anne-babalık, kim hangi dönemi yaşıyorlarsa yaşasın, Sezen Aksu’nun Sen Ağlama albümü, toplumun kültürel tarihinde yer etmiştir. Kendi adıma, 6-7 yaşlarında olduğum zaman çıkan bu kaseti dinlemek nedense çok hayati bir önem kazanmıştı; yaz aylarındaydık ve o dönemlerde yazlık bölgelere bu kasetlerden gelmiyordu.
Babam, bir söyleşi için gittiği kahvehanede bu kasetin çaldığını fark etmiş ve beni mazeret göstererek rica etmiş: Hâlâ dün gibi hatırlarım, yüzünde mutlu bir tebessümle, kahverengi kasetin üzerine beyaz banda yazılmış “Sen Ağlama-Sezen Aksu”yla çıkıp geldiğini.
O MAVİ ARABADA DİNLERDİK
Yazın Ege’nin çeşitli yerlerine 1-2 saatlik yollara koyulurduk ve bu albüm durmadan teypte çalardı. Saatlerin hüzünlere nasıl bölündüğünü bilemez, düşünürdüm. Ardından gözlerim, sağlı sollu giden karayolunda beyaz şeritlere takılırdı; burada kesik kesik burada uzun uzun; nedendir ki?
Mavi bir Renault’yla yol boyunca dinlenilen Sen Ağlama şarkıları, beyaz şeritlerle örülü bir çocukluk öyküsüydü... Kahverengi kapaklı, üzerindeki beyaz bantta Sen Ağlama yazan kaset 7 yıl boyunca çeşitli aralıklarla o mavi Renault arabada çalındı. Patlamayla araba yerle bir olduğunda, o kaset, o arabanın içindeydi.
Aynı kasette Sabahattin Ali’nin iki şiirinin bestelendiğini sonra öğrenmiştim; biri “Çocuklar Gibi”ydi diğeri de “Benim Meskenim Dağlardır”. O yaşlarda dinlerken ne Sabahattin Ali’nin şiiri olduğunu ne de öldürüldüğünü bilirdim. Yol boyunca dağlarla tepeleri birbirinden ayırmaya çalışırdım ve hep sorardım: Hangi dağ baba?
Yıllar sonra, Sabahattin Ali’yi okumaya başlayınca ve öldürüldüğü bir dağ başında mezarının nerede olduğunun bilinmediği zaman anladım olanla biteni.
Ali’nin siyasi sorgularının içtenliğini ve hayata ilişkin çıkarımlarının yalınlığını, döneminin toplumsal sorunlarını aktarmasının yanında kendi sonunu sezmesinin ne kadar tüyler ürpertici olduğunu da düşünürdüm. Doktora tezimde Markopaşa ile Akbaba’yı inceleme kararını alışım tam da bunlardan kaynaklanmıştı.
NEDEN BAZI HAYATLAR DÜZ?
Sabahattin Ali, nisan ayında uzun süren hapishane günleri ile uzun süren bir toplumsal dışlanma sonucunda bu ülkeden Bulgaristan’a kaçmaya çalışırken, sınırda, Kırklareli’nde bir karakolda katledilmiş ve cesedi gelişigüzel bir dağın yamacına atılmıştı.
Sabahattin Ali, insan portrelerini, ruhlarını, toplumu çok iyi gözlemleyen o edebiyatçı, şair, komünist, güzel adam şunu söylüyordu o şiirinde:
“Bir gün kadrim bilinirse
İsmim ağza alınırsa
Yerim soran bulunursa
Benim meskenim dağlardır.”
Bugün, mezarının yeri bilinmese de ölüm tarihi olan 2 Nisan’da anılıyor. Karısı Aliye ve kızı Filiz’e sadece öldürüldüğü sırada okuduğu Puşkin’in Yevgeni Onegin, Balzac, eşi ve kızının fotoğrafı, deri gocuğu, tıraş takımı, notları, gazete koleksiyonu, ajandası, kol saati, kanlı gömleği kaldı.
Ölümünün 73. yıldönümü geride kalmışken hâlâ hayattaki beyaz çizgilere bakıyorum; neden bazı insanlar dümdüz bir hayat yaşıyor ve neden bazılarının hayatı acımasız bir şekilde sona eriyor... Bunların yanıtını biliyoruz da yaşanılan haksızlıkların sonu gelmiyor.