Edebiyat ve aşk!

Edebiyatın var oluş nedenlerinden ve temel izleklerindendir aşk. Aşksız bir yaşam düşünemeyen insanlık, geleceğe kalmanın, insan olmanın farklılığını kanıtlamanın bir aracı olarak sanatla özgürleşirken, yarattığı bu gerçekliğin temeline aşkı da koymuştur hep. Aşk ve edebiyat birbirini ve insanı tamamlayan bir vazgeçilmezliktir.

Öner Yağcı

“Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da,

hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil...”

Nâzım Hikmet

Edebiyatın günümüze kadar gelen kalıcı, değerli ürünlerine baktığımızda en temel izleklerden birinin aşk olduğunu görürüz. Destanlardan, sözlü dönemlerden günümüze tüm edebiyatta var olan gerçekliğin en önemlilerindendir aşk.

Savaşların anlatıldığı edebiyat yapıtlarında da arka planda mutlaka aşk yer alır. Homeros’un destanlarındaki onca savaş görünümlerinin arkasına yerleştirilen Güzel Helena olayının başka bir açıklaması yoktur. Ya da dünyanın önde gelen savaş romanlarından örneğin Savaş ve Barış’ın, Durgun Don’un, Fırtına’nın, Çanlar Kimin İçin Çalıyor’un aşklarla da dolu olduğu unutulamaz.

Aşkın ve savaşın insanlığı geleceğe aktaran, yaşamın vazgeçilmez birer parçası olduğu bir gerçekliktir. Elbette aşkı da, savaşı da yalnızca kavramların özgün karşılığı olarak alamayız.

Aşkı, cinsel aşktan, yurt sevgisine, doğa sevgisine, yaşam sevgisine, savaşı da yaşamın güzelleştirilmesi kavgasına, aydınlıkla karanlığın savaşımına doğru genişleterek algılamalıyız. İnsanın aydınlık ve özgürlük arayışının savaşımı bu iki sevdada bütünleşir. Tek tek insanlarla ilgili ya da toplumla ilgili aşklar ve savaşlar insanlığın yaşantısı, düşü umudu ve geleceğidir. DÜŞÜN VE İNANÇLA BİR BÜTÜN!

Toplumların yaşama koşullarına göre kimi zaman en öne çıkan, kimi zaman geri plana itilen ama mutlaka var olan aşk gerçeği edebiyatın vazgeçilmez bir ögesidir. Aşkın düşünceyle ve inançla bütünleştirilmesi de edebiyat tarihinin çok önemli bir gerçeğidir. En diri kavga şiirlerinden, en eski halk öykülerinden başlayarak tüm edebiyat ürünlerindeki altyapıyı oluşturan bir öge olarak görmek gerekir aşkı.

Aşkın, edebiyattaki yeri zamanla, yaşla, doğayla, yaşama biçimiyle ilgili olarak değişik boyutlarda olmakla birlikte mutlaka vardır. Mitolojideki Daphne-Apollon, Eros-Psykhe, Helena-Paris, Afrodit-Ares, Narkissos-Echo, Odysseus-Kalypso, Orpheus-Eurydike, Apollon-Heliotrope aşkları, yüzyıllardır edebiyatın işlediği konulardandır.

DÜNYANIN EN GÜZEL AŞKLARI

Edebiyatın - ve tarihin - efsaneleşmiş ve toplumsal yaşamla bütünleşmiş Kleopatra-Antonius, Tac Mahal’le simgelenen Şah Cihan-Mümtaz Mahal, Kanuni-Hürrem, Napolyon-Josephine, Kafka-Milena, Sartre-Beauvoir, Aragon-Elsa, Nâzım-Piraye gibi aşkları da vardır.

Shakespeare’den başlayarak Neruda’ya, günümüze uzanan dünya şiirinde vazgeçilmez bir yeri olan aşkın klasik romanlarının hem yayımlandığı günlerde hem de günümüzde keyifle okunması bunun kanıtıdır:

Genç Werter’in Acıları (Goethe), Rüzgâr Gibi Geçti (M. Mitchell), Uğultulu Tepeler (E. Bronte), Muhteşem Gatsby (Fitzgerald), Aşk ve Gurur (Austen), Jane Eyre (C. Bronte), İlk Aşk, Bahar Seli (Turgenyev), Anna Karenina (Tolstoy), Beyaz Geceler (Dostoyevski), Yüzbaşının Kızı (Puşkin), Madame Bovary (Flaubert), Kırmızı ve Siyah (Stendhal), Vadideki Zambak (Balzac), Bir Aşk Sayfası, Nana (Zola), Doktor Jivago (Pasternak), Aragon’un “Dünyanın en güzel aşk öyküsü” dediği Cemile, Selvi Boylum Al Yazmalım (Aytmatov), Kolera Günlerinde Aşk (Marquez)…

Edebiyatımızda, ilk sözlü ürünlerden başlayarak örneğin, Fuzuli’nin “Aşk imiş her ne var âlemde” dizesiyle de ortaya çıkan bir anlayış, aşkın, divan şiirinin en temel izleklerinden biri olduğunu gösterir.

Halk şiirimizde, âşık edebiyatında da aynı boyutta var olan bu gerçeklik, tekke şiirinde zaman zaman sevgiliye, zaman zaman inanca yöneliktir: Ferhat-Şirin, Kerem-Aslı, Tahir-Zühre, Leyla-Mecnun, Asuman-Zeycan, Arzu-Kamber, Yusuf-Züleyha, Karacaoğlan-İsmikan, Elif -Mahmut, Derdiyok-Zülfüsiyah, Emrah-Selvihan… Aynı gerçeklik Tanzimat’tan sonraki edebiyatımızın tümünde de asıl ya da yan izlek olarak sürer.

EDEBİYATIMIZIN KLASİKLERİ

Edebiyatımızın klasiklerinden akla ilk gelen romanlar şöyle sıralanabilir: Kalp Ağrısı (Halide E. Adıvar), Dudaktan Kalbe, Çalıkuşu (Reşat N. Güntekin), Eylül (Mehmet Rauf), Aşkı Memnu (Halit Z. Uşaklıgil), Huzur (Ahmet H. Tanpınar), Kürk Mantolu Madonna (Sabahattin Ali), Cemile (Orhan Kemal), Ağrı Dağı Efsanesi (Yaşar Kemal), Bir Gün Tek Başına (Vedat Türkali), Zeliş (Necati Cumalı), Bir Kadının Penceresinden (Oktay Rıfat)…

Nâzım Hikmet’in, Attilâ İlhan’ın, Ahmed Arif’in, Cemal Süreya’nın, Turgut Uyar’ın, Hasan Hüseyin’in, kısacası edebiyatımızın neredeyse tüm şairlerinin şiirlerinde aşkla sarmaş dolaş oluruz.

Yaşamın sanatlaştırılması, güzelleştirilmesi, anlamlandırılması, insanın ölümsüzleşmesi demek olan özgürlüğün gerçekleştirilmesinde aşkın ve aşk edebiyatının katkısı yadsınamaz. Yaratıcı insanın yarattığı sanat aracılığıyla aktardığı her üründe aşkın izlerini, çırpıntılarını, hiç değilse gölgelerini görmek sanatın doğasındadır.

Aşk, edebiyatı yüzlerce yıldır derinden etkilenmiştir. Aşkla tanışanların aşk edebiyatıyla aşklarını büyüttükleri de söylenebilir. Yüzlerce yıllık insanlık tarihinin aynasında gördüğümüz aşkla edebiyatın birbirini ve insanı tamamlayan bir vazgeçilmezlik olduğudur.

Aragon’un “Mutlu Aşk Yoktur” şiirinin son dizeleriyle aşkı, aşk edebiyatını selamlayalım:

“Hüsranla bitmeyen aşk yoktur/ Yara açmayan aşk yoktur kalpte/ İz bırakmayan aşk yoktur insanda/ Ve tıpkı senin gibidir vatan aşkı da./ Gözyaşlarına boğulmayan aşk yoktur/ Mutlu aşk yoktur/ İkimizin aşkıdır bu gene de.”