Edebiyat üstüne bir kült kitap

İkinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’da kaleme alınan, yirminci yüzyıl edebiyat incelemelerinde temel bir yapıt olarak selamlanan Mimesis’in çevirisi dilimizde de yayımlandı.

Nedret Öztokat Kılıçeri

İstanbul’da kaleme alınmış bu büyük yapıtın yazarı İstanbul Üniversitesi’nin Batılı anlamda kuruluşunda (1933 Üniversite Reformu) görev alan Alman kökenli bilim insanlarından Erich Auerbach (1892-1957).

Nazizm döneminde kürsüsünden uzaklaştırıldıktan sonra çalışma fırsatı bulduğu İstanbul’da (1936-1947) birlikte çalıştığı öğrencileri ve dostlarıyla, özellikle Prof. Dr. Süheyla Bayrav ile olan dostluğu ölene kadar süren Auerbach 1957 yılında, vefatından bir yıl önce eşiyle İstanbul’a gelerek oturduğu ve çok sevdiği Bebek ve Aşiyan’ı ziyaret etmiş, Süheyla Bayrav’ın evinde dostlarıyla bir araya gelmiştir.

Mimesis’in böylece bizler için bir anlamı İstanbul’da yazılmış olmasıdır kuşkusuz. Bu konuda Yabanın Tuzlu Ekmeği Erich Auerbach’tan Seçme Yazılar (M. Vialon, Metis, 2010) ve Kader Konuk imzalı Doğu Batı Mimesis, Auerbach Türkiye’de (Metis 2013) ve Fatma Erkman Akerson’un Mimesis’i Okumaya Başlarken (İthaki, 2015) kitapları birinci elden tanıklık ve belgelere yer vermeleri açısından değerli birer kaynaktır. Auerbach’ın özgün yapıtının Türkçeye kazandırılmasıyla edebiyat ve filolojik gelenek üzerine önemli bir kaynak eksikliği giderilmiş oluyor.

KAYNAK YOKLUĞUNDAN EDEBİYAT YÖNTEMİNE

1936’da Leo Spitzer’in çağrısıyla İstanbul’a gelen Auerbach 1947’de Amerika’ya göç eder ve İstanbul’da 1942- 45 yılları arasında kaleme aldığı Mimesis ona Yale Üniversitesi’nin kapılarını açar. Buna karşılık Fransa’da uzun süre Mimesis’ten söz edilmez, sınırlar dışında oluşturulan kuramlara mesafelidir Fransız üniversitesi. Ancak İsviçre’de Almanya’da ve ABD’de el üstünde tutulur yapıtı.

Türkiye’ye göç etmek durumunda kalan Alman hocaların derslerde kaynak sıkıntısı çektikleri, Auerbach’ın da bu zor koşullarda, metni tek başına, deyim yerindeyse en yalın, en çıplak haliyle ele aldığı bilinir. Metni kendi başına yorumlama, açınlama (explicitation) ve açıklama çabası özgün bir metodolojiyi beraberinde getirir.

Bir başka deyişle, bu yokluk durumu aslında araştırmalara bir yenilenme getirecektir: Belge ve öteki kaynakların eksikliğinde edebiyat metnini merkeze yerleştirmek ve metinden yola çıkarak yazar, üslup ve dönemi kapsayan bütünsel bir anlayışa ulaşmak başlı başına yöntemsel bir devrimdir. Edebiyat tarihinden ve yazar biyografileri geleneğinden ayrılmak anlamını taşır.

Belki de bu nedenle o dönemde Fransız üniversitesinin hoşuna gitmez. Oysa Auerbach’ın edebiyat metnine bakışı, bütünsel bir edebiyat algısına ve anlamlandırmasına açılan geniş soluklu bir yaklaşımı örneklendirmektedir. Bu açıdan edebiyat sosyolojisi, karşılaştırmalı edebiyat, yorumbilgisi (hermeneutik) türünden okuma yordamlarıyla akraba bir duruşu vardır.

EDEBİYAT METNİNE BAKIŞ

Kitabın daha ilk incelemesinden (Homeros ve Eski Ahit’ten birer metni karşılaştırdığı en önemli bölümlerdendir) Auerbach’ın ilkelerini fark ederiz. Okumamıza devam ettikçe yöntemsel yaklaşım kesinleşir.

İçine yerleştiği yazınsal ve kültürel iklimi göz önüne alarak metni değerlendirme; benzer öyküleştirme tarzı kullanan bir başka metinle karşılaştırma; olay örgüsünün (intrigue) temsil edilme biçimi ve nedenselliği üzerinde düşünme; metni ait olduğu kültürün ve edebiyatın kurucu metinleriyle ve geleneksel temsil biçim(ler)iyle ilişkilendirme; metnin üslup özelliklerini saptama; metnin anlattığı dünya görüşünü nasıl yansıttığını gösterme.

Birinci inceleme “Odysseus’un Yara İzi” 19. Şarkıda yer alan bir sahneyi ele alır ve buradaki dil özellikleri, Odysseus’un betimi (tasvir) ve sahnede yer alan öteki kişilerin konumlandırılışı vb. öğeden yola çıkarak Homeros destanının metinsel dünyasına uzanır; bu buluşmanın kurgulanışından yola çıkarak Homeros destanının anlatım özelliklerini/üslubunu ele alır (arka plan yokluğu, gerilim cılızlığı, vb.).

Daha sonra Eski Ahit’te yer alan İshak’ın Kurban Edilmesi metniyle karşılaştırır. Bu metni de inceler, ardından Kutsal Kitap ile Destan’ın anlatılanı nasıl dile getirdiğini, her iki anlatıda Tanrı ve Tanrı karşısındaki karakterlerin nasıl konumlandığını ele alır. Böylece her ikisi de efsane ve tarihin alanına giren iki anlatıda derinlemesine bir içerik çözümlemesi, üslup özellikleri ve anlatı kurgusunu da kapsayarak, “olan”ın nasıl sunulduğu/ gösterildiği ya da yapıt içinde nasıl temsil edildiği sorusuna cevap arayan bir ilkeli bir okuma hayata geçirilir.

Aynı yaklaşım Adem ile Havva’dan ya da Odysseus’tan başlayarak, ortaçağdan yirminci yüzyıla Batı edebiyatının kanonunu oluşturan temel yapıtlara uygulanır; Rabelais, (Pantagruel) , Montaigne (Denemeler), Cervantes (Don Kişot), Stendhal (Kızıl ile Kara), Flaubert (Madame Bovary), Goncourt Kardeşler (Germinie Lacerteux), Virginia Woolf (Deniz Feneri) incelenen yapıtlar arasında ilgiyle okunuyor.

GERÇEKLİK VE MIMESIS

Gerçekliğin edebiyat yapıtında temsili, tasviri, yeniden sunumu edebiyat incelemelerinin temel konusu olmuştur. Aristoteles ve Platon’dan bu yana sanat / edebiyat / gerçeklik ilişkisinde referans olan bu kavram Auerbach’ın yaklaşımında edebiyat yapıtının içkin (immanent) özelliklerinden, yazıldığı çağa ve kültüre uzanan bir perspektifte ele alınıyor.

Böylece Mimesis hem epistemolojik ve metodolojik bakımdan eleştiri ve edebiyat incelemesi alanına büyük bir katkı, hem de edebiyat estetiğini daha bütünsel bir çerçevede anlamak ve yorumlamak için eşsiz bir kaynak sunmaktadır.

Mimesis, Batı Edebiyatında Gerçekliğin Tasviri / Erich Auerbach / Çeviren: Herdem Belen - Hüseyin Ertürk / İthaki Yayınları / 640 s.