'Ebedi barışın ilk basamağı'

Özgür Mumcu'nun ilk romanı "Barış Makinesi", Birinci Dünya Savaşı'nın eşiğineki dünyada geçen bir macera romanı. Ancak bu maceranın içine toplumsal kırılmaların yansımalarından, dönemin siyasi panoramasına kadar pek çok şey giriyior.

Eray Ak

Barış Makinesi, Özgür Mumcu'nun ilk romanı. Pek çok kimse ise onu yazdığı bu romanından tanımıyor. İşin doğrusu -en azından şu an için- tanımayacak da çünkü Mumcu, şu an gazetemiz sayfalarında devam ettiği yazılarıyla ulaştı çok insana. Mumcu bu yazılarında, siyasetin boğucu atmosferine rağmen yakaladığı özgün üslubuyla farklı bir alan açtı. Bu yazılarındaki farklı duruşun temelinde ise aldığı eğitim ve meraklarının payı yadsınamaz diye düşünüyorum. Örnekse; tarihin kıyıda köşede kalmış ayrıntılarından günün ya da dönemin siyasi atmosferini yorumlamak adına önemli çıkarımlar yapıp bunu yazdıklarına taşıyabiliyor Mumcu. Ya da hukuku, farklı bir gözle okuyup okur önüne yine farklı bir duruşla çıkabiliyor.

Bu yazının konusu Özgür Mumcu'nun gazetede yazdığı yazılar değil ebette. Böyle bir girişin sebebi ise yazarın aynı duyarlılıklar üzerine romanını inşa ettiğini vurgulamak.

Barış Makinesi, Birinci Dünya Savaşı'nın eşiğindeki dünyada geçen -tek kelimeyle özetleyecek olursak- bir macera romanı. Ancak bu maceranın içine toplumsal kırılmaların yansımalarından, dönemin siyasi panoramasına kadar pek çok şey giriyior. Bu gözle bakıldığında ve romanın ilerleyen hikâyesini takip ettiğimizde Barış Makinesi için sadece "macera romanı" demenin sönük kalacağını da anlıyoruz çünkü Mumcu'nun, tıpkı yazılarında olduğu gibi burada da tarihin farklı kanallarından ilginç bir takım ayrıntılarla karşımıza çıktığını, bu ayrıntıları bir şekilde romanın akışına oturttuğunu ve bu yaptığıyla da farklı bir duruşu gerçekleştirdiğini görüyoruz. Bu, detaylandırmayı dert edinme durumu, zaman zaman metnin akışında aksamalara da neden olmuyor değil ancak Mumcu'nun hikâyesi bunları bir kenara bıraktıracak kadar güçlü.  Sonuçta ortada; İstanbul, Manisa, Paris ve Belgrad'ı kendine merkez tutmuş baş döndürmeye aday bir hikâye var...

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NIN EŞİĞİNDE
Romanın baş döndürmeye aday bir başka unsuru da gerçekliğe de, gerçeküstüne de aynı derecede yakın durması. Aslına bakılırsa romanın gerçeküstü ya da fantastik diye niteleyebileceğimiz tek unsuru hemen tüm kahramanların çalıştırmak, icat etmek ya da bir şekilde ona uygun şartları hazırlamak için didindiği "barış makinesi". Ancak roman genelinde düşündüğümüzde, romanın sahnelerini göz önüne getirdiğimizde hiç düşünmeden gerçeküstü diyebileceğimiz ancak buna rağmen bal gibi gerçek olabileceğini de düşünebileceğimiz bölümler yer alıyor.

Gabriel Garcia Marquez'in kült romanı Yüz Yıllık Yalnızlık'ta, çamaşır sererken çıkan bir rüzgâr sonucu uçup kaybolan Remedios ne kadar gerçeküstüne yakın ve bir o kadar gerçekse Özgür Mumcu'nun Barış Makinesi'nin sayfaları arasında dolaştırdığı kahramanları ve yaşadıkları da o kadar gerçeküstüne yakın ve bir o kadar gerçekler.

Bu bağlamda gerçekten kopuk bir roman değil Barış Makinesi. Aksine; yaşamsal, siyasi ve toplumsal gereçeklere sıkı sıkıya bağlı. Her ne kadar "barış makinesi" gibi ütopik bir tasavvurdan doğsa da, aslında bu icat da yakıcı bir gerçekliğin ihtiyacıyla hayal edilmeye başlıyor. Bu yakıcı gerçeklik ise Birinci Dünya Savaşı'nın eşiğindeki toprakların sancılarından doğuyor.

"NASIL ÇALIŞACAK BU MAKİNE?"
"Avrupa'daki kraliyetler yıkılmayı bekliyor," diyor kahramanlarından biri Özgür Mumcu'nun. "Yıkılmadıkları için acı çekiyorlar," diye devam ediyor. "Birinden başlarsak hepsi onu takip edecek. Biz onları yıkılmasını kolaylaştırmazsak ancak büyük bir cihan harbiyle yok olacaklar. Oysa ardı ardına her yerde ahali yönetimi devralırsa... Londra'dan İstanbul'a her yerde... İnan bana, çok az vakitte bütün memleketlerin halkları bir araya gelip her şeye beraber karar verecek. Bunu ebedi barışın ilk basamağı gibi gör."

Peki, nasıl çalışacak bu barış makinesi?

"Herkesin ruhu ve her ruhun bir titreşimi var. Habislik ya da iyilik, merhamet ya da zulüm. Hepsinin ruhtaki titreşimleri farklı. O titreşimleri ölçüp biçebilirsek, ruhta habisliğin ve zulmün yaydığı titreşimleri zapt edecek bir barış makinesi yapabiliriz."

Özgür Mumcu'nun gerçeküstü bir nesneye böylesi gerçekçi bir zemin hazırlaması dikkat çekici bir durum. Bu anlamda hayalgücü canavarının tam gaz çalışmasının ve zekânın izlerini görüyoruz romanda. İroni ise romanın sırtını yasladığı en önemli dayanak noktalarından biri olarak dikkat çekiyor. Başkahraman Celal üzerinden yürüyor bu ironi çoklukla.

GERÇEĞİ ALGILAYIŞ BİÇİMİ

İsmini anmışken Celal'den de bahsetmekte yarar var.
Kahramanımız Celal'in makus talihi, yine bir o kadar gerçek ve aynı kertede fantastik bir olayla değişmiş. Kendini, hırsızlık yaparak karın doyurmaya çalışırken İstanbul'un en zenginlerinden Arif Bey'in evlatlığı olarak bulmuş. "İstanbul'da herkes onu Arifzade Celal olarak tanıyor." Fakat bir zenginin evlatlığı olmasının yanında başka özellikleri de var Celal'in. Tek yumrukta boğa devirecek denli güçlü. Haremde geçen erotik romanlar yazıyor. Dahası, kendini bulduğu "barış makinesi" macerası içinde cuntacılık yapıyor. O bitiyor, bir sirkte gösteri yapmaya başlıyor. Hikmet Hükümenoğlu'nun yazısında söylediği gibi roman bu bağlamlarıyla "bir yandan tarihi polisiyelere, bir yandan da 1900'lerde geçen casusluk öykülerine göz kırpıyor."

Tüm bunlar olurken ise Celal'in kendi gerçekliği ile içine girdiği dünyaların gerçekliği birbirine giriyor. Bu noktada dikkat çekilmesi gerektiğini düşündüğüm bir başka nokta ise April Yayınevi'nin çizgisinde bir roman olması Barış Makinesi'nin. Yayınevi, özellikle son dönemde bastığı romanlarla farklı bir çizginin sesi haline gelmiş gibi. Murat Uyurkulak, Sezgin Kaymaz, Murat Menteş, Alper Canıgüz, Melida Tüzünoğlu...

Saydığım tüm isimlerin yazdıklarında hemen yukarıda bahsettiğim gerçeği algılayış biçimi ve bunu dile getiriş noktasına bir ortaklık var. Şimdi bu isimlerin arasına Özgür Mumcu da Barış Makinesi ile katıldı.

Barış Makinesi'nin editörlerinden biri de olan Uyurkulak, romanı Merhume üzerine bu sayfalarda okuduğunuz Seval Şahin'le beraber yaptığımız söyleşide kendi yazdığı üzerinden bu algıyı şöyle açıklamıştı: "Şenliğin ortasında feryat, karnavalda gözyaşı, cenazede kahkaha..."
Bir adım daha ileri gidip bu karşıtlıkların arasına "fantastik içindeki gerçek" algısını da eklemek mümkün bu bağlamda.

Barış Makinesi / Özgür Mumcu / APRIL Yayınevi / 192 s.

erayak@cumhuriyet.com.tr