E. M. Cioran’dan “Gözyaşları ve Azizler”
İlk kez 1937’de yayımlanan ve ardından Emil Michel Cioran tarafından belli bölümleri çıkartılarak tekrar basılan “Gözyaşları ve Azizler”, yazarın inanç, müzik ve Tanrı üstüne derin düşüncelerini içeriyor. Fragmanlar, bir yandan da Cioran’ın düşünsel dönüşümünü de gözler önüne seriyor.
Ali Bulunmaz / Cumhuriyet Kitap EkiYeniden doğan Cioran
Dünyada iz bırakan fikir insanlarının, bu noktaya büyük acılardan geçerek geldiğine dair bir kabul var. Elbette bunun doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılır. Ancak var olan kötülüğe kafa yoran pek çok fikir insanının, acı çektiği ve oradan hareketle zemini sağlam düşünceler ürettiği âşikâr. Kısacası bu bir döngü; acıdan düşünce üretmek, fikir üretirken acı çekmek…
Emil Michel Cioran’ın “kanlı şaka” dediği ve kötülüğün yinelenmesine dayanan yaşamda insan, hem çarmıha gerilir hem de karşısındakini çarmıha germek için can atar. Cioran’ın bu bakış açısı, ilk anda çok karamsar görülebilir, belki de öyle. Peki, Cioran buraya nasıl varmış olabilir? Onun bunalımlı ve melankolik hali, aynı zamanda insanın başına gelenleri yerli yerine oturtma anlamında bir çıkış noktası yakalamasını sağlar. Yani Cioran’ı gamlı bir bilge yapanın, yaşadığı acılar olduğu ortaya çıkar.
Cioran, insanın karanlık ve gerçek tarafına eğilmeyi tercih ediyor. Acıya yukarıdan bakanları bir köşeye koyup onların yaptığının tersine seviyeyi eşitleyerek duruma eğiliyor. Onun yüzündeki tuhaf gülümseme de bundan kaynaklanıyor; acıyı anlamak, kuşkulu bir tebessümü de doğuruyor.
Hayatı anlaşılmaz kılan herkese ve her şeye (din, ideoloji, siyaset vb.) karşı tavır alan Cioran, eşyanın krallığını da reddediyor. Kayıtsızlığın sularında özgürce yüzen Cioran’ın narsist bir tavır takındığı düşünülebilir ama aslında kendi gerçekliğini kurmaya çabalıyor. Önemsediği “şimdi”, onun bitiremediği cümlelerinin; anlatımını noktalayıp rahata eremeyişinin başta gelen nedeni. Bu durum, Cioran’ı dikkatle okuyanlarda ister istemez gerilim yaratır çünkü yazdığı her satırda kara mizahla dolu bir öfke patlamasıyla yüzleşiriz ve bu, Cioran’ın çıkış noktasını oluşturur. Ona göre gerçek filozof ve sanatçıları da benzer bir öfke besler.
Cioran’ın kullandığı öfkeli, acı dolu ve mizahi dil, aslında insanları uyandırmayı, farkındalık yaratmayı ve unutulanları hatırlatmayı amaçlıyor. Ömrünün sonunda Alzheimer’la boğuşması, bu anlamda Cioran’ın yaşamındaki en büyük çelişkiyi ya da şanssızlığı oluşturuyor. Onun karanlık ve bir o kadar da kendine özgü mizahi dili, hayatın olumsuz tarafını yansıtırken bir yandan da oraya savurduğu küfürleri içeriyordu. Bu da onu kendi deyişiyle özgür yaptı. Ailesini, Romanya’yı ve var oluşu anlatırken hep kendisi olarak ve bildiği gibi yazan Cioran, lafını hiç esirgemedi, özgürlüğünden de ödün vermedi.
HATIRLAMA, UNUTMAYLA BAŞLAR
Cioran’a dair ettiğim bunca sözün nereye bağlanacağını merak edenler olabilir. Durum şu: Cioran’ın yine kendisi gibi kaleme aldığı; din, müzik ve inanca ilişkin yolculuğunu yansıtan Gözyaşları ve Azizler, Türkçede ilk kez yayımlandı.
Üniversitede felsefe okurken hocalarımdan biri sık sık “En güzel felsefe şiirle yapılır” derdi. O günlerin koşturmacası içinde ve henüz Cioran’la tanışmamış olmanın rehavetiyle o sözün ne anlama gelebileceği hakkında pek bir fikrim yoktu. Zaten felsefe okul bittikten sonra, yani gerçek yaşama karışınca anlaşılmıyor mu?
Hayat denilen o büyük karmaşa, çoğunlukla delilikle örülü ve Cioran bunun farkında olduğundan azizliğe erişmeye niyetlenenlere ve azizlik takıntısıyla kıvrananlara ilk dakikada bir uyarıda bulunuyor: “Nasıl aziz olunabileceği, bir insan olduktan sonra anlaşılır.”
Metafizik ve duyguyla yoğrulmuş hayatında, dinin romantik tarafı Cioran için çok eskilerden kalma bir merak. Belki de bu yüzden azizlere ve onların gözyaşlarına kafa yoruyor. Bilgelik sevgisi felsefeyle azizlerin “bilgeliğini” eşeleyen yazar, kitaplar ve müzikle bu ikisinin önemli bir bağlantısı olduğunu düşünüyor. “Zevklerin mezarı, bizi gömen mutluluk” dediği müziğin teselli eden gücünü de unutmuyor.
Gözyaşları ve Azizler’i oluşturan fragmanları okurken kısa yazılanın insanı ne kadar zorlayabildiğini bir kez daha kavrıyorsunuz. Cioran’ın fragmanları, görüşlerini dağınık biçimde açıklayan ve şiir meraklısı bir adamı önümüze koyuyor. Baktığınızda kafası karışık gibi görünse de Cioran, bu yolla kendini buluyor. Kaldı ki o, net olmak zorunda değilken benliğini bize açıyor. Bir bakıma “paylaşmama durumu” dediği derin düşüncelerini tek tek sıralıyor.
Fragmanlar, Cioran’ın inanç ve ahlakla ilgili düşündüklerini de yansıtıyor. Yazar, kimi anlarda bir bilge kimi anlarda da dünyaya yabancı bir kişi olarak beliriyor. Tanrı’nın, insanın bütün aşağılık komplekslerini kullanışından, bir kışkırtma olarak ortaya çıkışından veya insanın trajik yükselişinden bahsediyor.
Kendi geleceğini ya da sonunu görmüş gibi şunu da not ediyor: “Gerçek anlamda bir hatırlamayı, her şeyi unutarak başarabiliriz ancak. Zayıf bir bellek, zaman öncesi bir dünyayı bize ifşa eder. Adım adım belleğimizi boşaltarak kendimizi zamandan koparırız.”
Cioran, yazdığı her cümlede, girmekten özenle sakındığı sistem(ler)in önüne set çekmeye uğraşıyor; şaşırtıcı ve insanı mutlu kılan, yasaklardan kurtaran felsefelere doğru yürüyor. Başlangıçta olumlu yaklaştığı azizleri de felsefe yardımıyla eleştiriyor: “Azizler zayıflığını kesinlikle doğaüstü bir bilimle yutturmayı becerdi (…) Her şeye rağmen bizim onlara karşı itiraf edemediğimiz bir duyarlık ve insancıllık göstermemizin nedeni ne? Onlara inanmak pek mümkün gözükmüyor artık. Hayallerine hayranız onların, hepsi bu kadar.” Azizlerin, acıya düşkünlüğünün ve bundan haz alışının da sapkınlık olduğunu belirtiyor Cioran.
İNSANLIK TARİHİ: İLAHİ BİR DRAM
Cioran’ın metafizikle bu kadar meşgul olmasını, Tanrı’nın, insanı kullanıp kandırdığına dair inancına borçluyuz. Tanrı’yı düşünmek için haklı nedenler sıralaması da bundan: Cioran, “tüketmek” ve “sıradanlaştırmak” amacıyla Tanrı’yı düşünmemiz gerektiğini söylüyor. Dahası da var: “Ölümlülerin Tanrı’dan bahsetmesinin nedeni, deliliklerini gizlemek istemeleri. Onunla ne kadar uzun süre ilgilenirseniz sapkınlıklarınıza o kadar çok mazeret bulursunuz. Tanrı? Resmen kabul edilmiş bir demans hali.”
Cioran’ın sıraladığı düşünceler, düz bir hatta ilerlemiyor ve bu da işi güçleştiriyor fakat çizdiği zik zaklar, onun kuvvet aldığı şey. Zaten “Tüm alacakaranlıklar ayakta tutar beni” deyişi durumu özetliyor.
İnsanlık tarihini “ilahi bir dram” olarak niteleyen Cioran’ın, gözyaşını anlatmasını ve onun bitimiyle Tanrı’nın sonlandığını söylemesi boşuna değil. Teselli edici zamanın hakkından gelen bilinç, “Tanrı’nın, insanın üstüne yan gelip yatan bir kadavra” olduğunu açığa çıkarır. Cioran için bilincin zirvesi ise başarısızlık. İnsan, o bilinçle bütün yaratılışı yok eder. Böyle bir bilinç ise Eckhart’ta olduğu gibi “huzurlu bir münzevilik durumunu” kucaklar.
Cioran, simetrilere savaş açıyor diyebiliriz; simetriyi yaratansa yaşama katılamama. Geometrizm, bir delilik hali ve depresyonun baş nedeni ona göre; “biçimlere düşkünlük, gizli bir ölüm eğilimini açığa vuruyor.” Buna benzer her fragmanın, Cioran’ın hayata attığı bir çentik ve geride bıraktığı bir iz olduğunu görüyoruz. Son nefesini verirken her ne kadar farkında olmasa da “yaşam tutkusu nöbetleri içinde öleceğini” anlıyor.
Cioran’ın yaşama tutkusu dediği şey, insana kendi noksanlıklarını, çürümüşlüğünü ve çökmüşlüğünü verip hiçliğini kurtaran Tanrı’dan vazgeçmeyi şart koşuyor. 1986’da yeniden yazdığı (daha doğrusu kısalttığı) Gözyaşları ve Azizler’in 1937’deki ilk halinden Tanrı kelimelerinin çoğunu belki de bu nedenle çıkartıyor. Biz de böylece 1937’de ve 1986’da iki farklı Cioran’la karşılaşıyoruz: 1937’deki Gözyaşları ve Azizler baskısı, Tanrı’ya yakın Cioran’la bizi buluştururken 1986’daki, daha bilge ve kendini bulmuş bir Cioran’ı getirip önümüze koyuyor.
Cioran, gerek 1937’deki ilk baskıda gerek budadığı 1986’daki Gözyaşları ve Azizler’de, ne kadar can sıkıcı da olsa bize önemli gerçekleri anlatıyor. Yazar, öbür kitaplarında olduğu gibi Gözyaşları ve Azizler’de de tekrar doğuyor. Hatta okurun da bir kez daha doğmasına yardım ediyor.
alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr
Gözyaşları ve Azizler/ E. M. Cioran/ Çeviren: İsmail Yerguz, Behlül Dündar, Ferhat Özkan/ Jaguar Kitap/ 112 s.