Duygularıma özgürlük tanıdım
Cezaevinde alınan ölüm haberleri, annenin elini öpememek...
Fırat Kozok/CumhuriyetBir de ölüm haberi almak var cezaevinde! Kimler gitmedi ki? Cumhuriyet’te yıllarını paylaştığı İlhan Selçuk, Deniz Som, Mehmet Sucu, Abdülkadir Yücelman... Daha? Son söyleşisini Balbay ile yapan Halit Çelenk, Server Tanilli, Neşet Ertaş... Liste uzayıp gidiyor düşünsenize. “Bu günleri nasıl yaşadınız” diye sorunca hüzünleniyor Balbay:
“Cezaevinde insana en çok koyan şey bayram günleri ve özel günlerdir dedim ya... Bir de ölüm haberleri. Bir şey yapamama, acıyı paylaşamama duygusu. Hele hele onlarla çok şeyler yaşadıysanız! Paylaşma sözcüğünün ne demek olduğunu çok iyi anlıyorsunuz içeride. Cezaevi zaman zaman bir araf da olabiliyor ölümle yaşam arasında. Ben cezaevinde hiçbir duygumdan çekinmedim. Ağlayacaksam ağladım, haykıracaksam haykırdım! Duygularıma özgürlük tanıdım.” Annem elimi öptü Silivri duruşmalarını bilenler bilir ama bilmeyenler için anımsatmakta yarar var. Duruşmayı izleyenler, yakınlarına en fazla 10 metre yaklaşabilirler. Bunu “Çok susadığınız bir anda bir kişinin sizin 10 metre uzağınızda suyu yere dökmesi kadar acı bir durum” diye niteleyen Balbay, duruşma günlerinden birinde annesiyle yaşadığı bir anıyı şöyle anlatıyor: “Bazen duruşma arasında, bakanlıktan izin alan kişiler geldiğinde cezaevi minibüsü ile duruşma salonundan hemen bitişiğindeki cezaevine gidiyorduk. Bu tür günlerde tam cezaevinin dış virajında minibüs yavaşlıyor ve yakınlarımız oradaysa sadece ellerini tutabiliyorduk. Aslında bu da yasaktı, ancak geniş alanda kamera olmadığı için elimizi başımızı uzatabiliyorduk. Böyle bir günde Annem ve kardeşlerim Silivri’ye gelmişlerdi. Minibüs yavaşlar yavaşlamaz elimi uzatınca görevli ‘Başınızı uzatırsanız biz zor durumda kalırız’ dedi. Ben eğilip annemin elini öpmek isterken eğilemeyince annem benim elimi öpmüştü. Bu anı hiç unutamıyorum.”
Çiçekle sarhoşluk
Öyle ya da böyle tam 4 yıl 278 gün geçti cezaevinde. Peki bu kadar süre tecritte kalan bir insan çıkınca neler yaşadı, kendisinde ve Türkiye’de ne gibi değişiklikler izledi? Balbay’dan dinleyelim:
“Bir defa ben, cezaevinde bir yanım Türkiye ile yaşadım. Olabildiğince değişime tanıklık etmeye çalıştım. Tabii o değişim sizi de kavuruyor, içine alıyor. Hiçbir şey yapamazken aynı anda yeni şeyler üretme dürtüsü. O zaman ‘Ben burada bir şey yapabilir miyim?’ diyorsunuz. Dışarı çıktığımda Ankara’nın çirkinleştiğini gördüm. Betonlar, binalar... Pek çok binayı cezaevi yapısından farksız gördüm. O yabancılaşmayı hissettim. Ankara bağlamında bir hayal kırıklığı oldu tam anlamıyla... Çıktıktan sonra ilk çiçeği kokladığımda sarhoş oldum, resmen başım döndü. S Bedenen tanış olmadığım bir duygu... Arada bir çiçek geliyordu ama eve gelen çiçeklerle karşılaşınca bir ilki yaşadım.”
Peki 5 yıl sonra ilk kez bir halıya çorapla basmak nasıl bir duygu olabilir? Gülümseyerek devam ediyor Balbay:
“Alışmak zor oldu. İlk gün ayakkabıyla daldım içeri, sonra dönüp çıkardım. Bir an ayaklarım çıplakmış gibi hissettim. Düşünün, ilk kez 5 yıldır ayakkabısız halıya basıyorsunuz. Cezaevindeyken özellikle kış koşullarında en azından kaldığımız yerlerin altındaki belirli yerlere halı koymak istemiştik ancak kabul edilmemişti. Daha sonra battaniyeyi halı olarak kullandık ama bunu da yapmamamız için uyardılar."
Hadi oyuncak almaya gidelim
Balbay’ın tahliye edildiği gün eve girişi sırasındaki fotoğraf karesi, hafızalarda yer etmiştir; oğlu Deniz ile kucaklaşma anı... O an Balbay’ın elinde kocaman bir de çikolata vardı oğlu için. O çikolata Balbay’ın oğluna elden teslim ettiği ilk armağandı. Öyküsünü merak edenler için anlatıyor:
“O gün o çikolatayı nasıl aldığımı şimdi anlatmayayım. Cezaevindeyken oğluma hediyeleri hep dolaylı yollardan alırdım. Karım aracılığıyla onun neleri sevdiğini öğrenmeye çalışıyordum. Deniz okuldayken, eşim Gülşah bir hediye alıp getiriyor ve ona ‘Baban gönderdi’ diye veriyordu. Tahliyenin ikinci gününde bana ‘Baba hadi oyuncak almaya gidelim’ dedi. Kalkıp bir oyuncakçıya gittik, gece 21.30 falandı. Onun çok sevdiği bir oyuncağı beraber aldık.”
Peki bundan sonra ne yapacak çocuklarıyla ve daha da önemlisi, yaşadığı süreci nasıl anlatacak onlara? Kendisinden dinleyelim:
“Çocuklarla açık görüşlerde bir saat görüşüyorduk. Çıktıktan sonra Deniz baktı 3-4 saattir evdeyim; soran gözlerle baktı ve ‘Daha kalacaksın değil mi baba?’ dedi. Yağmur da dersini yaparken bile bizim yanımızda oturuyor. Onlarla birlikte sinemaya gideceğiz, birkaç film önerisi geldi. Birisi de Çağan Irmak’ın ‘Tamam mıyız’ filmi. Ben de ‘Hangisini Çağan Irmak yönetiyorsa ona gidelim’ dedim. En son Gani Müjde’nin Osmanlı Cumhuriyeti filmine gitmiştik. Çocuklara süreci nasıl anlatacağıma gelince... Yağmur’a başlangıçta hep onun izlediği çizgi filmler aracılığıyla anlatıyordum. İşte ‘İyi insanlar önce kaleye kapatılıyor, sonra kurtuluyorlar’, biraz daha büyüyünce Voltaire ile anlatmaya başladım. ‘O da ülkesini çok seviyordu, 4 kez tutuklandı, Paris’ten sürüldü’ diyerek aktarıyordum. Bundan sonra da tüm çıplaklığıyla anlatacağım yaşadığımız dönemi. Ama her seferinde ‘bir daha olmaması için’ diye vurgulayacağım.”
Maraton koşarken geriye bakılmaz, aslolan hızdır
Balbay üniversiteyi İzmir’de okudu. Birlikte mesai paylaşırken sık sık anlatırdı İzmir’i, haber arasında bir koşu tatlıcıya gidip dönmelerini, İzmir ruhunu. Tahliyeden sonraki ilk hafta sonu önce anne ve babasına, ardından İzmir’e koştu. Soruyoruz, “Üzerinize gelen yalnızlığın ardından, bu kez üzerinize gelen insanlar ne hissettirdi İzmir’de?” Soruya elindeki çizikleri göstererek yanıt veriyor Balbay:
“İzmir’de sadece ‘Balbay siz değerli İzmirlileri selamlıyor’ diye anons yapıldı. Bunun üzerine balkonlara çıkanlar, ağlayanlar, beni kucaklayanlar; tarifsiz bir duygu. Bakın bu elimdeki çizikler o gün oluştu. Mesela bir kadın terliğiyle, ev haliyle çıktı sarıldı, bir gelin damat arabalarından inip sarıldı. Hepsine binlerce kez teşekkür ediyorum.”
İzmir’e değinmişken... Milletvekili seçildikten sonra kendisinin ağzından sık sık duyduğumuz bir cümledir; “Siyaseti sevdim”. Bu çerçevede “Yeni CHP”ye ilişkin söyleyecekleri de vardı elbette. “Ben, kuruluş yıllarında olduğu gibi ‘yeniden CHP’ diyorum” diyerek sürdürüyor konuşmasını: “Ben Sayın Kılıçdaroğlu ile de 17 Aralık’ta görüştüm, kendisine çok açık bir şekilde ‘Benden ne istersiniz?’ diye sordum. O da ‘Çalışmanızı isterim’ dedi. Şu anda başlıca hedefim, daha çok çalışmak... Bunun devamında samimiyetle söylüyorum; hiçbir noktasal hedefim yok. Ben maraton koşan biriyim. Maraton koşarken geriye bakılmaz. İkide bir kaç kilometre kaldığı da sorgulanmaz. Yalnızca dakikada kaç metre koşulduğuna bakılır. Aslolan mesafenin uzaklığı değil, sizin hızınızdır. Ben iyi bir siyaset koşucusu olacağım. Kalemimi de hem siyasal mücadelenin bir parçası hem de edebiyat akımlarının bir hizmetçisi olarak kullanacağım. Hapishane beni aynı zamanda oyun yazarı yaptı. İlk oyunum Yargıtatör illerde dolaşıyor. Kafamda
ikinci bir oyun var, 2014’te onu da yazacağım.” Demek ki haber değilmiş Balbay’ı tanıyanlar ya da dinleyenler bilir. Daha önce de birçok kez milletvekilliği teklifi almıştır. “Ben habercilik yaptım” derken merhum Ecevit’le anısını anlatıyor:
“1995’te Sayın Ecevit haber gönderdi, ‘Bir çay içelim’ dedi. Seçimlere az kalmıştı ve yine tartışmalı bir dönemdi. ‘Ya bana bir konuda demeç verecek ya da bir kararını açıklayacak’ diyerek gittim. Oturduk, ‘Yaş otuz beş, Sayın Balbay’ dedi. ‘Ankara temsilcisisiniz. Yeter artık biz sizi bu tarafta görmek istiyoruz’ dediğinde, ilk aklımdan geçen ‘Demek ki haber değilmiş’ oldu. Üzüldüğüm konu bu...
Örneğin ben bir askerden ya da diplomattan bilgi aldım; ‘iyi bir yazı konusu olur’ der, bir bölümünü çıkarırdım. ‘Diplomasi muhabirine veririm’ der, bir parça ayırırdım. Emin Çölaşan’la yaptığımız televizyon programında kullanmak için bir bölüm alırdım. Üstüne, konunun geçmişiyle ilgili bir kısım varsa onu da kitaba ayırırdım. Yani bir malzemeden dört-beş post çıkarırdım.”
Yarın: Davayı sorgulamayanların hiç mi suçu yok?