Dünyayı ayağa kaldıran haber: Johnson mektubu

Cüneyt Arcayürek, 1966’da ABD Başkanı Johnson’un Türkiye’yi tehdit eden mektubunu ortaya çıkaran gazeteciydi. Haldun Simavi, haber sonrası Arcayürek’i yanına çağırdı. ‘Niye yazdın?’ diye sordu, Arcayürek, ‘Herkes peşindeydi, ben yazdım’ dedi.

cumhuriyet.com.tr

- Ulus’tan sonraki durak Hürriyet galiba?

Erol Simavi benim arkadaşım. Süreyya Pavyonu’na onun sayesinde girdim. Yemek yemenin usulünü bile ondan öğrendim. İstanbul’a Erol’a gittim. Ankara büroda bir muhabirlik istedim. Cüneyt ‘yapamam’ dedi. ‘Niye’ dedim ‘Adnan Bey’ dedi ve arkasından ‘Borcun var mı?’ diye sordu. O kadar parayı getirdi verdi bana. O sırada bana bir öneride bulundu ‘Kıbrıs saatini yazar mısın’ diye. Her gün 15 dakikalık bir metin yazıyordum, radyodan okunuyordu. Bir süre sonra Almanya’ya gittim.1960’ta darbe olmuş, Necati Zincirkıran İstanbul’a genel yayın yönetmeni olunca beni Ankara Temsilciliği’ne öneriyor. Erol, hemen ‘Evet’ diyor. Ama Haldun Bey, ‘Bir konuşayım’ diyor... Haldun Simavi gibi Türkiye’ye gazete patronu gelmedi. Gittik. Bir baktı “yavrum” dedi ‘Ne diyorsun sen bu 1960 işlerine?’ Ben de ‘Valla beyefendi kusura bakmayın oyla gelen bir partiyi nasıl devirirler, ne hakları var?’ dedim. ‘Hadi git oğlum işe başla’ dedi. O gün anladım ki Haldun Bey, 60 darbesinin yanında değil. Ve haberlerle bu tutumunu göstermiştir. Yani idamlar olduğunda bütün gazeteler, başta Bedii Faik’in Dünya’sı, Adnan Bey’in darağacında fotoğrafını koydu. Hürriyet’te çıkmadı. Haldun Bey ‘Koyamazsınız’ dedi. Ne sehpaya gidişi ne başka bir şey. Öbürleri tersini yaptılar Cumhuriyet dahil. Ancak 1960 ihtilaline ‘herkes darbe diyor ben ihtilal diyorum’. Çünkü, belki Türkiye’de siyasi iradeye askerin müdahalesi olarak kabul edilir, bence de öyle ama sonra yaptıkları 61 Anayasası Türkiye’nin gördüğü en geniş özgürlükleri sağlayan, sosyal hayata çağdaş bir yön veren bir anayasadır. Sağ partiler bunu hazmedememişlerdir. Başta Demirel...

- Şu ünlü Johnson mektubunu yayımlamanız olay oldu değil mi?

O dönem sol yazarların hemen hepsi Demirel’e karşı vaziyet aldı. Amerika’ya gitmiş ‘Bu Amerikancı’dır’ damgası vurulmuştu. O zaman da Amerika’ya karşı haklı bir tepki var. İşte Johnson mektubu. O mektup asker gibi Türkiye’yi tehdit etmiştir. ‘Kıbrıs’a müdahale edersen canına okurum’ gibisinden bir mektup. Onun tam metnini yayımlayınca dünya ayağa kalktı. Büyük bir gurur tabii. Beni Haldun Bey çağırdı. Haldun Bey’in titizlendiği bir şey var. Sadece gazetecilik yapmak istiyor. Ne yanlı ne de Amerikan karşıtı bir gazetecilik.’ Neden yaptın bunu?’ dedi. Dedim ‘Herkes bu mektubun peşine düşmüş ben de aldım yazdım’. ‘Hadi git oğlum hadi git’ dedi. Rahatlıyor böyle yapınca. Acaba Amerikan karşıtlığı nedeniyle mi yazdım diye endişelenmiş. Çünkü o dönem Çetin Altan da, İlhan Selçuk da öyle yazıyor. Mektup biliniyordu o dönemde ama tam metnini biz bastık. Ve hâlâ anılıyor. Türkiye’nin dış politikasına yön vermiş bir şey. Kıbrıs harekatına da ilk giden gazeteci olmak bize nasip olmuştu. Çektiğim bütün resimler tam sayfa çıktı.

- Hürriyet’te siz çalıştığınız dönemde mi Simavi kardeşler ayrıldı?

Tabii canım. Beyrut’taydım. Sefaretten ‘Necati Zincirkıran seni arıyor’ dediler. Telefonda ‘Ne var Necati’ dedim. ‘Hemen gel, Erol’la Haldun ayrıldı’ dedi. Şok oldum. ‘Biz kime kaldık’ dedim. Gülerek ‘ Erol’a’ dedi. Erol’u çok severim, arkadaşım ama Haldun Bey’in gitmesine çok üzüldüm. Haldun Bey Babıali’de gördüğüm en önemli patrondu. Gazeteye gittim doğru. Ayrılma gerekçesini öğrendim. Haldun Bey’de para var. Hürriyet 1 numaralı gazete, satıyor. ‘Malları bölüşelim, Hürriyet’i sana bırakıyorum’ demiş çekmiş. Sonra Haldun Bey güya Erol Bey’e ‘Ben gazete çıkarmayacağım’ demiş ama iki üç ay sonra Günaydın’ı çıkardı. Günaydın’ı çıkarttığında biz 1 milyon küsur satıyoruz. Günaydın öyle bir gazete oldu ki Hürriyet’ten 300 bin götürdü yahu.

‘Şapka taktığı için gâvur diye bağırdılar’

- Ankaralı değilsiniz. Babanız Ulusal Kurtuluş mücadelesine katılmak için Ankara’ya gelmiş sanırım?

İstanbul’dan babam daha ulusal savaş başlamak üzereyken, annemi yanına alarak kucağında ağabeyim Nezih’le beraber gelmişler Kastamonu üzerinden. Ve babam ulusal mücadeleye hemen katılıyor tabii. Babam Almanya’da tahsil gördüğü için Almanca biliyor. Yabancıların tercümanlığını yapıyor. Babam daha o dönemde, şapka giyiyor. Şapka giydiği için gâvur diye bağırıyorlar arkasından. Ama Atatürk şapka devrimini yapınca “Bir şapka verir misin?” diyen bizim eve koşuyor. Annem tabii ki o Kurtuluş Savaşı’nın içinde bulunmuş. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ne getirmek istediğini idrak etmiş bir kadın. Annem, Atatürk’e İsmet Paşa’ya toz kondurmazdı.

Simavi’lerin iktidara bir yakınlığı olmadı

- Muhabirlerin yazısını önce editörler, siyasetin ona dikte ettiği şekilde edit ettikten sonra genel yayın yönetmene gönderiyordu herhalde...

Ulus parti gazetesi ama bize tepeden ‘şunu yapın’ diyen yok. O gün böyle bir şey yoktu. Haber haberdi. Zaten parti gazetesi olunca ne türlü haberler yapabileceğinizi biliyorsunuz. Gazetenin bütün manşetleri partiden geliyor zaten. Parti gazetesi dışındaki basına gelince; Hürriyet, gazetecilikten başka işi olmayan Sedat Simavi’nin mesela. Cumhuriyet babadan Nadir Nadi’ye geçen gazetecilikten başka işleri olmayan iktidarla yakın uzak hiçbir ilgisi olmayan bir ailenin. Hürriyet Sedat Bey’den sonra Haldun ve Erol Bey’e kalır. Simavi’lerin hiçbir iktidarla yakınlığı olmamıştır. Haldun Bey bir rotatif makinesinin sökülüşünü ve monte edilişini bilir. Arıza olduğunda, sorunun nerede olduğunu ustası kadar bilirdi. Şimdi bugünkü patronların hangisi gazeteci patron? 2002’den itibaren yavaş yavaş korku imparatorluğu kurulduktan sonra artık iktidarın havasına göre editörler haberin havasını yumuşatıyorlar.

‘Partiye katılın’ dediler ‘Biz gazeteciyiz’ dedik

Siyasetin göbeğinde 60 yıl