Dünyanın tüm kültürleri
Power rock, funk ve caz; Maalouf’un müziğinde dünyanın bütün kültürleri cirit atıyor, ne de olsa internet çocuğu. Çift kültürlü olmanın kendisine verdiği hoşgörü salonun dört köşesine yayılıyor.
Murat BeşerGitarcı François Delporte ile klavyeci Frank Woeste, “Illusion” albümündeki Pink Floyd’vari girişle açıyor konseri. Karanlıkta diğerleri süzülüyor ve “Conspiracy Generation” ile trompet trio’sunun arasına gizlenen İbrahim Maalouf fırlıyor orta yere. Köklerini bugünle yoğurarak üflüyor, dört supaplı trompetin mucidi Nassim Maalouf’un oğlu, yazar Amin Maalouf’un yeğeni.
Power rock, funk ve caz; Maalouf’un müziğinde dünyanın bütün kültürleri cirit atıyor, ne de olsa internet çocuğu. 80 yılında Lübnan’da doğmuş, Fransa’da büyümüş; gelenekle modern, eskiyle yeni, geçmişle gelecek, Doğu’yla Batı, dinler, kimlikler ve kültürler arasında. Büyüleyici tekrarlara dayanan parçanın sonunda seyirci ile ıslık düeti yapıyor.
Çift kültürlü olmanın kendisine verdiği hoşgörü salonun dört köşesine yayılıyor. Seyirci ile diyaloğu üst düzeyde. O yüzden müziğinin İstanbul’a çok denk düştüğü söylenebilir. Burada çok seviliyor ki yakın zamanda gelmiş ve çok ilgi görmüştü. “Genelde küçük kulüplerde çalıyoruz, burası harika bir yer” diyerek mekâna atıfta bulunuyor, “InPress” başlarken.
Klasik Arap müziği ölçülerini kullanıyor, çeyrek seslere parmak uçlarıyla dokunuyor. Bu yaklaşım, oryantal sesler ile modal caz arasında bir gezintiye çıkarıyor bizi. Hüznü umutla, sakinliği galeyanla dengeliyor, eğlencenin ve dinletinin pekâlâ bir arada bulunabileceğini kanıtlıyor.
“Nomade Slang”in sonlarına doğru izleyiciyi alkışlarla parçanın içine davet ederek bir ritim kutusu (Roland TR808) olarak kullanıyor.
Elitlere çalan kibirli biri değil, halk çocuğu; dikkat çeken özelliği tevazu. Müzisyenlerinin tek tek kendini göstermesine bizzat ön ayak oluyor; Laurent David’in basında, Stephane Galland’ın davulunda metal soundu var.
“Illusion” albümünü harfiyen takip ederken sırayı “Beirut” bozuyor. Gitar-trompet duosu esnasında boşluğu üflüyor adeta Maalouf, trompetinden duduk soundu çıkarıyor. Tüm salon çıt çıkmasın diye nefesini bile tutmuşken, Led Zeppelin’vari gitarlarla, Jimi Page etkili sert bir solo geliyor.
Bazen tam bir düğün orkestrasına dönüşüyorlar. “Üsküdar’a Gider İken” ile genlerimize dokunuyor, Balık Pazarı’nda fasıl geçen müzisyenlerden rol çalıyorlar. Bestelerindeki temalar emperyalist savaşlardan insan haklarına kadar uzanıyor; “If You Wanna Be A Woman” çalarken koltukların arasından ayağa kalkıp dans edenler göze çarpıyor.
Tam bir Türk düğünü gibi akıyor gece; caz ile başlıyor, trompetçi Youenn Le Cam’in üflediği tulum eşliğinde göbek atarak bitiyor. Çoğumuzun umurunda olmasa da çoluğu çocuğu, yaşlısı, hamilesi; kapalı alanda iki buçuk saat (kimyasal) gaz ve müzik bombardımanına uğruyoruz. Neyse, Gezi’yi özlemişiz!..
muratbeser@muratbeser.com