Dünyanın tüm anneleri, neredesiniz?

30 Ağustos. Zafer Bayramı mı? Evet, tabii. Bayramın ilk günü mü? O da doğru. Ancak bugünün başka bir önemi daha var. 30 Ağustos, aynı zamanda Uluslararası Kayıplar Günü. Kesin rakamlar bilinmese de bine yakın insanın zorla 'kaybedildi'ği düşünülürse Türkiye için önemli bir gün bu. Tam 15 yıldır Cumartesi Anneleri bu 'kayıpları' çocuklarını, eşlerini, anne-babalarını arıyor. Kadriye Ceylan da yedi yıldır onların arasında. Oğlu Tolga Ceylan İğneada'da 'kaybedildiğin'den beri her yerde onu arıyor.

cumhuriyet.com.tr

Hassastı. Naif, kırılgan ve saftı. Türkiye topraklarında şiddet rüzgârlarının sert estiği, kanın yoğun aktığı bir yılda açmıştı oysa ki gözlerini. Tarih, 1979; yer Balıkesir'di. Memur bir babayla, ev kadını bir annenin tek çocuğuydu. Bir miğfer kadar güçlü olsun diye belki de, adını Tolga koydular. Olmadı...

Örnek öğrenci belgeleri alacak kadar çalışkan, duyarlı, sessiz sakin bir çocuktu. Matematik tutkunuydu. Lise sınavlarının hepsini dereceyle kazandı. Askeri okulu da dereceyle kazandığı haberi geldiğinde o fen lisesine yazılmıştı, ama oradan alıp askeri okula yazdırdı babası. Oğlu asker olsun istiyordu. Oysa her hafta ağlayarak arıyordu annesini Tolga, üçüncü ayındaki bir ziyaretinde oğlunun yara içindeki kulağıyla karşılaşınca şoke oldu Kadriye Ceylan. Sınıf komutanı olarak atanan bir öğrencinin yaptığını öğrendiğinde öfke de katıldı şaşkınlığa. Sonuçta burası askeri okuldu, haliyle “müfredatı” da sertti! Hemen okuldan aldı Tolga'yı. Babası bu yüzden hep kızdı Tolga'ya. Birkaç yıl sonra da kendine başka bir hayat çizip evi terk etti. Tolga'nın rahatsızlığı kendini ilk o zaman gösterdi; şeker hastasıydı. Depresyona da yatkındı. Büyüyüp, “gerçek” dünyanın zalimliğini gördükçe daha da içine kapandı. Sosyalleşmekte sorun yaşıyor, kalabalıklardan ürküyordu.

İTÜ Matematik Bölümü'nü kazandığında bunlara bir de geçim sıkıntısı eklendi. 2000'de oğlunun yanında olabilmek için İstanbul'a taşındı Kadriye Ceylan. Bir yandan çocuk bakıcılığı, sekreterlik yaparak evi geçindiriyor, diğer yandan Tolga'ya destek oluyordu. Cerrahpaşa'daki “depresyon tedavisi” bürokratik işlemler ve parasızlık yüzünden yarım kalınca rahatsızlığı daha da arttı, evden çıkmadığı, kimseyle konuşmadığı aylar yaşadı.

 

Bir torba kıyafet...

Okulu da aksattı. 2004’te kendini toplayıp yeniden o soğuk, o kanlı, o şiddetin herkesin, hepimizin tenlerine işlediği hayata katıldı. Biraz daha iyiydi. Aynı yıl bir gün eve coşkuyla geldi, Kırklareli'ne bağlı İğneada'ya gidecekti. Huzursuzdu Kadriye Ceylan, Tolga sakinleştirdi; ne vardı, yol parası ucuzdu, çadırda kalacağı için konaklama masrafı da olmayacaktı, hem iki gün kalıp dönecekti. 7 Ağustos Cumartesi günü yola çıktı. O gün annesini aradı, iyiydi. Pazartesi aradığında neşesi sesinden okunuyordu, arkadaşlar bulduğunu, evlerine davet edildiğini, yarın döneceğini söyledi. Ertesi gün oğlunun ürkek, bitkin sesiyle karşılaştı Kadriye Ceylan. Tam bir telefon numarası veriyordu ki, hat kesildi. Bu Tolga'nın sesini son duyuşuydu. Hemen İğneada'ya gitti. Jandarma, tarife uyan şahsın birkaç arkadaşıyla çadırda kaldığını, pazartesi oradan ayrıldığını söyledi, boşuna aradığını, oğlunun macera için kendini yollara vurmuş olabileceğini de ekledi. Ancak vazgeçmedi Kadriye Ceylan, bütün çevre köyleri dolaşıp muhtarlarla, halkla konuştu. Jandarma, onu çağırdığında ana yüreği umut etmeye devam ediyordu, ama eline Tolga'nın deniz kıyısında bulunan giysileriyle dolu bir naylon poşet tutuşturuldu. Köyden birinin kayığının da kayıp olduğuna bakılırsa, Bulgaristan'a kaçmış olabilirdi! Sadece bir tahminle geri yolladılar Kadriye Ceylan'ı. Ne sözü edilen “arkadaşlar” bulunabildi, ne de Kadriye Ceylan'ın kayıp kayığın sahibiyle görüşmesine izin verildi. Sorguladıkça, sürekli değişen ve birbirini çürüten yeni senaryolar, artık susması için edilen tehditler de cabası. Aklı almıyordu Kadriye Ceylan’ın, kendine hep “Hangi hakla?” diye sordu, “Evrensel hukukta savaş durumlarında bile ölüyü yok etmek suç sayılırken ülkemizde insanlar, devletin karanlık ya da açık güçlerince gizlice gözaltına alınıyor ve yok ediliyor”.

Her şeye rağmen vazgeçmedi Kadriye Ceylan, Başbakanlık'a, Dışişleri'ne, Genelkurmay'a, Adalet Bakanlığı'na başvurdu. Ancak bir sonuç alamadı. Cumartesi Anneleri'yle de bu süreçte tanıştı. Copa, biber gazına, hakarete, davalara rağmen tam 16 yıldır yani 335 haftadır Galatasaray Lisesi'nde toplanıp, sadece oğulları, kızları, eşleri, çocukları, anne ya da babaları için bir mezar isteyen kadınların arasına katıldı. Derken, Türkiye'de sözde “demokratikleşme rüzgârı” öyle esti ki, o kadınları Başbakan'ın Dolmabahçe'deki Çalışma Ofisi’ne getirdiğinde aralarında Kadriye Ceylan da vardı. 5 Şubat 'ta görüşme oldu, hükümet “kayıp”ları soruşturacaktı. İşe de Tolga ile başlayacaklardı.

Umutlandı Kadriye Ceylan, ancak... 16 Haziran’da TBMM İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde oluşturulan alt komisyon raporunu açıkladı: Tolga Baykal Ceylan gözaltına alınmamıştı, buna dair bir kayıt yoktu, dolayısıyla gözaltında kaybedilmesi de imkânsızdı! 2004’ten bu yıla kadar bütün kapıları bir açıklama için çalan Kadriye Ceylan’a, dört ayda hazırlanan bir raporda yine aynı bahaneler anlatıldı, belki de yurtdışında olduğu da eklendi bu sefer aralarına. Oğlunu aramaya, öldürüldüyse katillerini sormaya, mezarını istemeye devam etti Kadriye Ceylan. İki hafta önce, 10 Ağustos’ta Tolga’nın kayboluşunun yedinci yılıydı. Bebekler çocuk, ergenler genç, olgunlar yaşlı oldu. Ama Tolga hep 24 yaşında kaldı. İşte bu yedi yıldır hep yarım Kadriye Ceylan, hatta yarım bile değil, çok eksik. Artık kimse ona “tavşanım” demiyor. Kimse saçlarını karıştırmıyor. Kimse Tolga kadar sıcak sarılmıyor. Ağzına attığı her lokmada Tolga aklına geliyor, “Ya hâlâ bir yerlerde ve açsa”.

 

Evladımın mezarı olsa...

Anne yüreği hâlâ binlerce soruyla acıyor Kadriye Ceylan’ın. Sorularının yanıtını bulmak, oğlunu “kaybeden”lerden hesap sormak için o ve insan hakları savunucuları 10 Ağustos'ta, Tolga'nın kaybolduğu günde İğneada’daydı. “Çoğunuzun bildiği üzere bizler bu ülkenin acılı ve ayıplı gerçeği Cumartesi Anneleriyiz” diyerek başladı konuşmasına Kadriye Ceylan: “Acı bize ait olmasına rağmen, ayıp ne evlatlarımızın ne de bizimdir. Anneler olarak devlete defalarca seslendik, evlatlarımızın akıbetini açıklayın, evlatlarımızın bedenini bize verin. Sorumluları yargılayın. Ağladık, öfkelendik, duyan olmadı. Ne kadar çırpındıysak duyan olmadı. Yetkililer bizi duymaza, görmeze ve bilmeze geldiler. Örtbas ettiler, bizi yalancılıkla suçladılar. Bütün dünya duydu, ama bizim devletimizin hiçbir organı bizi duymadı.”

Sesleri daha da çok çıksın diye herkese, hepimize, en çok da annelere sesleniyor Kadriye Ceylan: “Dünyanın tüm analarına… Neredesiniz? Size ihtiyacım var, hem de çok. Yıllar önce ben de ‘anneciğim’ diyen sımsıcak bir sesin anasıydım. Ölü bedenini bile çok gördüler bana. Yok saydılar analığımı. Ne olur, ne olur yardım edin, bulayım evladımı. Yardım edin bulayım… Benim oğlum kaybedildi, biliyorum hiçbir şey onu sağ olarak geri getiremeyecek. Ancak onun da bir mezarı olmalı ve ben bilmeliyim oğluma neler yaşatıldı, nasıl kaybedildi. Kaybedenler yargılanmalı ki, bir daha bu ülkede bu kaybetme olgusunu bizlere dayatamasınlar. Bunu meşrulaştıramasınlar halkın gözünde.”

Evet, bu suçlara biz de ortağız. Çünkü ben ve siz, bu ülkede insanların “her zamanki gibi bir gün”de evlerinden çıkıp bir daha dönmediğini çoktan öğrendik, ama yine de sustuk. Bu devlet ve onun yarattığı şiddet bizim, hatta belki de biziz. Kayıplara sadece gözyaşıyla yas tutmak, ölümlere bir mahcuplukla kafa eğmek yetmiyor. Kadriye Ceylan ve daha nice anne yıllardır sadece bir mezar istiyor. Seslerine ses olmak için işe, Türkiye'yi BM Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildiri'yi imzalamaya zorlamakla başlayalım. Ne dersiniz?

 

Türkiye’de “kayıp”lar

Kesin sayısı bilinmese de bine yakın “kayıp” olduğu tahmin ediliyor. İnsan Hakları Derneği raporları gösteriyor ki, 1992-1996 gözaltında kaybın en yoğun yaşandığı yıllar. Öyle ki, 1994'te 328, 1995’te 220, 1996’da 194 “kayıp” olayı yaşandı. İHD'nin “Toplu Mezar Rapor”u da durumun vahametini ortaya koyuyor. Türkiye'nin dağı taşı, zorla kaybedilenlerin mezarlarıyla dolu. Dolayısıyla “zorla kaybedilen”lerin rakamları da her geçen gün artıyor, yeni isimler katılıyor aralarına. İHD’nin tespit ve girişimleri sonucu, Siirt’te 15 mezarda 206, Bitlis’te 13 mezarda 251 kişi, Diyarbakır’da 19 mezarda 216 kişi, Van’da 9 mezarda 149 kişi, Batman’da 8 mezarda 102 kişi, Hakkâri’de 6 mezarda 68 kişi, Bingöl’de 5 mezarda 57 kişi, Şırnak’ta 4 mezarda 80 kişi, Mardin’de 4 mezarda 35 kişi, Elazığ’da 1 mezarda 50 kişi, Ağrı’da 1 mezarda 41 kişi, Dersim’de 1 mezarda 19 kişi, Iğdır’da 1 mezarda 14 kişi, Gaziantep’te 1 mezarda 10 kişi olmak üzere toplamda 88 mezarda 1298 kişinin cenazeleri bulundu.