Dünyanın en etkileyici ziyafeti

Dünyanın en etkileyici ziyafeti

Artun Ünsal

Dicle kıyısında Nemrut kentini başkent yapan II. Assurnasirpal aslan avlarken.

Tarih, iktidar sahiplerinin düzenlediği kamusal şenlik ve ziyafetlerin destansal öyküleriyle doludur. Sıradan insanların, ziyafetlerinden söz eden tarihsel belgeler ise ya hiç yoktur ya da çok nadirdir. Bu bağlamda; “Dünyanın En Eski Mutfağı”nın yazarı ünlü Fransız arkeolog Jean Bottéro’nun bir Asur yazıtında yer alan ziyafet betimlemesinin oldukça etkileyici olduğunu söyleyebilirim. Asur Kralı II.

Assurnasirpal’ın (MÖ 883-859), yeni başkenti yapmak istediği Kalah (Nemrut) kentini canlandırma ve saray yapımı çalışmalarının sona ermesini kutlama amacıyla verdiği ve Asur tanrılarının da “davetli” olduğu söz konusu ziyafet, tarihe kaydı düşülenlerin belki de en muazzamı gözüküyor: “Kral, on gün boyunca, üst düzey memurları ve Kalah halkı, çok sayıda komşu ve müttefikleri ve kentin ve anıtlarının restorasyonunda çalışan işçiler de dâhil olmak üzere, toplam 69 bin 574 konuğuna yiyecek içecek sağladı.” (Bottéro, La Plus VieilleCuisineduMonde, Paris: Edit.LouisAudibert, 2002) Bu konuklar arasında en kalabalık grup, Asur ülkesinin dört bir yanından gelip Kalah’ta buluşan yaklaşık 47 bin kadın ve erkekten oluşuyordu.

Kutlamaların anısına dikilmiş ve yüzyıllar sonra Irak’ta kazı yapan Alman arkeologlar tarafından yeniden gün ışığına çıkarılan bu taş yazıtta, ayrıca konuklara sunulmak için kesilmiş ve pişirilmiş hayvanların, yiyecek ve içkilerin çeşit, sayı ve miktarları da belirtiliyordu: 1000 semiz sığır, 1000 dana ve koyun, 14 bin oğlak; 200 sığır ve 1000 özel besleme koyun, 1000 kuzu, 500 geyik, 500 antilop, 1000 ördek, 500 kaz, 500 yabani kaz, 1000 çulluk, 1000 bıldırcın, 10 bin güvercin, 10 bin kumru, 10 bin “küçük kuş”, 10 bin çeşitli balık, 10 bin kır sıçanı (çöl faresi). Bu arada, 10 bin ekmek, 10 bin yumurta, 10 bin testi şarap ve 10 bin kırba da şarap tüketilmişti. Liste, sebzeler, meyveler, çerezlerle uzayıp gidiyor. Kısacası, “mönü”, gerçekten krallara lâyık bir zenginliktedir.

Asur imparatorluğunun en uzak köşelerinde yaşayan halkından tanrıya kurban adına büyük ölçüde zorunlu yiyecek ve içecek (kısacası haraç) sağlamadaki büyük organizasyon gücünü de ortaya koyan bu dev kutlama ziyafeti, görünürde, sunulan her şeyin kralın ikramı olduğu ve günlerce süren bir gıda kermesi olarak değerlendirilebilir. Katılanların sosyal mevkileri ve siyasal önemlerine göre, farklı şeyler ikram edildiği varsayılsa bile sonuçta her kral gibi o da halkını “yedirmiş, içirmişti.” Nitekim bu büyük ziyafete katılan herkesin evine “memnun ve mutlu” olarak döndüklerini belirtmeyi ihmal etmemişti.

Assurnasirpal yaptıklarıyla övünüyordu: Terk edilmiş kasabaları yeniden ihya ettiğini, buralara yeniden insan yerleştirdiğini, ülkedeki sarayları layık oldukları ihtişamla yeniden inşa ettirdiğini ve içlerini arpa ve saman stoklarıyla tıka basa doldurduğunu, ayrıca sulama kanalları ve meyve bahçeleri kurdurduğunu, tanrılara tapınaklar yaptırdığını söylüyordu. Ancak, daha da ileri gidiyor, tanrılara ve halkına verdiği özel ziyafeti tüm ayrıntılarına varıncaya dek, eşsiz bir belge olarak tarihe emanet ediyordu. Hükümdarın, bu dillere destan ziyafet aracılığıyla, hem dinsel inançlarını hem de midesini okşadığı halkı ve yabancı konukları indinde saygınlığını daha da artırdığı söylenebilir. Ve bu yolla iktidarına, sosyolog Pierre Bourdieu’nün klâsikleşen deyişiyle, hem siyasal ve ekonomik alanda, hem de komşu devletlerle ilişkilerinde somut getirisi olacak bir “sembolik sermaye” sağladığı da.

Site- devletlerinin yerlerini giderek imparatorluklara bıraktığı bu süreçte, Asurnasirpal’ın dev ziyafeti, Sümerlerden bu yana, tanrı kültlerinin giderek ikinci planda kalmaya başladığını, “tanrılaşan” kral kültünün ise ön plana çıktığı mesajını veriyordu. Antik tarım toplumu devletlerindeki keskin sosyal katmanlaşma ortamında, bu tür büyük hükümdar ziyafetlerinin iki somut işlevi vardı: Birincisi, tanrıların onuruna kurban sunarak onları memnun etmede dinsel ödev kisvesiyle halkının elindeki ürün fazlasını almak için yeni bir bahane, yani bir çeşit vergilendirme. İkincisi, aynı zamanda toplanan bu zenginliklerinin bir bölümünü yeniden halkına dağıtan “soylu ve cömert” iktidarının dinsel/siyasal meşruiyeti ve ekonomik gücünün, üretici halkın indinde benimsenmesi, hatta gerekli sayılması. Bu da çok doğaldır; zira merkezi bir yönetimin yiyecek üretimi, muhafazası ve yeniden dağıtımını denetimi altında tuttuğu Mezopotamya’da kralların tapınak ve sarayları aslında tahıl ambarları, hayvan ağılları ve sulama kanalları üzerine “inşa edilmişti”.

Dünyanın en etkileyici ziyafetinin öyküsünü bir de bu açıdan okuyabiliriz sanıyorum.