‘Dünya yaşamak için var, ölmek için değil’

Aslan Asker Şvayk’ karakterini canlandıran Sermet Yeşil, “Savaş bizim kahramanlıklarımızı öveceğimiz bir şey değil. Orası bir mezarlık” diyor.

Ezgi Atabilen

Sermet Yeşil’i sinemadan (özellikle Reha Erdem’in Kosmos’undan), televizyondan (Leyla ile Mecnun, Şubat dizileri gibi) ya da tiyatro oyunlarından tanıyanlarınız çoktur muhakkak. Peki Eskişehir Şehir Tiyatroları oyuncusu olduğunu biliyor muydunuz? Hem de 12 yıldır. Şu sıralar üstlendiği genel sanat yönetmenliği yardımcılığı görevi de var. İstanbul’da yaşıyor ama aynı sezonda İstanbul’da iki oyun, Eskişehir’de bir oyunda sahneye çıktığını biliyoruz. Yanından ayırmadığı bir sırt çantası var. Söylediğine göre içinde bir deprem olacak olsa dört, beş gün rahatlıkla yaşayacak kadar tıbbi malzeme var! Bu hafta Eskişehir Şehir Tiyatrosu, prömiyerini İstanbul Tiyatro Festivali’nde yapmış olan ‘Aslan Asker Şvayk’ oyunuyla sadece dört temsil için İstanbul turnesindeydi. Sermet Yeşil’i daha önce Şener Şen, Genco Erkal gibi ustaların oynadığı ‘Aslan Asker Şvayk’ rolünde izledik. İzlemelere de doyamadık açıkçası! Bizim gibi doyamamış olanlar ve temsilleri kaçırmış olanlar için ‘Aslan Asker Şvayk’ın 16, 17, 18, 19 ve 20 Mayıs tarihlerinde Cevahir 1. Salon’a konuk olacağını müjdeleyelim ve sizi Sermet Yeşil’le yaptığımız söyleşiyle baş başa bırakalım...

‘Oyuna final yazdık’

-3. Dünya Savaşı senaryoları yazılır, dibimizde ve aslında içimizde de bir savaş sürerken, ilk savaş karşıtı metin olarak bilinen ‘Aslan Asker Şvayk’ı tam da bu zamanda sahneye koyma seçimi neden?

Bu metin bir klasik. Jaroslav Hašek önce romanı yazıyor. Daha doğrusu altı cilt yazmak için oturup dört cilt yazabiliyor ve tüberkülozdan ölüyor. Ölümüne yakın, romanı bitiremeyeceğini anlayınca, oyununu yazmaya karar veriyor. Ama oyunu da bitiremiyor. İkisi de yarım. Klasik bir antimilitarist bakış açısıyla yazıldığı için ilk savaş karşıtı metin diye geçiyor literatürde. Buradan etkilenip bir sürü başka metinler yazılıyor.

-Hašek’in ömrü yetmediği için oyunun da romanın da finali yok. Ama siz ekipçe oyuna çok güçlü bir final yazmışsınız. Nasıl çıktı o final?

Provalarda hep bir yere kadar gelip duruyorduk, finali bilmediğimizden. Final prömiyere bir gün kala çıktı. Bütün ekip oturduk ve dedik ki, bizim oyunumuzun finali ancak bunu söyleyebilir...

-Şvayk budala mı, yoksa zeki mi? İzleyicinin aklıyla da oynayan, onu kararsız bırakan bir yanı var.

Karakter hem saf, hem budala, hem temiz yürekli; bir yandan çok iyi görünüyor ama bir yandan bu iyiliği çok tehlikeli. Aynı zamanda çok zeki. Yani çok ortada, gri bir tonu var Şvayk’ın. Bu diğer yaratımlar için de çok çekici geliyor. Brecht çok etkilenip “Aslan Asker Şvayk İkinci Dünya Savaşı’nda”yı, “Aslan Asker Şvayk Hitler’e Karşı”yı çıkartıyor mesela. Ondan etkilenip televizyon dizisi bile yapılıyor. Çok evrensel bir karakter Aslan Asker Şvayk. Çünkü çevresindeki etmenler hâlâ güncelliğini koruyor. Ama biz klasik olarak ele almak istedik metni. Yönetmenimiz Yunus Emre Bozdoğan’la yollarımız kesişince o da çok heyecanlandı. Zaten daha önce genç bir oyuncu olarak Genco Erkal’ın sahnelediği oyunda oynamıştı.

‘Şvayk benim akrabalarım gibi...’

-Şvayk, Şarlo gibi başka efsane karakterlere de ilham vermiş. Siz de Şvayk’ı oluştururken Şarlo’nun yürüşünden almışsınız biraz...

Şvayk o savaş çığırtkanlığını büyük bir saflıkla, bilmeden yapıyor. Oyun içerisinde öğreniyor aslında. Öğrendiğinde diyor ki, “bu doğru değil”. Tiyatronun gücü de işte bu, “iki kere keşfetme Amerika’yı” diyor, “böyle bir karakter bu yolda giderken bu oluyor işte, artık bağırma savaş savaş diye”. Çünkü savaş öyle bir şey değil. Bizim kahramanlıklarımızı öveceğimiz bir şey değil. Orası bir mezarlık. Ve dünya yaşamak için var. Ölmek için değil. Birbirimizi öldürmek için değil. Charlie Chaplin’in yarattığı Şarlo hayata bakışıyla, toplumun içindeki yeriyle, o saflığıyla, aslında zeki olan ama kafası daha çok hinliğe çalışan haliyle, başına gelen her türlü duruma bir şekilde kendi mizahıyla karşılık veren tavrıyla bizim için önemliydi.

-Sermet Yeşil’in Şvayk’ı nasıl?

Benim Şvayk’ım sokakta, alışveriş yaptığınız bakkalda, otobüs şoföründe ya da bir işadamında görebileceğiniz bir yakınlıkta. Toplumdan biri olsun istedim. Oyuncu olarak arama mesafe koymadım Şvayk’la. O yüzden benim Şvayk’ım ne çok budala, ne de çok zeki; ne tuttuğunu koparan bir cengâver, ne de gerçekten çok büyük bir aptal. Ama hepsinden biraz var. Gerçekten savaşı çok isteyen, savaşın en ön safında olmayı arzulayan biri. Benim akrabalarım gibi, tanıdık, yakın olsun istedim...

-Oyunda en sevdiğiniz replik hangisi?

Savaş mı dediniz? Biz onun küçüklüğünü biliriz. Ama elimizde büyüdü.”

‘Çocuklarınıza oyuncak silah almayın’

-Hašek “Aslan Asker Şvayk”ı Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yazmış. Üstünden kaç savaş geçti, hâlâ evrensel bir metin ve sanki dünya tarihini hep savaşlar yazacak gibi... Sizce barış bir ütopya mı?

Ben bu anlamda karamsarım. Ama barış bir ütopya değil bence barış bir gerçek. Barış zaten var. Savaş kanserli bir hücre ve yayılıyor. Bunu önlemek elbette ki bizim elimizde. Savaşma güdüsü vanasını kapatmak zorunda olduğumuz bir musluk. Çocuklarınıza oyuncak alırken silah almayın. Bunu yapmayın yani... Bunu yapmadığınızda daha iyi bir gelecek bizim olacak. En azından barışa, barışın gerçekliğine inanan daha kalabalık bir güruh olacağız... Kendimden de biliyordum. Elime verilen her oyuncak tüfekte, tankta coşuyordum. İnsan büyüdüğünde eline gerçekten bir makine almak, gerçekten bir kere sıkmak istiyor. Neyin eksikliğiyse o artık... Bu, bu şekilde gidiyor ve bir şekilde büyük bir orduya sahip oluyoruz. Askeriyeden değil, toplumun kendisinden bahsediyorum. Her an çıkıp sokakta birbirini öldürebilecek insanlar oluyoruz yani.

-Peki şu sıra başlayan savaş temalı dizi furyasına ne diyorsunuz? Nasıl bir duygu, düşünce pompalanmaya çalışılıyor?

Şu anki atmosferin isteği bu. Şu an Türkiye televizyonlarında haberde de, siyaset programlarında da sürekli darbe, savaş ve askeriye konuşuluyor. O programları izleyen insanların o arzularını karşılayabilecek olan yapımlar da bunlar. Bu piyasanın gerçeği... O küçük kutunun içinde ne yaparsan yap o bir şekilde propagandaya girecek. Orası bir propaganda aracı çünkü. İnsanların yatak odasına kadar girebilmiş tek taraflı bir iletişim şekli.