‘Dünya merak rüzgârıyla döner’
Ahmed Arif'in Leylâ Erbil'e mektuplarının ardından Orhan Veli'nin Nahit Hanım'a mektuplarının yayımlanması, bu konudaki tartışmayı yeniden gündeme getirdi: Bu tür yayınlar, okur için bulunmaz bir nimet mi, yoksa iki kişi arasındaki mahrem alana tecavüz mü? Ferit Edgü, Mine Söğüt, Mario Levi, Sevengül Sönmez ve Hande Öğüt konuya değişik açılardan yaklaştılar.
Aslı Uluşahin / CumhuriyetOrhan Veli’nin, bir dönemin edebiyat dünyasının ünlü kişiliklerinden, 12 yıl önce yitirdiğimiz Nahit Hanım’a (Nahit Gelenbevi) yazdığı aşk mektuplarının, Yapı Kredi Yayınları’nca basılması ("Yalnız Seni Arıyorum"), eski bir tartışmayı gündeme getirdi. Hatırlanacağı gibi, kısa bir süre önce de, Ahmed Arif’in Leylâ Erbil’e yazdığı mektuplar “Leylim Leylim” adıyla İş Kültür’den çıkmıştı. Bu tür yayınlar, okur için bulunmaz bir nimet mi, yoksa iki kişi arasındaki mahrem alana tecavüz mü?
Çünkü Nahit Hanım, kitabın editörü Murat Yalçın’ın aktardığına göre, “aşkını röportaj yoluyla ifşa etmesi ve özellikle de bu mektupları yayımlaması için, dostları ve gazeteciler tarafından sıkıştırılmasına rağmen” ömrünün sonuna kadar mektupların yayımlanmasına yanaşmamıştı. Orhan Veli’nin kız kardeşi Füruzan Yolyapan da, basılmasına onay vermesine karşın, mektupların ağabeyinin edebi kişiliğine zarar vereceği kaygısı taşıyordu.
Konuyu, yazarlar Ferit Edgü, Mario Levi, Mine Söğüt ile editör Sevengül Sönmez ve eleştirmen Hande Öğüt’e sorduk.
‘Yazarlar göze almalı’
Mine Söğüt, mahremiyetin kıymetinin tartışılmaz olduğunu, eğer mektubu yazan ve mektubun muhatabı olan kişiler yazışmaları kimsenin görmesini istemiyorlarsa, buna saygı duymak gerektiğini söylüyor. “Ama dünya saygıdan ziyade merak rüzgârıyla döner” diyor Söğüt, “Bir edebiyatçıysanız ve arkanızda mektup gibi merakı kışkırtan bir yazılı belge bırakıyorsanız, olabilecek her şeyi göze almak zorundasınız.”
Mario Levi de benzer bir noktaya değiniyor:
“Yazarlar, en mahrem kabul ettiğimiz metinlerin bile yayımlanacağı ihtimalini aklının bir köşesinde tutar.”
Ferit Edgü, bu tür yazışmaların tüm dünyada, özellikle yazanlar ve o mektubu alan kişiler öldükten sonra yayımlandığını vurgularken, “meraklı okurlara” uyarıda bulunuyor:
“Kimi zaman bu mektuplarda aradığımızı bulamayız. Bunlar sıradan hal hatır sormak için yazılan mektuplar da olabilir. Ama iş, aşk mektuplarına geldiğinde orada durmak gerekir. Çünkü bu tür mektuplar eğer mektupları yazan bir yazarsa onun yaratıcılığından çok AŞKIYLA ilgilidir. Dolayısıyla o açıdan okunmaları gerekir.”
‘Aşkını okumaz az şey mi?’
Mine Söğüt, bu tür mektupların yayımlanması konusunda, “okur” ve “yazar” olarak farklı tutumlar benimsiyor:
“Sahaflardaki manasız kartpostalların arkasını bile bir hazine haritası okur gibi iştahla okuyan ve oralardan müthiş hikâyeler çıkarmaya çalışan mütecessis bir okur olarak, edebiyatçıların özel yazışmalarının kimseyi rencide etmemek kaydıyla kamuya mal edilmesinden; bir yazar olarak ise mektuplarımın muhatapları tarafından okunduktan sonra derhal imha edilmesinden yanayım.”
Orhan Veli’nin artık edebiyata mal olmuş bir kişi olduğunu hatırlatan Mario Levi, onunla ilgili ne kadar çok ayrıntıya ulaşırsak kendisi için o kadar önemli olduğunu belirtiyor:
“Burada tek ölçüt edebi değer taşıyıp taşımamasıdır. Orhan Veli yazdıysa mutlaka edebi değer taşıyordur.”
Edgü de mektubu yazan kaleme dikkat çekiyor:
“Sanırım Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a yazdığı mektupları bugün 60 yıl sonra okurken Orhan Veli’nin poetikasıyla ilgili değil, bir gençlik aşkıyla ilgili cümleler okuyacağız. Doğrusu bu da az şey değil.”
Benzer kitapları yayına hazırlamış Sevengül Sönmez, tartışmada taraf olmanın da, mektupları yayımlamaya karar vermenin de zor iş olduğunu ifade ediyor.
“Ben kendi adıma, söz konusu mektup olduğunda, kişilerin rencide olmamasını, kendilerinin ya da yaşayan yakınlarının bundan rahatsız olmamasını önemsiyorum” diyen Sönmez, bu ölçüyü koruyarak bir sanatçıdan/yazardan geriye kalan her şey gibi mektupların da yayımlanabileceğini düşünüyor.
‘Mahremiyet bireysel hak’
Kuşkusuz, tartışmanın bir de Nahit Hanım’la ilgili boyutu var. Onun hayatından izler taşıyan mektupların, isteği dışında yayımlanması konusunda, feminizm ve kadın yazını üzerine incelemeleriyle tanınan eleştirmen Hande Öğüt şöyle düşünüyor:
“Kadının kendini, kendisi için saklamasının bir değeri vardır; öznel mahrem bilgiyi, kamusal olandan korumasının özgürlükle bir ilgisi vardır. Çünkü erkek egemen toplumlarda fitneyle, yalanla, güvenilmez olanla özdeşleştirilen kadınlardan hep gizledikleri varsayılan bir bilginin açıklanması, itiraf beklenir. Toplumsal bir konuya dönüşmek, ‘dile düşmek’, ataerkinin ve çoğunluğun kararı, algısı ve baskısı karşısında savunmasız kalmak, kontrol edilebilir hale gelmek demektir.”
Hande Öğüt, “İletişimsel özgürlük daima ‘negatif özgürlüğü’ ya da mahremiyet hakkını varsayar. Mahremiyet hakkı ise bireyseldir” diyor.