'Dünya kültürsüz kültür bakanlarıyla dolu'
"ABD'nin belli bir Hollywood ve pop müzik dayatması var, bunu bir anlamda baskıcı rejimlerin kültür politikalarının bir benzeri olarak alabiliriz. Birçok ülkeye baktığımda ise 'Keşke kültür bakanları olmasa' diyorum."
cumhuriyet.com.trDünya onu 1981’de Fransa Kültür Bakanı olduğunda tanıdı. François Mitterrand’ın iki Cumhurbaşkanlığı döneminin tüm sosyalist hükümetlerinde on yıl boyunca Kültür Bakanlığı görevini sürdürerek, “Fransa’nın en uzun süre bakanlık yapan siyasetçisi” sıfatını kazanan; bakanlığı süresince sanatın her alanını çağdaş bir yapılanmaya açan efsanevi Kültür Bakanı Jack Lang, “İstanbul’un Kültürel Yeniliği” ve “Kültür, Ekonomi ve Demok-ratikleşme” konulu iki söyleşiye katılmak üzere İstanbul’a geldi.
Fransız Kültür Merkezi ve Galatasaray Üniversitesi’nde yaptığı konuşmalar hınca hınç dolu olan Lang’la, Galatasaray Üniversitesi’nin bahçesinde buluşup kültür politikalarını konuştuk.
- Fransız kültürü, geçen yüzyılın ilk yarısıyla kıyaslandığında dünya üzerindeki etkisini yitirmiş gözüküyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu algı, Amerikan medyası tarafından yaratılıyor. Fransa’yı güç kaybetmiş ve kaybetmekte olan bir ülke gibi göstermek haksızlık olur. Hele ki dünyanın her tarafı Frankofonlarla doluyken, daha iki hafta önce dünya sinemasının kalbi Cannes’da atmışken... Düşünün, bir zamanlar çok önemli bir konumda olan İtalyan sineması, bugün de iktidarda olan birtakım kişiler tarafından öldürülürken, Fransız sineması hâlâ devletin verdiği destekle ayakta. Fransız kültürüne hâlâ ‘ölü’ diyebilir miyiz?
- Kültür Bakanlığı, tarih boyunca pek çok baskıcı rejimde propaganda amaçlı kullanıldı. Bugün herhangi bir ülke için böyle bir durumdan söz edilebilir mi?
Bugün kültürsüz kültür bakanlarıyla dolu bir dünyada olduğumuz için, kültürün yönetimlerce göz ardı edildiğini söylemek mümkün. Ama, ABD’nin belli bir Hollywood ve pop müzik dayatması var, bunu bir anlamda baskıcı rejimlerin kültür politikalarının bir benzeri olarak alabiliriz. Birçok ülkeye baktığımda ise “Keşke kültür bakanları olmasa” diyorum.
- Siz Avrupa Kültür Başkenti projesinin yaratıcılarındansınız. Projenin bugünkü halini nasıl buluyorsunuz?
Bizimkisi “Her yıl bir kentte kültür bakanları buluşsa, o kent de böylece kendini ifade etme şansı bulsa nasıl olur” sorusundan yola çıkmıştı. Ama bugün muazzam bir enerji katalizörü, birçok kentin değer görüldüğü bir onur unvanı. Bana göre, kültürel zenginliğin uyanışı, inisiyatiflerin çoğalması, bilinmeyenlerin ortaya çıkması anlamında çok önemli, başarılı.
- İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olarak performansını nasıl buluyorsunuz? Çok konuşulan, sıkıntılı bir süreç oldu Türkiye için...
Açıkçası, o ekiple buluşup projelerini dinlediğimde etkilendim. Kent periferisiyle ilgili çok iyi çalışmaları var. Ayrıca, ben iflah olmaz bir iyimser olarak, yolun daha yeni başladığını hatırlatmak istiyorum. Bundan sonrası kalıcı etkileri gözlemlemek için daha iyi bir süreç. İstanbul’a tam zamanında gelen bir unvan bu. Sanatınız kesinlikle gelişiyor ve daha çok tanınıyor.
- Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin, ana akım sanat ortamında yalnızca Batı tarafından kurulan bir ilişkiyle yer bulduğunu, ‘asıl’ kültürün içinde ‘öteki’ gibi sunulduğunu düşünmüyor musunuz?
Kapitalizm her yerde. Ama ben bu ülkelerin yöneticilerine böyle bir savunu malzemesi vermek istemem. Çünkü önemli olan, iç politikaları doğru kurabilmek. Siz doğaya saygı göstermeden iğrenç binalar yükseltirseniz, sanatçıları desteklemez, kültür ürünlerini sabun veya mutfak malzemesiyle bir tutarak üreticiyi zora sokarsanız, ya da şehrin kültürel değerlerini yıkar, yerine alışveriş merkezi yaparsanız, “Kültürümüzün dışarı açılmasına kapitalizm engel oluyor” deme hakkınız yoktur benim gözümde.
- Peki sizce kültür politikaları ülkenin etnik farklılıklarını ele almalı mı? Farklılık mı, bütünlük mü vurgulanmalı?
Kanımca bir siyasi sistemin, bir insan topluluğunun gücü, onun bileşkenlerinin farklılığını tanımaktan geçer. Bütüne asıl zarar veren, ülkenin kimliğinden şüphe duymak, kültürel özelliklerin ortaya çıkarılmasının, bütüne zarar vereceğini düşünmektir. Türkiye’de Kürt kültürünün ötelendiğini düşünüyorum. Aklınıza bu sorun takıldığında Yaşar Kemal’i düşünün. Öyle etkileyici bir Kürt, ama yine de bambaşka bir Türk. İki tarafa katkıları eşsiz. Kürt-Türk barışının vücut bulmuş hali...