Dünden bugüne Tataristan

İklimi, geleneksel Rus mimarisi yapıları, giyim kuşamı ile adeta 1970’lerin Moskovası...

Ataol Behramoğlu

KAZAN’DA PUŞKİN’E SELAM

30 Ekim’i 31 Ekim’e bağlayan gece yarısı yaklaşık dört saatlik bir uçuşla Tataristan’ın başkenti Kazan’a ayak basmış oldum.

Puşkin sempozyumlarının yapıldığı Boldino’ya giderken geçtiğim Nijniy - Novgorod’a haritada bakarken bu şehrin yakınlarındaki Kazan’ı görmeyi hep hayal ederdim.

Hayalimin gerçekleşmesinin nedeni yine Puşkin olacakmış...

Yıllardır Türkiye’de yaşayan, artık bizden biri olan Tatar - Rus asıllı ressam ve kuratör Aygül Okutan, Aleksandr Puşkin’in 220. doğum yılı nedeniyle Kazan’daki resim sergisinin açılışına benim de davet edilmemi isteyeceğini söylediğinde, bundan sevinç duymam doğaldı.

Çünkü Kazan’ı görme arzumun yanı sıra, Kazan’daki sergi, Puşkin’in 1829’daki Osmanlı - Rus Savaşı sırasında gözlemci olarak Rus ordusuyla Kars ve Erzurum’a yaptığı yolculuğunun izlenimlerinden esinlenerek yapılmış resimlerdi.

“Erzurum Yolculuğu” adıyla kırklı yıllarda dilimize çevrilmiş olan bu yolculuk izlenimlerinin sonraki yıllarda Puşkin’in “Tüm Öykü ve Romanları” arasında yer alacak yeni bir çevirisi de bana aitti. 

Sergi açılışında bu konuda bir konuşma yapmam isteniyordu...

Böylece de Puşkin’in Erzurum (ve Kars) yolculuğu, bana Kazan yolculuğunun kapısını açmış oluyordu...

KÜÇÜK MOSKOVA

Ülkelerimiz arasında saat farkı olmamasına karşın ısının yaklaşık 15 derece azalarak sıfıra yaklaştığı Kazan’da daha ilk günün sabahıyla birlikte koşuşturma başladı...

Sahibi bir İtalyan olan Giuseppe Oteli’nden, şehrini doğal olarak çok iyi tanıyan Aygül’ün kılavuzluğunda yakınlardaki Kazan Kremli’ne doğru yürüyerek yola çıktık...

Bu sırada geniş, temiz ve oldukça tenha caddelerinden geçerken gündüz gözüyle ilk kez görmekte olduğum Kazan, hayallerimi pek de karşılamadı... 

Ben (gerçi ikisini de görmediğim, ama hayallerimdeki!), örneğin Buhara, Semerkant gibi, Doğu’nun mimari ve yaşam kültürünün ürünü bir şehir beklerken gördüğüm bir küçük Moskova’ydı... 1970 başlarında görüp bir zaman yaşadığım gençliğimin Moskovasına ayak basmış gibiydim...

İklimi; çok katlı olmamakla birlikte her biri bir müze ya da elçilik binası olabilecek genişlikte ve görkemde, geleneksel Rus mimarisi ürünü yapılar; giyim kuşam, kulağıma çarpan konuşmaların Rusça oluşu, beni gerçekten de -şimdi pek çok değişmiş olan- 1970’lerin Moskovası’na götürmüştü...

GÖZ ALICI VE RENKLİ

Kazan Kremlini’nin bulunduğu tepemsi yükseltiden, deniz genişliğinde yatağıyla Volga Nehri’ni görüyorsunuz...

Kazan Kremlin’de göze ilk çarpan ise renkliliği ve göz alıcılığıyla, Moskova Kızıl Meydan’ın kenarından Moskova Nehri’ne yukarıdan bakan Ermiş Vasili Katedrali’yle yarışabilecek Kul Şerif Camisi.

Bu gerçekten görkemli ve şirin yapının yüzlerce yıl öncenin bir ürünü olmadığını, Korkunç İvan denilen (o sırada 20’li yaşlarındaki) Rus çarının 1552’de Kırım Hanlığı’na saldırısında girdiği Kazan’da yaktırıp yıktırdığı camilerden biri olan Kul Şerif Cami yerine 1996’da Türkiye tarafından aynı yerde yapılmasına karar verilip 2006’da ibadete açılan yeni bir yapı olduğunu öğrendiğimde hem şaşırdığımı hem övündüğümü gizleyemem...

PUŞKİN’İN ZİYARETİ

Kazan Kremlin’i alanında Kul Şerif Camisi’nin yanı sıra görülmeye değer bir başka yapı, aynı çar tarafından yaptırılmış Blagoveşçenski Manastırı... Bu kilisenin edebiyatsever ziyaretçiler bakımından çekici bir yanı da, Kazan’a gelişinde Puşkin’in burayı ziyaret etmiş olması... 

Kilisenin dökme demirden özel olarak yapılmış zemininin bir yerinde yapıldığı tarih ve yapan firmanın adı yazılı... Puşkin’in orada durup yüzyıl önceki yazıya baktığı biliniyor... Onun zamanından fotoğraf yoktu... 

Ben Puşkin’den 200 yıl sonra ona bir selam göndermek için aynı yerde durup fotoğraf çektirdim...

ŞAİRİN ANISINA SERGİ

Aygül Okutan’ın ebru tekniği ürünü gerçekten etkileyici resimlerinden oluşan sergi, Kazan Belediyesi’nin (Kazanskaya Ratuşa) büyük salonunda açıldı.

Okutan ve ben, seçkin katılımcı topluluğuna takdim edilerek konuşmalar yaptık. Benim konuşmam Puşkin’in yapıtlarından Türkçeye çeviriler üzerineydi. Büyük şairinin çok bilinen bir şiirinin Rusçasını, ardından Türkçesini okuyuşum, kuşkusuz hepsi Rusça bilen, pek çoğu da Tatarca üzerinden Türkiye Türkçesine yabancı olmayan fakat aralarında Puşkin’i Türkçeden işitmiş tek bir kişinin bulunduğunu sanmadığım bu izleyici topluluğu üzerinde beklenmedik ve hoş bir etki yarattı...

KÜLTÜR, YAŞAMIN ORTASINDA

Kazan’da ikinci gün sabahın erken bir saatinde Devlet Televizyonu ziyaretiyle başladı. İlkin, bir kadın ve bir erkek programcının gerçekleştirdiği Rusça sabah programına katıldık. Üniversiteye ve ilgili müzelere hediye etmek üzere getirdiğim Rusçadan çeviri kitaplarım masaya serildi... Konu doğal olarak yine Puşkin, Erzurum ve Kars yolculukları, Türk ve Rus edebiyatları arasındaki ilişkilerdi...

Tahmin edilebileceği gibi göz açıp kapayasıya geçen Rusça sabah programını, aynı programın devamı olarak (iki ayrı sunucuyla) Tatarcası izledi...

Tataristan’da bir zaman ikinci plana itilen Tatarcanın giderek (ve kuşkusuz doğal olarak) daha çok konuşulur olduğunu, ulusal kimlik bilinciyle birlikte anadile ilginin ve bu alanda eğitimin de hızla yükselip geliştiğini öğrenmek sevindiriciydi...

Devlet televizyonundan Kazan Federal Üniversitesi’ne geçtik...

Bir gün önceki açılışta tanıştığımız, Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Türk Dili ve Tarihi Bölümü öğretim üyesi -ve yanlış anımsamıyorsam başkanı-, çok genç ve çok zarif İnci Sadıkova bizi kapıda karşıladı...

Öğretim üyeleri odasında bizi bekleyen öğrencilere ve öğretim üyelerine, Türk ve Rus dilleri, Türk ve Rus şiiri, genel olarak şiiri çevirisi konularında bir konuşma yaptım.

Türkçe bölümü öğrencilerinden Türk şiirini Rusçaya çevirmeleri konusuna ilgi göstermelerini istedim, Türk şiirinin buna gereksinimi olduğunu anlattım. Puşkin ve Lermontov’dan kitaplaşmış şiir çevirilerimi, başkaca çeviri kitaplarımı üniversite kitaplığına hediye ettim.

Kazan’da beni en çok mutlu eden ziyaret ve görüşmelerin başında bu üniversite ziyareti ve görüşmesinin geldiğini söyleyebilirim.

Kültür bakanlıklarımızın dünya üniversitelerindeki Türkoloji bölümlerinin çalışmalarını izlemeleri, yetenekli öğrenci ve öğretim üyelerini desteklemeleri, onlara burs ve ülkemizde çalışma olanakları sağlamaları yaşamsal önemde bir ödevdir...

ULUSAL MÜZE VE PUŞKİN MERKEZİ

Müzelerin, kültür merkezlerinin kolayca ulaşılabilir yerlerde olmaları, kültürün günlük yaşamın içinde doğallıkla yer almasını sağlıyor.

Üniversite ziyaretinin ardından Ulusal Müze’yi gezdik.

Tataristan kültürü ve tarihi konusunda bu müze ziyareti sırasında edindiğim bilgiler, aslında kendi tarihimiz demek olan bu konuda ne kadar az bilgi sahibi olduğumu (olduğumuzu!) gösterdi. Örneğin Kırım Tatarlığı ile Tataristan Tatarlığı arasında, yakınlıklar, uzaklıklar, benzerlikler ya da benzemezlikler konusunda kaçımız ne kadar bilgi sahibiyiz? Aslında kendi tarihimiz ve dilimiz demek olan Tatarlık, Tatarca konularında bilgilerimiz ne kadardır?

Bu gezi yazısı ayrıntılara girmenin yeri değilse de Tataristan tarihinde kısa bir gezinti yapalım...

Bugünkü Tataristan’ın içinde bulunduğu İdil (Volga)-Ural bölgesine, 4. yüzyıldan başlayarak Sibirya’dan çeşitli Türk boyları gelip yerleşmiş. İlk devlet örgütünü ise İdil Bulgarları kurmuş. 10. yüzyıl başlarında İslam dinini kabul eden İdil - Bulgar devleti 13. yüzyıl ortalarında Cengiz Han’ın torunu Batu Han tarafından ortadan kaldırılmış... Bunun ardından kurulan Kırım Hanlığı 16. yüzyılda bu kez Ruslar tarafından yıkılmış. Kazan’da yaşayan Tatarlar, Rusya’nın çeşitli bölgelerine sürülmüşler.. Rusya’nın Kazan eyaletini kurmasıyla Kazan şehri bu ülkenin sanat ve ticaret merkezlerinden biri olmuş. 

Fakat etnik ve dinsel baskılara karşı isyanlar birbirini izlemiş. 1773 -1775 yıllarında Rusya’yı sarsan (Puşkin’in de “Yüzbaşı’nın Kızı” romanında ve Pugaçev İsyanı Tarihi’nde konu edindiği) büyük köylü ayaklanmasında Tatarlar da yer almış... Bunun üzerine Çariçe 2. Yekaterina, Tatarlara din ve ekonomi alanlarında bazı haklar tanımak zorunluluğu duymuş...

Ulusal Müze’de gördüğüm en göz alıcı tarihsel ürün, çariçeyi Kazan’da gezdiren muhteşem at arabasıydı...

Ressamların ürünlerinden tanıdığımız bu boylu boslu ve herhalde bir hayli kilolu hanımefendiyi de ancak böyle bir araba ve bu arabayı çekebilecek güçte beygirler taşıyabilirmiş...

VALS, KADRİL, TİYATRO GÖSTERİSİ

19. ve 20. yüzyıldan günümüze kadar, sayfalarında Mir Sultan Galiyev gibi devrimci önderlerin de izleri bulunan Tataristan tarihini ayrıca öğrenip irdelemek gerekir...

Ulusal Müze’den sonra, aynı bölgede bulunan Puşkin Kültür Merkezi’ne gittik. Tiyatro ve konferans salonlarıyla, daha boyası üstünde, yeni açılmış bu muazzam kültür merkezini, adı Tatyana olan ve kendisi de Puşkin’in “Yevgeni Onegin”indeki Tatyana’yı andıran müze müdürü hanımefendi eşliğinde gezdik... Bütün bu müze vb. ziyaretlerinin hepsinde, görevlilerin konularına ilişkin bilgi ve samimi heyecanlarına tanık oldum...

İkinci gün, yine bir gün önceki belediye salonunda Puşkin balosuyla sona erdi...

Kazan’dakilerin yanı sıra Lermontov’un adıyla özdeşleşmiş Pyatigorsk şehrinin lisesinden gelen gençlerin vals, kadril ve tiyatro gösterileri görülmeye değerdi...

SÜRECEK