Dumanı üstünde dünya

John Berger ile Selçuk Demirel ortak bir çalışmayla çıktı karşımıza: "Duman". Kitapta, Berger'in tütüne övgü düzercesine kullandığı ironik metin(ler)i, Demirel'in çoğunlukla kesif griye çalan karanlık çizimleri taçlandırılmış.

Eray Ak

Duman'daki çizimler Selçuk Demirel'e, metinler ise John Berger'a ait ancak kitap Berger'ın bir çizimiyle açılıyor. "Gülüyoruz," diyor bu çiziminde Berger. Selçuk Demirel ve John Berger gülüyor. Neye, neden, nasıl gülüyorlar? Bu soruların yanıtları aslında kitabın üzerine gideceği dertlerin hangi izlekler üzerinden yürüyeceğinin de cevabını veriyor bize. Bu gülüşün derinden gelen ve çaresizlikle dudaklara yayılan bir tebessüm mü, yoksa bu dünyaya istihza ile bakan iki arkadaşın alaycı kahkahası mı olduğunun cevabı ise Duman'ın renklerini belirliyor.

Duman'ın renklerini belirliyor dendi yukarıda...

Aslında adı üstünde "duman" işte. Gri deriz, siyah deriz, kara deriz... Selçuk Demirel'in kaleminden çıkmış çizimlerde de bunu görüyoruz zaten. Dumanın tüm renk tonları bu çizimlerdeki yerini alıyor. Fakat çizimlerin bir adım ötesine geçip anlatmak istediklerine odaklandığımızda duman renginin yeknesaklığından uzak ve derin anlamlar barındırdığını görüyoruz. Öyle ki insanlığın gelişim tarihini beraberce tersten okuduğunu bile söyleyebiliriz Berger ve Demirel'in. Bu da bizi Duman'ın anlatmak istediklerinin tam ortasına atıyor işte.

BİR BAŞKA DUMAN MAKİNESİ: SİGARA

İnsanlık tarihinin ateşle başladığını düşünürsek hem olayın ironisine hem de işin gidişine uygun olarak sonumuzun dumandan geleceğini tahmin etmek güç olmasa gerek. İnsanlık tarihinin başından bugüne kadar geçen dönemleri de az çok düşündüğümüzde ateşle ve sayesinde nelerin üstesinden gelindiğini tahmin edebiliriz. Yiyecek, barınma ve yerleşik hayatın temelleri de aynı şekilde ateşle atıldı. Yani bir anlamda ateş sürdükçe hayat da sürecek.

Ancak şu da bir gerçek ki ateşimiz yavaştan sönmeye, dumanımız da hafiften tütmeye başladı.

Nasıl mı?

Biraz dünyaya ve çevremize bakmaya başlamasak mı artık?

Ormanlar yanıyor; dumanımız tütüyor. Tarladaki ürünler ateş alıyor; dumanımız tütüyor. Fabrikaların zehirli ateşleri ateşinden daha zehirli dumanlar saçıyor; yine tütüyoruz, dumanımız tütüyor. Bomba atılıyor; hâlâ dumanımız tütüyor. Nükleer denemelerden sonra geriye insanlığı ve dünyayı zehirlemek üzere bir garip duman kalıyor.

Yani bir anlamda insanlığımızdan uzaklaştığımız her noktada dumanımız tütmeye başlıyor, devam ediyor. Duman tüttükçe de gözlerimizin önünde âdeta gerçekleri görmemizi engelleyecek bir sis perdesi çekiliyor. Bedenimiz ve bilincimiz ise is kokmaya başlıyor. Kokuyu almamamızın nedeni herkesin bu kokudan nasibini alması. Herkes koktukça kokuya alışıyoruz. Bir anlamda dumanını tüttürdüklerimize ortak oluyoruz.

Dünyanın şu anki haline katkı sunmadığını düşünen var mı yoksa?

John Berger da işte bir anlamda dünyanın bu gidişine, zihinlerdeki is haline, dumanlı gözlere dikkat çekme derdinde Selçuk Demirel'in çizgilerinin altına yazdıklarıyla. Kitabın tümünde bir anlamda şunu dile getiriyor Berger; ateşimiz sönerken ortaya çıkan bu duman gerçekleri ve gerçek tehlikeyi görmemizi engelliyor.

Tam da bu noktadan yola çıkarak; "Dünyadaki denizlerde tepeden tırnağa nükleer silahlarla donatılmış 60 denizaltının faaliyete geçmek için gece gündüz emir beklediğini kimse düşünmüyor," diyor Berger.

Gelsin soru: Peki biz bu denizaltıları düşünmüyorsak neyi düşünüyoruz? Neleri takıyoruz kafaya?

Duman'da John Berger ve Selçuk Demirel işte bunun peşine düşüyor. Duman'ın merkezini de bu bağlamda bir başka duman makinesi alıyor: Sigara...

Amaç, gözümüzün görmedikleriyle gördüklerimiz arasındaki kurulmak istenen bağ üzerinden bir ironi kurmak. İsimizin, tozumuzun, insanlığın hengâmesinden üstümüze sinen kokumuzun sigaradan değil de aslında az önce bahsettiklerimizden geldiğini vurgulamak. Bir yandan da diyor ki, evet dumandan gözünüz görmüyor olabilir ama siz sadece orada kaldığını sanmayın bunun. Gözünüzü sardığını zannettiğiniz duman, artık ruhunuzu da bulanıklaştırdı.

Ama bu ruhumuzu karartan dumanın sigara dumanı olmadığı açık artık.

Berger, Önsöz'de verdiği nükleer denizaltı örneğinden sonra ise hikâyesini anlatmaya başlıyor. Daha doğrusu hikâyemizi. Kendisinin de dahil olduğu insanlık hikâyesi... Selçuk Demirel de çizgilerle bu hikâyenin hayal düzlemindeki gerçeklerini ortaya çıkarıyor. Bizi boğan, bulanıklaştıran ve sıkan dumanın "masum" gibi görünenleriyle gerçek dertlerin bir anlamda haritasını çıkarıyor.

YAŞAMIN VE ÖLÜMÜN BELİRTİSİ

"Evvel zaman içinde erkekler, kadınlar ve (gizlice) çocuklar sigara içerlermiş..."

Hikâye buradan başlıyor. Bir anlamda Berger ve Demirel "duman" hikâyelerini en masum yerinden alıyor. Nükleer denizaltıların, yanan ormanların, atılan bombaların ardından sigara tabii ki masum kalıyor. Berger ve Demirel de tam olarak bunu vurguluyor işte. Bir anlamda tersinden okuma yapıyor. Kötü diye gösterilen bir dumanın perdesi arkasında dönenlerin haritasını Berger kelimelerle, Demirel çizgilerle çıkarıyor.

Çağrışıma dayalı bir üslubu benimsemiş John Berger, Selçuk Demirel'in çizgilerinin altına yazdıklarında. Sigara dumanının hayatımızı hangi noktalarda yakaladığını, bizi nerelerde sarmaya başladığını, tolere edilebilir bağlamlarıyla ele alıyor.

"Sigara içerken yolculuk yaptık, sigara içerken dünyayla ilgili görüşlerimizi paylaştık, sigara içerken sınıf mücadelesini tartıştık..."

Gerçekten her şey tıpkı John Berger'ın dediği gibi oldu. Fakat Berger tam sınıf mücadelesinden bahsetmişken Demirel'in ağzında koca bir puro olan patron çizimi geliyor. Puronun ucunda ise ateşinde ısınmaya çalışan, dumanı her bir yanını sarmış, yoksul olduğu her halinden belli bir adam duruyor. Berger'ın sözleri ve hemen ardından gelen bu çizim aslında kitabın genel tavrını da sunuyor bize. Birileri "cambaza bak" diyerek bizi sigara ile oyalardan, "ihtiyaç fazlası" dumanı dünyaya salarak ortalığı bulandıranların hallerini sergiliyor iki usta isim.

Yol ve yöntem belirlendikten sonra devam ediyorlar...

Aynı şekilde onların anlattığı hikâyede biz de devam ediyoruz...

Biz sigara içip yol alır, konuşurken "bir şey oldu ve her şey değişti" diyerek artık anlatmak istediği esas meselenin de kapısını aralıyor böylelikle Berger. Berger'ın ''her şey değişti'' dediği sigaranın artık her masanın misafiri ve dostluk göstergesi olmayışıyla ilgili. Çünkü artık en amansız düşmanımız ilan edilmiştir. Aynı zamanda ölümcüldür de. Toplumsal tehdit tarafını bilmem saymaya gerek var mı? Berger'ın dediği gibi ''tek kişilik sapıklık'' benzetmesi ise ağır da olsa söylenenler arasında.

İşte bunlar görünen yüzeyde meydana gelenler. Berger yazdıkları, Demirel de çizdikleriyle bizi görünenin arkasına götürmeye çalışıyorlar. Arka tarafta dönen tiyatroda ise insanlığın içten içe çürümüşlüğü ortaya çıkıyor.

Örnekse; Wolksvagen'in egzoz emilim testlerindeki oranlarda tüm dünyayı kandırarak asrın yolsuzluğuna imza atması. Firma yüzünden, firmanın ürettiği araçlar yüzünden kaç kişinin dumana boğulduğunu, zehirlendiğini biliyor muyuz? Asıl önemlisi de buna sigaraya gösterdiği kadar tepki gösterdi mi insanlar?

Evet, kabul ikisi de duman ve tehlikeli. Ancak biri iradeye, biri iradeyi ortadan kaldırmaya yönelik bir hareket. Berger'ın tepkisi de buna. Bize sigarayı en kötücül varlıkmış gibi gösterip karbon gazı salınımının ne boyutlara ulaştığına dikkat bile etmeyenlerin, ne zaman bu sıkıntıya kulak vereceğinin merakı ve isyanına ses oluyor aslında tüm bir kitap.

Bu anlamda ortada Berger ve Demirel'in kalemlerinden çıkmış dehşetli bir ironi var. Sahtekâr dünyalıların, dünyayı mahvederken tek sorumluluğu sigaraya yüklemek gibi bir oyuna girişmesi ve bizim de bir şekilde bu oyuna gelmemiz, ironinin çıkış noktasını meydana getiriyor.

Bu çıkışın bitişinde ise sis perdesini dağıtacak olanın yine insan olduğu, insanın dumanla var olabileceği gibi yok da olabileceği vurgulanıyor. Kitabın sonunda, "Şimdi bunu uzunca bir öyküye dönüştürelim" ifadesini kullanırken de kâğıt kalemi önümüze koyuyor âdeta Berger ve, dumanın hikâyesini kendin yaz diyor.

Duman bizi ve dünyayı ölüme mi götürsün, yoksa gerçeklerin görüldüğü bir yaşama mı?

Buna sen karar ver.

Duman / John Berger, Selçuk Demirel / Çeviren: Cevat Çapan / Yapı Kredi Yayınları / 72 s.

erayak@cumhuriyet.com.tr