Dostluk zamanla değil derinlikle olur

Enver Aysever'in Dostlar Kitabı'nın önemli bölümünde ortaokul, lise yılları, mahalle arkadaşlıkları var. Edebiyata ilk merak sarması, tiyatroya başlaması, sınıfta kalışları, koleje giden arkadaşları, ortaokuldan başlayan radikal aydınlanmacı tavrı, İlhan Selçuk, Melih Cevdet, Uğur Mumcu hayranlığı...  Yolları ayrılsa da onda tedavi edici, mutlu edici etkileri olduğunu düşündüğü insanları yazdı: “Sevgi, gereksinim, yoldaşlık neyse onun okura geçmesini istedim.  Büyük oranda ‘kötü’ olarak anabileceklerimizi dışarda tuttum çünkü o kötü anıların bugün güncelliği yok."

Hilal Köse

Enver Aysever’in son kitabı Dostlar Kitabı- Kendi Patikanda Yürümek, çocukluğundan başlayıp, 50’li yaşlarına uzanan bir yolculuğun kitabı. Alışık olduğumuz türden bir anı kitabı değil. Medyadan, sanat ya da siyaset dünyasından tanıdığımız isimlerin yanında, anneannesini, ilkokul sıralarında yan yana düştüğü çocukları, ortaokul ve lise yıllarında beraber yürüdüğü çocukları da anlatıyor Aysever. Onları birer kahramana dönüştürüyor. Aysever’in büyüdüğü semt Ataköy-Bakırköy vurgusu dikkat çekiyor, doğal olarak. Yazarın adımladığı neredeyse her sokağı, onun gözüyle dolaşmış gibi oluyorsunuz kitabı okurken. Tren raylarında uzun yürüyüşler, okul yolundaki zorunlu yürüyüşler, ilk gençlik, atılan yumruklar -kendisi yemiş-, Beyoğlu geceleri, rock grubu, uzun yılları bulan küslükler, rastlantılarla keşisen yollar, tiyatro sevdası, gazeteciliğe magazinci olarak adım atışı,  üniversiteden mezun olmadan bir üniversitede danışmanlık yapması, CHP PM üyeliğinden istifa ettiği gece olanlar, TKP dostluğu...  Neredeyse yaşamının en özel dönemeçleri öykü tadında yer buluyor kitapta. Okurken es verip, uzaklara dalıp gitmeniz kuvvetle muhtemel. Dostlarınızı, dostluğunuzu, hangisiyle büyüdüyseniz anneannenizi ya da babaannenizi, kendi sınavlarınızı düşünüyorsunuz ister istemez ama hüzne boğulmadan. Aysever, ilk anlatısına “Anneannelerin büyüttüğü çocuklar ülkesi diye bir yer olsa...” notunu düşmüş. Kitabın sonuna dek bu sıcaklıkta devam etmiş, kendisini açık yüreklilikle tartmış, en önemlisi dostluğa bir hayli kafa yormuş... Tabii bir yandan da ülkenin geçirdiği siyasal dönüşümü, ‘Özal gericiliğini’ fonda akıtmayı ihmal etmemiş. Yazarla Doğan Kitap'tan çıkan kitabına dair sohbetimizden bir demet aşağıda...

Kitapta, Aysever'in Tarık Akan'la Paris seyahati de var... "Tarık (Akan) abi ile abi kardeş olduk. Dostlukların zamanla değil derinlikle olduğunu o gün keşfettim. 20 yıl 30 yıl birisiyle konuşursun ama hiçbir şey konuşmamış olursun bir hafta tatili yaşarsın -ayrı iki kuşaktan iki insan- dostun olur. Çok incelikli bir şey yaşadık, onu kaybettiğim gün anladım ki öz abim olsa bu kadar üzülürdüm bir kayıba. O kayıp duygusunun, yas duygusunun ne olduğunu öğrendim."

ANNEANNEM BENİM DOSTUMDUR

Anneannenne dostum demen ilginç ve güzel geldi. 

Galiba, ben anneannemin dostuydum. Eşini yitirmiş, torununa bakan, tüm günü yalnız geçiren bir kadın. Bir acısı var, evladı yurtdışında, iletişim olanakları sınırlı. Bir taraftan Türkiye’nin o koşullarında ne varsa orta sınıf ailelerde, hepsinin yaşandığı bir ev. Ve anneannem bütün masallarından, anılarından, İstanbul görüntülerinden, geçmişinden, acısına ve çocuklarına duygusuna kadar ne varsa benimle paylaşıyordu. Kitapta söylediğim bir şey var. Ataköy’deyiz o zaman. Bunu önemsiyorum. ‘Anneanne dede elinde büyüyen çocuklar ayrı bir ülkenin yurttaşlarıdır’ diyorum. Büyükanne ve büyükbaba, şefkati sevgiyi hem doğrudan veriyor, hem de yaşam birikiminin getirdiği o bilgece bakış kulağımızda kalıyor. Anneannelerin bilmeceleri, masalları, ninnileri, yaşadıkları kültürün getirdiği anımsatmalar...  Anneannem, İstanbul’da yaşamadığım çevreler Laleli’yi, Aksaray’ı, Samatya’yı, komşularını anlatırdı, mesela Rumlar, Ermeniler.  Küçükken insan sevgisini  oralardan öğreniyorum, dost olarak, kardeş olarak anlatıyor... 6-7 Eylül olayları olduğunda dedemin komşularına nasıl sahip çıktığını anlatırdı.  Bir de biz sürekli radyo dinlerdik. Radyo tiyatrosu çok önemliydi. Arkası Yarın ve Çocuk Bahçesi. Tiyatro sevgimin temeli oradan. Mükemmel miydi çocukluk? Hayır ama bir yanıyla o geçmişi özlediğimi de inkar edemem. İlişkiler daha insani, içten, daha masum idi sanıyorum. Şimdi daha insansız, daha duygusuz, çatışmaların derinleştiği bir ortam var. O yüzden anneannem benim dostumdur.  Üniversitenin ilk yıllarına kadar hukukumuz sürdü. Hala özlerim onu, 25 yıl oldu öleli. Yazarken de o sevinci ve sızıyı aynı anda hissettim. Márquez diyor ki, “Büyülü gerçeklik akımını ben büyükannemden dinlediklerimden kurdum.” Bu kadar önemlidir o hikayeleri dinlemek, koskoca bir yazar armağan ediyor bize. Benim kendime koskoca diyecek halim yok ama pek çok olayın içerisinde yer aldım, tanıklıklarım var, yazmadığım dünya kadar şey var, yazdığımda hepsinin birer belge olduğunu düşünüyorum.

 Göztepe Pansiyonlu İlkokulu’ndan arkadaşın Bülent’le sonradan karşılaştın mı?

Bülent yatılıydı, babası annesi polisti, ben akşamları eve gidiyordum. Hiç bilmediğim bir dünyaya tanık oluyordum Bülent’le. Hafta sonu annesinin babasının yanına gitse bile, daha soğuk bir hayatı sürüyordu. Bizim evse şenlikliydi, teyzeler, halalar herkes bizde toplanırdı. Cumartesi Pazar bittikten sonra kendi hikayelerimizle haftaya başlardık.  Hafta sonu olanı biteni, babam beni maça götürdüyse mesela, anlatırdım... Aramızda çocuk ölçeğinde bir sırdaşlık oluştu. Yatılı okul büyük acıların yaşandığı bir yerdi. Her çocuk kederliydi. Bülent’le sonra hiç görüşmedik. Kitabı okur da karşıma çıkar mı diye de merak ediyorum. Ben dostluklarla ilgili olanın olduğu yerde kalmasından yanayım, 8,9,10 yaşındaki Enver yaşamıyor ki. O Enver’i de Bülent’i de azıcık tanıyorum. 

 Levent’le ortaokulda okuldan kaçmaya başlamışsın...

Levent, asosyal, neredeyse radikal bir dinsizdi, sert bir rockerdı, içe kapalı bir çocuktu, benimle paylaşırdı herşeyi. Ayda 20 gün devamsızlık hakkımız varken biz 40, 50 gün rapor uydurur gitmezdik okula, uzun yürüyüşler yapardık Levent'le.

 Yaramaz bir çocuk muydun?

Başını belaya sokan bir yaramaz değildim. Daha çok içine kapanık, okuldan hoşlanmayan, tiyatro, müzik yapmak isteyen, edebiyatla uğraşmak isteyen, sistemle uyumlu olmayan bir çocuktum. Ama annesini babasını utandıran, kavgalara giren bir çocuk hiç olmadım. 

"Kolay ulaşılan bir dostum, fedakarımdır, dostlarımın meselelerine kafa patlatırım. Gençliğimde de fedakarca davrandım bunu düşünmeden, çünkü öyle bir şey dostluk. İnsan sevdiği insanın peşinden gider. O konuda bence eksiğim yok."

HALUK MU HAKLI ENVER Mİ?

 Robert Kolej’de okuyan Burak ve Galatasaray Lisesi’nde okuyan Haluk. Mahalleden arkadaşların…

İkisi hayatımda çok önemli. Haluk 20 yıl küstü bana, Burak yumrukladı. İleri yaşlarda oldu tabii bunlar. 

 Bence Haluk haklıdır.

Haluk haklı olsaydı yıllar sonra nedenini bile unuttum demezdi. (gülüyor)

 20 yıl geçmiş, unutmuştur...

Hayır unutmadı. İkimiz de biliyoruz.

 Sen mi haklıydın?

Hayır, bence 20 yıl sürecek bir haksızlık yoktu. İnsan üç ay küser, altı ay küser. O sürdürdü, Haluk kincidir, unutmaz. 

 Kimin suçuydu sonuçta?

Aslında iç içe olayların sonucunda, bir arkadaş grubu içinde biraz gazlama ve kutuplaşma. Ben biraz atak, öne çıkan, lider olmaya çalışan ya da olan, bazen kabul edilen bazen edilmeyen bir çocuktum. Haluk’la hiçbir zaman konumumuz çelişmiyordu. İkimizin birlikteliğinin bir anlamı vardı. Ben yazı yazacağım, tiyatro yapacağım. O da müzik yapacaktı. Biz hayatımızı bunun üzerine kurmuştuk, on yılımız böyle geçti, her dakikamız. İyi çocuklardık biz.  Melih Cevdet, Uğur Mumcu hayranıyız. Salah Birsel, Aziz Nesin imza kuyruklarındayız, ortaokuldan söz ediyorum... Çevremizdeki çocuklar bu ahengi bozarken çatışma alanı doğdu ve ortadan yarılma oldu. Haklılık haksızlık, bence 50 yaşında bunu söylemek gülünç olur. İnsan geçmişteki çatışmalarda her zaman kendini haklı sayar. Zaman ilerlediğinda haklılık geçer özlem kalır geriye. Buradaki risk, 20 sene sonra yeniden karşılaştığında yeniden birbirini sevme, birşey paylaşıp paylaşamamaydı. Sanki 20 yıl geçmemiş gibi arkadaşlığımızın duygusu ve dili korunduğuna göre... Yeniden konuşabildik.  Şunu gördük, ayrı yönlere gitmemize rağmen birbirimize kattığımız duyarlılıklar kalmış.  Dil ve zemin sağlam olduğu için aradan geçen yıllar bizden bir şey götürmedi.

Burak’la ne oldu?

Burak’la da uzun zaman sonra bir araya geldik şimdi üçlü meyhanede buluşuyoruz. Güzel oluyor...

Kitabın çerçevesini nasıl çizdin?

Sevgi, gereksinim, yoldaşlık neyse o duygunun karşımızdaki insana geçmesini istedim. Ölçü olarak birbirimizin heykellerini yontarkenki ölçüyü koymaya çalıştım. Bende olayların bıraktıkları izleri var. Büyük oranda 'kötü' olarak anabileceklerimizi dışarda tuttum çünkü o kötü anıların bugün güncelliği yok... Birbirimizin aileleriyle o kadar iç içeydik ki Haluk'un annesi beni görünce o günkü Enver'e sarılır. Kardeşlerimiz ‘abi’ der bize hâlâ. Herkesin belleğinde o ilişkiler yer bırakmış o değerli bir şey. Kendi hayallerimi kurarken arkadaşlarımın bana nasıl eşlik ettiklerini yazdım. Onlar da hayallerini kurarken ben onların eşlikçiydim.

DOSTLARIMIN TAMAMINA EMEK VERDİM

Nasıl bir dostsun peki, her an ulaşabilir mi dostların sana?

Kolay ulaşılan bir dostum, fedakarımdır, dostlarımın meselelerine kafa patlatırım. Gençliğimde de fedakarca davrandım bunu düşünmeden, çünkü öyle bir şey dostluk. İnsan sevdiği insanın peşinden gider. O konuda bence eksiğim yok. Zaman ayırma, hadi gel dediğinde gitme, yan yana olma konularında sınavı iyi vermişimdir. Zaman zaman kendi düşlerini öne alan biri olmuşsam da, duyarlılıklar noktasında farkında olmadan eksikliklerim olmuşsa da, onları dostlarıma sormak gerekir belki. Dostlarımın tamamına emek verdiğimi düşünüyorum onlar da böyle düşünür. 

Yarıyolda bırakmadın mı kimseyi?

Hiç bırakmadım. Eğer yarı yolda bırakılmış bir durum varsa, bir hikaye yarım kalmışsa, bir çatışma gerilim olmuştur eksik kalmışıtr bazı şeyler. Eksik kalanları tamamlama gayreti ne kadar doğru onu da bilmiyorum. Çünkü o yaşa özgü bazı şeyler.

 Dostlukların ömrü nasıl biter? 

Ortak dilin, heyecanların, duyguların sürüp sürmemesiyle ilgili, sevginin sevincin, hayatın o dilde yansımasıyla ilgili bir sorun. Biz senle dostluk yapacak olsak ortak dünyamız olur. Meslektaşlık, aynı kent, çocukların olması, siyasete benzer yerden bakmak, bir şeyler ortaktır, dostuna gereksinim duyarsın, o gereksinim ortadan kalktıktan sonra…

 En çok ne zaman gereksinim duyuyorsun sen dostlarına?

Her zaman. Üzgünken de mutluyken de… Çok üzgünken arayıp kendimi sağaltmak istediğim de olur, çok yüksek sevinç yaşadığımda paylaşmak istediğim de olur. Ben dostlarıyla iletişimi sürdürmeyi seven biriyim. Dostlarımın ciddi bir  kısmıyla çatıştığımız konular da olur. Dostluk bence bir gereksinim meselesi. 

Kitabı yazmaya iten şeylerden biri de yazarın 50 yaşına yaklaşması. 50 yaşın simgesel olduğunu düşünüyor. “Bence 50’den sonra, insan o gençlik vs zırvasından kurtulup, daha oturaklı olma zorunluluğunu hisseder diye düşünüyorum. Bilgeleşme, demlenme, hırsından kurtulma açısından 50 yaş değerli bir yaş. 50 yaş büyük bir yaş aslında, az bir yaş değil. Bir de yazarlar gördüklerini kendileriyle götürmek istemzeler, tanıklıklarını bırakmak isterler, tanıklıkların içerisine de fikirlerini koyarlar. Dostlar Kitabı, anlatılan kişilerin kim olduklarından öte o çevreyi, duygu dünyasını anlama bağı kuruyor okurla, bundan memnunum” diyor. 

KENDİMLE HESAPLAŞTIM

Ya yazarlık?

Türkiye gibi bir ülkede yazma sorumluluğumuzun olduğunu düşünüyorum. Dostlar Kitabı bir tür kendimle selamlaşma kendimle hesaplaşma bir tür terazi oluşturma meselesiydi. Mümkün olduğunca adil olmaya çalıştım, birilerini yargılamak için yapmadım. İyilikler kitabı olsun istedim, hayatımda hep olumlu katkılarının olduğunu düşündüğüm dostlarımı yazdığım bir kitap. Kitabın en önemli tarafı bu, kötü anımsadığım, geçmişte dost olup şimdi yolumun ayrıldığı kimseyi yazmadım. Sevdiğim, yollarımız ayrılsa da bende tedavi edici, mutlu edici etkileri olduğunu düşündüğüm dostlarımı yazdığım bir kitap. Beni yetiştirdikleri için teşekkür borçlu olduğum insanları yazdım. Bir kısmına da benim katkım olmuştur onlar da böyle desin diye umarım... Kendini hayatta bir yerde görüyorsan, şan şöhret para pul değil, erdemler bağlamında, okuyup yazmaların kadar çevrendeki insanlar, yaşanmışlıkların da önemlidir... 

Az önce bahsettin, ne tür bir hesaplaşmaydı bu?

Bir hayatı bir kez sürüyoruz, tedavisi tamiri falan yok, hayat onarılabilecek bir şey değil. 20 yaşımızı bir daha yaşamıyoruz, dolayısıyla ben yaşadıklarımdan hiç pişman değilim diyenlere hep hayret ederem. Hiç pişman olmaması için bir insanın hiç yaşamamış olması gerekir. Hiç mutlu olmadım diyen bir insanın da hiç yaşamamış olması gerekir. İnsan sadece yaşadığı için bile bazen mutlu olur. Böyle bakıyorum meseleye, o ölçüden yazdım. Kendimle hesaplaşma, nasıl bir hayat sürdüm, nerden nereye gidiyorum nasıl bir dönemdeyim? Bizim kuşağımız 70'li yılların başında doğanlar, 21. yüzyıla girerken 30'larımızdaydık. Geldik 2020'ye. 21. yüyzyılın 20 yılı geçmiş bile. İnsan zaman üzerine, ölüm üzerine de düşünüyor. Sınırlı bir ömür, neyi sığdırabilirsin? İnsanın düşünmesi de gerekir, insan düşündüğünde anlamlı bir varlık olabilir. Bizim toplumumuzda düşünce kendiliğinden olan bir şey zannedilir, halbu ki öğrenilen bir şey. Kavramların olacak, dilin olacak, olgulara dönüşecek ve olgular üzerinden düşünme yetisi gelişecek. Sanki tanrı vergisiymiş gibi, herkeste düşünce kabiliyeti varmış gibi düşünülmesi gülünç....

HAYATTAN ALACAKLI DEĞİLİM

Nasıl bir hayat sürmüşşün peki, hangi sonuca vardın?

İstediğim hayatı sürmüşüm, öğrendiğim hayatı sürmüşüm sonuna kadar. İstanbul'da yaşamayı istiyordum, tiyatro hayalim vardı, yıllarca yaptım, başarılar kazandım. Kitaplarım olsun istiyordum 4’ü roman 24 kitap yazmışım, okuyucularım oldu. Demek ki iyi bir hayat sürmüşüm, bu hedeflerim açısından. Bir kız çocuğum olsun istiyordum en büyük hayallerimden biriydi, oldu. İyi bir hayat derken, hayallerinin peşinden koşan genç adamın büyük oranda o hayallerini gerçekleştirdiği bir yaşam sürmüşüm. İyi bir hayat demek, yokluklar yoksunluklar, eksiklikler yok demek değildir. İyi bir hayat, uğruna mücadele edip, o mücadele sonunda hayallerinin bu ya da şu kadarının gerçekleşebildiği bir hayattır. Okurlarım oldu, oyunlarım izlendi, seyircilerim oldu, bunların kıymetini biliyorum. Bir dünya kurdum. Hayattan alacaklı ya da borçlu olduğumu düşünmüyorum. Bir aydın, yazar sorumluluğu tartışmamız varsa, insanlara, yurduma da bu emeği verdim, sağlığımdan oldum zaman zaman. Orta sınıf bir ailede doğdum, orta sınıf bir hayat sürüyorum, bundan da mutsuz değilim.

Kitaptan...

- Dostlukların ömrü var

- Birini merak etmekten vazgeçtiysek artık o dostumuz değildir

- Dostluk ortak bellek yaratmaktır

-Dostluk, dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına gelmektir

- Tanışıklığın dostluğa dönüşmesi asla rastlantıya yer vermeyen uzun erimli emek ister

-Dost inatla hata yapacaksa yanında durmayı bilmek gerekir

-Dostluk düşünceleri, duyguları denetimsiz bırakabilmektir

-Kirlenmeden, terleyip kana bulanmadan dostluk olmaz

-Giderek seyrelen görüşmelerle süren ilişkilere dostluk denmez

-Dostlar ne kadar sessiz kalınacağını bilir

-Dostluk aynı dizelere sığınmaktır