Dört mülteci kadının yaşama tutunma çabası: Uçak sesi bitene kadar kusuyordu
Dört mülteci kadının yaşama tutunma çabası hikayeleşti.
cumhuriyet.com.trMültecilerin hayatı çok zor. Hele kadınsa, hele çocukları da varsa bu zorluk katlanıyor. Çok düşük maaşlarla çok ağır koşullarda çalışıyor, daha da fenası üniversiteyi bitirmesini hayal ettikleri çocuklarının işçi olarak çalışmasıyla yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Çalışmayan kadınların hayatının büyük kısmı evde geçiyor. Türkçe bilmemeleri, gidecek bir yerleri, paraları olmaması önlerini kesiyor. Bu nedenle evlerine yürüme mesafesindeki ücretsiz her türlü kurs onlar için hayata karışma anlamına geliyor.
Her gün kurstalar
Küçükçekmece’deki İstanbul Hayata Destek Evi’ne bir ay boyunca hafta içi her gün gelerek kalıp çıkarma kurslarına devam eden dört kadın Suriyeli mültecinin hayata tutunma çabası, “4 Portre: Yeni Hayatlar’’ adlı projeyi oluşturdu. Hayata Destek Derneği ile fotoğrafçı ve yazarlar kooperatifi “PostSeyyah’’ işbirliği içinde hazırlanan proje, Suriyeli dört kadının, İlham Reşid, Sophiya Fattouh, Fatma Al Mıtlı ve Felak Ahmet’in hikâyesini anlatıyor.
Her biri, ya aldıkları eğitim ya da geçimlerini sağlamak üzere verdikleri çabayla tekstil alanında deneyim sahibi olan dört kadın da İstanbul Hayata Destek Evi’nde verilen kursu başarıyla tamamlayarak dikiş makinesi almaya hak kazandı. Deneyimleri ve kursta geliştirdikleri yetkinlikleriyle üretme fırsatı elde ettiler. Kadınların hikâyelerini Bülent Kale yazdı, fotoğrafları Umut Kaçar çekti, video çalışmasını da Caner Özgül gerçekleştirdi.
Anneler, kızlar ve oğullar...
Felak Ahmet 46 yaşında. Afrin’deki köyünden Halep’e gelin gelmişti, komşularına ufak tefek şeyler dikiyor, terzilik yapıyordu. Her şeyin başında çocukları vardı. Her şey onlar okusun, daha iyi şartlarda yaşasın diyeydi ama üniversite mezunu olmaları için onca emek verdiği oğulları şimdi bir tekstil atölyesinde işçi olmuşlardı. “Yeniden üniversiteye dönebilmeleri için gerekirse gece gündüz çalışırım” diyor ama elinden gelen bir şey yok. Felak, ailesiyle birlikte Türkiye’ye geçmeye karar vermeden önce sekiz ay Afrin’deki köylerinde kaldı. Bir umut, belki her şey düzelir; çocukları yine okullarına döner, iki yaşında olan Rusel, kendi ülkesinde, aynı dili konuştuğu arkadaşlarıyla, özgürce, barış içinde büyür diye umdu ama geçen zaman ona ve ailesine o umudu vermedi. Savaş daha da yayıldı, besledikleri azıcık umudu da yok etti.
İlham Reşit anlatıyor: En az çocuklar kazanıyor sonra kadınlar
35 yaşındaki 4 çocuk annesi İlham Reşit’in anlattığı hikâye sanki insanın canına dokunan bir Suriye, bir savaş, bir yol filmiydi: Şehre bombalar yağıyor, bir çocuk hastaneye kaldırılıyor, bir dede son nefesini veriyor, bir anne çocuklarını kaybediyor, yollar kesiliyor, telefonlar çalışmıyor ama neyse ki sonunda herkes birbirine kavuşuyordu. “En az çocuklar alıyor, sonra kadınlar, sonra adamlar” diyor İlham. Beş yıl önce Türkiye’ye ilk geldiklerinde, o zaman dokuz yaşında olan en büyük oğlu Velid’le bir tekstil atölyesinde nasıl ortacı olarak çalıştıklarını anlatıyor. “Velid’e 300 TL veriyorlardı ayda, bana 400 TL,” diyor ve sonra yukarıdaki cümleyi ekliyor: “En az çocuklar alıyor, sonra kadınlar, sonra adamlar” Hayatta kalmak için emeğini (kaça olursa) satmak zorunda olan bir mültecinin öğrendiği ilk şeylerden biri bu. Savaştan kaçan bu insanlar en iyi ihtimalle ellerinde küçük bir valizle düşüyorlar yola. Neredeyse hiçbir şeysiz geldikleri yeni ülkede aklınıza gelen her şeye ihtiyaçları oluyor. Bu yüzden ilk başta yeniden bir yuva kurmak için çoğu zaman çalışabilecek olan herkes çalışıyor. Çocuklar dâhil. İlham’ın ailesinde kocasıyla beraber İlham ve Velid de çalışıyordu. Bu tam bir buçuk sene böyle sürdü. İlham artık çalışmıyor. Hayat iyi kötü bir raya oturdu. Çocukları Zeynep, İmadeddin ve Abdurrahman şimdi okula gidiyor. Hâlâ çocuk olan büyük oğlu Velid ise çok düşük ücretle çalışmaya devam ediyor.
Mülteci olmak bir evi olmamaktır
Sophiya Fattouh 36 yaşında, Halep’te doğup büyüdü. 17 yaşındayken ortaokul yıllarından beri tanıdığı Basil’le evlendi. Üç çocukları oldu. Savaş çıkmadan önce Halep Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne başlamış ama ancak bir sene devam edebilmişti. Kocası ve çocuklarıyla birlikte her fırsatta Suriye’yi gezmişlerdi. Sophiya, Türkiye’de şu anda var güçleriyle çalışarak ancak temel ihtiyaçlarını karşılayabildiklerinden, hiçbir sosyal hayatlarının olmadığından yakınıyor. Kurstan arkadaşlarıyla sadece telefonda görüştüklerini, komşularıyla pek görüşmediklerini, bazı insanların Suriyelilere kötü davrandıklarını gördüğünü ama nedenini anlamadığını söylüyor. “Mülteci olmak bir evi olmamaktır” diyor. Bir evin adaletten, eşitlikten, özgürlükten de yapıldığını; insanların sosyal ilişkiler ve sosyal güvencelerle de ısındığını hatırlatıyor.
Uçak sesi bitene kadar kusuyordu
Fatma Al Mıtlı 30 yaşında, Rakkalı, evli, bir çocuğu var ama kocası ve oğlu şimdi uzaktalar. İstanbul’da annesinin yanında, kardeşleriyle beraber yaşıyor. Dört odalı bu evde 13 nüfus kalıyorlar. Evde işgücü çok ve çeşitli. Herkes tekstilde çalışmıyor. Demir doğramacılık, plastik gibi iş sahalarında çalışanlar da var. Ama içlerinde asgari ücret bile alan yok. Kadınlar yine erkeklerden daha az alıyor. Çocuklar onlardan da az alıyor. Fazla mesailer yine verilmiyor ve en küçük hatalar bile bahane edilerek sıklıkla maaşta kesintiler yapılıyor.Haziran 2014’te bombardımanlar altındaki Rakka’da oğlu Muhammed doğuyor. Fatma, “Muhammed hep kucağımdaydı, hepimiz çok korkuyorduk. Eltimin çocukları 4-5 yaşlarındaydılar, uçak sesi duyar duymaz en yakın köşeye koşup siniyorlardı, bir tanesi uçak sesi kesilinceye kadar sürekli istifra ediyordu” diye anlatıyor.