‘Domina’ dizisinin kadın oyuncuları: Masada olmazsak temsil edilmeyiz

Şu sıralar beIN Connect’te yayımlanan “Domina” adlı dizi Antik Roma’yı konu alan birçok yapımdan farklı bir bakış açısına sahip. Livia Drusilla’nın gerçek yaşamöyküsünden hareketle çekilmiş tarihi dizide erkeklerin dünyasında var olmaya çalışan bir kadının hikâyesi anlatılıyor.

Emrah Kolukısa

Antik Roma’da geçen “Domina” bugüne dek izlediğimiz entrika dolu tarihi dizilerden bir hayli farklı. Bir kere başrolünde güçlü bir kadın yer alıyor ve dizi bundan yüzyıllar önce, kadının belki günümüzdekinden çok daha toplum dışına itilmiş oldu bir dönemde Roma’daki iktidar odaklarının merkezinde nasıl yer aldığını ve etkisinin nerelere kadar uzandığını anlatıyor. İmparator Augustus’un eşi Livia Drusilla’nın gerçek hayatından hareketle çekilen dizide sonradan Domina adıyla hitap edilen Drusilla’yı iki farklı oyuncu canlandırmış. Kasia Smutniak’ın başrolü üstlendiği yapımda Domina’nın gençliğini ise Nadia Parkes oynuyor. Uluslararası zengin bir oyuncu kadrosunun yer aldığı dizide irili ufaklı rollerde Matthew McNulty, Isabella Rossellini, Claire Forlani, Liam Cunningham, Christine Bottomley ve Colette Tchantcho gibi isimler var.

beIN Connect’te yayınlanan dizinin oyuncularıyla yaptığımız Zoom buluşmasında hem yapımla ilgili detayları öğrendik hem de aklımızdaki soruları sıraladık. İlk bir araya geldiğimiz oyuncu grubu dizide sıklıkla birlikte görülen üç kadın karakteri canlandıran Claire Forlani (Octavia), Christine Bottomley (Scribonia) ve Colette Tchantcho (Antigone) oldu.

Colette Tchantcho

“Domina” hiç şüphesiz bir kadın hikâyesi. Dizideki olayların itici gücünü kadın karakterler oluşturuyor ve zaten bir kadının iktidar mücadelesini izliyoruz. Bugün benzer koşullar sürüyor mu?

Colette Tchantcho: Bununla ilgili aklıma dizide Scribonia’nın söylediği bir şey geliyor. Kelimesi kelimesine anımsamıyorum ama “Her şeye hakkın olduğunu sanıyorsun ama sahip oldukların bir anda senden çalınabilir; tıpkı benim başıma geldiği gibi.” Bu her şeyi özetliyor aslında, oynadığımız karakterler için o dönem her şeyin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Nihayetinde, her ne kadar perde gerisinden birçok şeyi etkin altına alabilsen de, başına gelen en ufak bir şey, basit bir boşanma örneğin, hayatını değiştirebiliyor, sana verilen kıymeti belirleyebiliyor. Elbette bir şeyleri etki altına alabilmek için doğru kişiyle evlenmiş olmalısın, geri planda tasarladığın şeyi onun ağzından aktarıyorsun çünkü. O dönem kadınların karşı karşıya kaldığı şiddete baktığımda -Julia mesela tecavüze uğruyor ve yapabileceği hiçbir şey yok- şunu düşünüyorum: Orta Doğulu bir kadın olarak bugün hala kızlarımızı koruyabilmek için erkek çocuklarımızı nasıl büyütmemiz gerektiğini konuşuyoruz. İşte dizi de kadının toplumun eğitilmesinde, bireylerin yetiştirilmesinde nasıl bir rolü olduğunun altını çiziyor.

Christine Bottomley

PATRİARKA SOĞAN GİBİ

Christine Bottomley: O kadar doğru ki Colette’in söyledikleri… Dizide Scribonia bir yerde kızına şöyle diyor: “Her şeye sahipsin, özgürlüğün hariç”. O dünyanın kadınlarına dair her şeyi anlatmıyor mu bu sözler, yani çok prestijli bir masada çok önem verilen bir yere oturtulmuşsun ama yine de bir özgürlük hissin yok. Bence bu bizim yaşadığımız çağın kadınlarına da çok hitap ediyor. Biz üçümüz de örneğin, oyuncu olarak kendimizi çok emniyette hissetmediğimiz durumların içine çekilmişizdir. 

Claire Forlani: Yaşadığımız dünyada patriyarkal unsurlar için ilginç durumlara tanık oluyoruz bence çünkü bu meseleler çok tartışılıyor ve insanlar ifşa ediliyor. Ve bir soğan gibi tıpkı soydukça yeni bir katmanla karşılaşıyorsun. Ayrıca ne denli şartlanmış olduğumuzu da görüyoruz. Ben mesela bir erkeği otomatik olarak iktidar konumunda görmeye çok şartlanmışım, onu fark ettim. Bu çok şaşırttı beni çünkü öyle bir kadın olmadığımı sanırdım. Kendimi hep eşit düşünürdüm erkeklerle… İşin aslı şu ki bu bizim DNA’mıza işlemiş, “Domina” bunu da gösteriyor bize bence ve kelimenin tam manasıyla DNA’mızı yeniden eğitmeliyiz. “Domina” gibi bir dizi yaparak ve bunu insanlara sunarak, kadınlara izlettirerek… Zorbalığın tarihsel amacından buralara geldik işte, yani asıl mesele dünyanın zorbalığı. Erkekler zorba olmayı seçtiler ve biz kadınlar bir şekilde hayatta kalmanın yollarını bulmalıydık. Ve farklı bir şekilde savaşmak zorundaydık, perde arkasından, çocuklarımız üzerinden, kocalarımız üzerinden… Bugün farklı mı peki? Tabii ki bir değişim zamanında yaşıyoruz. Toplumun tüm farklı kesimleri ayağa kalkıyor ve yeterince değişmediklerini söylüyor, bunu talep ediyor.

Claire Forlani

Dizideki cümle, yani “Hayatta kalmanın ilk kuralı iktidarda olmaktır” bugün hâlâ geçerli mi sizce?

Tchantcho: Kesinlikle. Bugün çözmeye çalıştığımız strateji geçmişte de var olanın aynısı bence; yani kadınlar nasıl masada daha çok sandalye kazanabilir? maalesef geçmişte, demin Claire’in söylediği gibi bunu çocuklarımız ve kocalarımız üzerinden elde ediyorduk, ama bugün de çok farklı değil. Parlamentoya baktığımda yeteri kadar kadın parlamenter olmadığını görüyorum. Ve bunun sebebi kadınların eğitimsiz ya da beceriksiz olmaları değil, biz her türlü donanıma sahibiz ama hala kadınların meselelerini erkekler konuşuyor…

Forlani: Geçen gün bir şey okudum, bugüne dek batı tıbbının geliştirdiği tedavi ve ilaçların %80’i erkekler üzerinde uygulanmış, denenmiş. Ve her kadına uygulanan dozaj aslında erkek dozajı. Mesela Colette’in bahsettiği şey; Biden kendisine yardımcı olarak Kamala Harris’i seçti, hem kadın hem de ilk kez bu konumdaki beyaz olmayan kişi. Bunların hepsinin yeni şeyler olduğunu biliyoruz. İlk kez oluyor yani. Bu konuştuklarımız şu anlama geliyor, kadınlara verilmeli bu fırsatlşar, siyahlara verilmeli, çünkü Colette’in de dediği gibi, hep onun dediklerini tekrar ediyorum (gülüyor), masada bir yerimiz olmadan biz gerçek anlamda temsil edilmeyeceğiz.

Isabella Rossellini

'KADIN BAKIŞ AÇISI BENİM İÇİN ÖNEMLİYDİ'

Dünya sinemasının önemli yıldızlarından, kariyerinde sayısız sinemacıyla çalışmış, canlandırdığı karakterlerle sinema tarihine geçmiş Isabella Rossellini, dizide genelev işleten Balbina adlı bir karakteri canlandırıyor. Ünlü oyuncu İtalyan sinemasının devlerinden Roberto Rossellini’nin kızı olduğu için çocukluğunun geçtiği kente dönmekten çok mutlu olduğunu söylüyor sohbete başlarken.

Bu projede sizi özellikle çeken ne oldu?

Bir kere daha önce de Roma’yı anlatan diziler çekilmişti ama ilk kez bir kadın başkarakterin bakış açısından anlatılacaktı. Bu beni çok çekti tabii ama İtalya’da çekilecek bir dizide rol almak da bir o kadar çekiciydi benim için. Rolümün görece kısa oluşu beni üzdü doğrusu ama o kadar çok güldük ki sette, çok iyi vakit geçirdim., her saniyesi güzeldi.

Sinema-dizi sektöründeki kadın erkek dengesinin değişimini nasıl yorumluyorsunuz?

Elbette kadınlara ve kadınların kendilerini ifade ediş şekline ve hatta kadın yönetmenlere bir ilgi olduğu açık. Benim oynadığım bölümler örneğin kadın bir yönetmen tarafından çekildi. Bu bile yeni ve alışılmadık bir şey. Ve sanırım, emin değilim tabii çünkü yapımcısı ben değilim dizinin, ama yapımcılar da benzer bir şekilde düşünmüş gibi geliyor bana. Yani evet gladyatörler hakkında filmler izledik, savaşlar hakkında filmler izledik, Roma İmparatorluğu’nda geçen ve iktidar kavgalarını ele alan filmler izledik ama bunların hiçbiri kadınlara adanmış değildi. Aklıma gelen tek örnek “Cleopatra”. Bir şekilde Kleopatra başrol olmuş tek kadın tarihteki. Bu elbette beni çok cezbetti zira zamanın içinde bir kadın olarak kadın haklarıyla ilgiliyim. Kadınların tarihte bu haklar için neler yaptığını da merak ediyorum, nasıl kazanmışlar, nasıl kaybetmişler… Kadınlar elbette Roma döneminde bugünkü haklara sahip değillermiş ama tamamen de bu haklar ellerinden alınmış değilmiş. Tarihi gerçeklere uygunluktan ziyade işin bu kısmı ilgimi çekti benim. Aile hukukuna bakın örneğin… Sette bir tarihçimiz vardı ve tüm bu konularla ilgili bilgiler verdi. Kadınların hakları varmış ama erkeklerle aynı haklara sahip değillermiş tabii. Ama çocuklu bir dul kadın yaşadığı evin sahibi olabiliyor ve kendi parasını kontrolünü ele alabiliyormuş, saygı görüyormuş… Ben daha yaşlıca bir Madame’ı oynuyorum, tamamen acımasız, güçlü, sert bir kadınım. Kimseyi memnun etmek zorunda değilim, istemediğim hiçbir şeyi yapmak zorunda değilim, neysem oyum… Böyle bir karakteri oynamak da eğlenceliydi.  

Kasia Smutniak

'TARİHTEKİ İLK FEMİNİST'

Dizinin başkarakteri Domina’yı, yani Livia Drusilla’yı canlandıran iki oyuncuyla bir araya geldik sonra. En son “Loro”daki rolüyle övgüler alan Polonya doğumlu oyuncu Kasia Smutniak’ın canlandırdığı Domina’nın gençliğini ise İngiliz oyuncu Nadia Parkes canlandırıyor.

“Livia Drusilla gibi tarihteki ilk feminist diyebileceğim bir kadını canlandırmak benim hayatımın dönüm noktalarından biriydi” diyen Smutniak’a oynadığı karakterin hangi özelliklerini sevdiğini soruyoruz.

Kasia Smutniak: Hayatını kadın haklarına adamış biri Livia, bu haklar için savaşmış, kendisi için, ailesi için… Bir bakıma gerçekten de ilk feminist denebilir onun için. Hayatta kalabilmek için gücü kullanmış; kendi yararı için değil de hayatta kalabilmek için, bu önemli bence. Livia ile olmak benim için bir hayli farklıydı çünkü ben Roma’da yaşıyorum. 20 yıldır neredeyse. Livia ile birlikte etrafımızda hala ne kadar çok ondan olduğunu gördük. Orada Livia, şurada Livia… Tabii ki Augustus da var, hem de çok daha fazla… Roma’yı farklı bir bakış açısıyla yeniden keşfetmek de ayrıca çok iyi geldi bana. Çok özel bir deneyimdi.

Nadia Parkes

Livia’nın tarihteki ilk feminist olduğu fikriniz çok ilginç gerçekten. Peki sizce, her ikinize de sormak isterim, “Domina” dünyanın dört bir yanındaki kadınlara hangi mesajı veriyor?

Nadia Parkes: Bana sorarsanız şunu anlamamız çok önemli: Kadınlar çok öncelerden beri o güce sahipti ve bugün de kadınların tarihteki tüm o kadınların kendilerinin arkalarında olduğunu bilmesi gerek. Bilmeleri gerek ki o kadınlar bizler için çok şey yaptılar ve bugünkü yerimizi onlara borçluyuz. Eşitlik söz konusu olduğunda daha alınacak çok yolumuz var ama geriye bakıp da tarihteki kadınların ne çok engeli yıktığını görmek bugünün kadınları için müthiş bir güç veriyor olmalı. 

Smutniak: Nadia’nın söylediklerini şunu ekleyebiirim; Livia sayesinde, onun hayatı sayesinde ben kendi korkularımın nereden kaynaklandığını anlamış oldum. Anne olarak, kadın olarak, birinin kızı olarak korkularımdan bahsediyorum; yeterli olamamak korkusu, yanlış yerde olmak korkusu, çok fazla yapmaktan korkmak… Ben de iki çocuk annesiyim ve aslında ne kadar özgür olduğumu farkettim. Çocuklarım için belli kararları verme özgürlüğüm, ya da anne olmak veya olmamak için karar verme özgürlüğüm var bugün. Antik Roma’da buna imkan yoktu. Nereden geldiğimizi anlamak çok önemli bence, eskiden her şeyin ne kadar zor olduğunu anlamak… O meşhur baş parmak işareti var ya, yukarı ve aşağı, yaşam ve ölüm… Bir çocuğa hayat veren kadınlar ama bir kızın yaşayıp yaşamayacağına karar veren erkekler… Bunu anlamak bugünkü erkekleri de anlamaktır… Ve tabii kadınları da.

Liam Cunningham

'BABA KIZ ARASINDA SAYGILI BİR İLİŞKİ VAR'

“Domina”da erkek karakterler biraz daha geri planda ama yine de kadroda tanıdık oyuncular yok değil. “Game of Thrones”da canlandırdığı Davos Seaworth rolüyle tüm dünyada tanınan bir simaya dönüşen Liam Cunnigham bunlardan biri. Ona yönelttiğim soru da yine kadınlarla ilgili oluyor haliyle.

Livia’nın babası Livius karakterini canlandırıyorsunuz ve Livius daha çocukluğundan itibaren Livia’ya ok kullanmayı, ata binmeyi, savaşmayı ve politikayı öğretiyor. Sizin bu karaktere yaklaşırken onun sahip olduğu motivasyonu nasıl yorumladığınız merak ediyorum, yani neden örneğin Livius tüm bunları küçük bir kıza öğretme ihtiyacı duyuyor? Özellikle kadınların ne kadar geri plana itildiğini düşünürsek o dönemde…

Liam Cunningham: Açıkçası özel bir motivasyonu olduğunu düşünmedim hiç. Livia onun çocuğu… Bir oğlu olsaydı da farklı davranmayacaktı. Elbette o dönem için bir hayli ilerici bir karakter ama kızının zekasına saygı duyuyor. Çok parlak bir zekası var Livia’nın. Görevine çok bağlı bir politikacı bir yandan da, çünkü onurlu bir adam, ve Nero ile evlendiğinde kızına ‘Görevini unutma’ diyor, ki o görev de cumhuriyeti korumak. Dizide ikisi arasında karşılıklı saygıya dayalı bir ilişki olduğunu görüyoruz; zaten tüm ilişkiler de böyle olmalı, değil mi?