Doğamayan bebeğin anıları: Şebnem İşigüzel'den "Venüs"
Şebnem İşigüzel yeni yayımlanan romanı "Venüs"le okuyucu karşısında. İşigüzel "Venüs"te, asırlar arasında salınan, bol hikâyeli bir roman sunuyor. Kadının aile ve toplum içindeki yerine dair çok şey anlatmayı amaçlayan yazar, kahramanlarına yaşattığı değişimlerle hikâyesini besliyor.
Eray Ak/Cumhuriyet Kitap EkiŞebnem İşigüzel romanlarının kıyısından köşesinden geçmiş olanlar dahi bilir yazarın karanlık dünyalarını. Ancak şöyle de bir durum var ki bu karanlık dünyalardan bambaşka bir evren kurar kendisine her zaman yazar. Bu evrende de niteliği yüksek kurmacalar bekler bizi hep. Niteliği yine yüksek ama bu kez farklı bir Şebnem İşigüzel romanıyla karşı karşıyayız. Yazarın yeni yayımlanan romanı Venüs, İşigüzel dünyasının aydınlığa en yakın yerinden ses veriyor bize. Ancak Venüs'ün, İşigüzel dünyasının aydınlık tarafına yakın olması şenlikli bir hikâye okuyacağımız anlamına gelmiyor. Yazarın dünyasından tanıdık olduğumuz birçok unsur yine romandaki yerini alıyor. Trajediler, ölümler Venüs'ün sayfaları arasında da kendine yer buluyor. Venüs, İşgüzel'in hayal dünyasındaki farklılığını, anlattığı hikâyenin tarjikomik yanlarından besliyor.
Venüs'ün, genel hatlarıyla da olsa hikâyesine değinmek zor aslında çünkü yazar bu yeni romanda zamanı sıçrlamalı olarak tasarlamış. Buna bağlı olarak mekanlar da sürekli bir devinim ve değişkenlik içinde. Kah Osmanlı saraylarında kah İngiltere'nin sokaklarında buluyoruz kendimizi romanda anlatılan hikâye boyunca. Romanın kendi bugününden devam eden bir hikâye anlatırken İşigüzel, bir anda yüzyıllar öncesine geri dönüp başka bir hikâye anlatmaya başlayabiliyor. Ama genel bir bakışla söyleyecek olursak bir bebeğin doğum ânı kadar tüm bir roman. O bebek doğana kadar ise asırları içine alan bir hikâye anlatıyor bize yazar.
Romanda anlatılan doğum, anlatıcının kendi doğumu. Tam İstanbul Boğazı'nın ortasında bir kayığın içinde gerçeklerşir. Hatta kayıkta da değil Boğaz'ın derin sularında. Yani ne Doğu'dadır ne Batı'da dünyaya geldiği anda anlatıcı kahramanımız ve daha ilk andan iki cana mal olmuştur: Annesi ve kayıkçıya. Çünkü baba erkek çocuktan başkasını kabul edecek değildir ve karısının bir kız çocuğu doğurduğunu gördüğünde, adeta tepinir ve kayık alabora olur. Denize düşen kayıkçıyı baba, kürekle öldürür. Annesine ise vakti yetmez sanki, boğularak ölür. Dönemin padişahı II. Abdülhamit bile şereflendirir "yanlışlıkla" da olsa doğumun gerçekleştiği kayığı. Neyse ki yıllardır ailenin bütün kadınlarına doğum yaptıran Nergis kayıktadır da anlatıcı hayatta kalmayı başarabilir. Hikâyenin de bu doğumla eş güdümlü olarak ne Doğlu ne Batılı olduğunu göreceğiz. Melez bir çocuğun melez bir hikâyesini dinliyoruz İşgüzel'den Venüs'te.
BİT(E)MEYEN DOĞUM
Ancak bir türlü sonunu getiremez bu doğum hikâyesinin anlatıcı çünkü akıl hastanesinde bir psikoloğun divanındadır ve yaşadığı ömrü her şeyiyle ortaya çıkarmaya çalışıyordur. Anlattığı her olay, başka bir anının tetiklenmesine yol açtığından bitmez gibi duran bir hikâye yumağının içine çeker bizi. Anlatıcı kendi doğum hikâyesinin sonunu getirmek ister, her seferinde söz oraya da gelir ama hikâyeleri izin vermez ona. Sadece kendi hikâyeleri de değildir anlatılanlar. Bir aileyi her şeyiyle ortaya dökmek amacındadır ve bir aile söz konusuysa orada mutlaka sırlar vardır. Masal gibi bir aile romanda anlatılan. Hatta o kadar ki anlatıcı kahrmanımız, masal yerine ninelerinin hikâyeleriyle uyutulurmuş küçükken. Bu ailenin de özellikle üç ferdi öne çıkıyor: Göbek adı Venüs olan anlatıcımız, Şekina ve Nergis. Hal böyle olunca da Şebnem İşigüzel'in anlattığı ailenin sırları, hikâyeleriyle birlikte bir geleceği kaplayacak güce erişiyor. Anlatıcımız da bu gücün çekimindedir adeta.
1908'den başlar hikâyesini anlatmaya yazar. Sonu ise 1945'te gelir. Ancak bu tarihler yanıltmasın sizi çünkü yüzyıllar aralığında salınımlar yapıyor yazar. Anlatıcımızın romanın sonunda verdiği bu tarihler göz önüne alındığında, Abdülhamid'in baskıcı rejiminin romanın arka fonunda karanlık bir leke gibi durduğunu zaten tahmin edebiliriz. Bunun yanında Türkiye geçmişinin kırılma noktalarının toplandığı önemli bir tarih aralığıdır bu. Her ne kadar romanda bu tarihsel gelişmelere bütünü bütününe değinmek gibi bir derdi olmasa da yazarın, arka planda gelişen olaylarda bunların da izini sürebiliyoruz.
Romanın merkezinde yer alan kahramanlara baktığımızda ise tam bir aidiyetsizlik fotoğrafı karşımıza çıkıyor. Bu, romanın ironik duruşunu da besleyen bir olgu aslında. Genel hatlarıyla bakıldığında özellikle ailenin kadınları arasında sıkı bir bağ görüyoruz ancak bu bağın yaslandığı temeller yine hiçliğe uzanıyor. Anlatıcımızın romanda kendini yürekten bağlı hissettiği kişiler bile aidiyetsizliğin renkli simgeleri olarak çıkıyor karşımıza. Yine bu fikirden yola çıkarak romanın, anlatılan hikâye boyunca kahramanlarına yaşattığı en önemli olayın "değişim" olduğunu söyleyebiliriz. Bu değişimler de genelde "çift" kişilikli yaşama halleri şeklinde romana yansıyor. Romanın içindeki hemen tüm karakterler bu çift kişilikli yaşamdan nasibini alıyor. Romanın fantastik unsurları da yine bu aidiyetsizlikten şekilleniyor daha çok.
KADINLIK VE DEĞİŞİM
Kahramanlarını göz önüne aldığımızda kadınlığın hikâyesine çok farklı pencerelerden bakan bir roman olduğunu söyleyebiliriz Venüs'ün. Kadının aile ve toplum içindeki yerine dair çok şey anlatmayı, dahası sorgulamayı amaçlıyor. Amaçları doğrultusunda da kadınların "şenlendirdiği" bir aile hikâyesinin güdümünde, romanın geçtiği dönemler itibariyle kahramanlarına imkansız sayılabilecek işler yaptırıyor. Şekine Hala kokain bağımlısı mesela, bulamazsa afyona dadanıyor, o da olmazsa nargileye... Erkek kılığına girip yine erkeklerin yer aldığı toplantılara katılıyor. Hatta yaşamının bir dönemini erkek kılığında geçiriyor. Her zaman "uysal" olması öğütlenen kadın kimliğinde, yaptıklarından ötürü Allah'tan af dileyemeyecek kadar da isyankar ve gururlu aynı zamanda. Kadınlığa dair anlatılmak istenenler genelde Şekine üzerine toplanmışsa da tek başına sırtlamıyor bu yükü. Diğer roman kişileri de yüke el atıyor. Tüm bunlar ışığında ise yazarın bize söylemek istediği bir şeyin olduğunu fark ediyoruz: Bize "öğretilenlerden" kurtulmak mümkün!
En güzeli de bunu karaktere simgesel anlamlar yükleyerek değil de hikâye içinde kendine güçlü bir yer edinmelerini sağlayarak yapması İşigüzel'in. Her davranışının bir nedeni var Şekina'nın mesela, her nedenin de bir hikâyesi. İşigüzel, romanının merkezinde yer alan kahramanlarından sadece birine bile böylesi güçlü bir altyapı oluşturması, onları kartonlaşmaktan da uzaklaştırmış. Yazı açısından çok da tehlikeli aslında İşigüzel'in yaptığı. Karakterlerin bir görev bilinciyle romana yerleştirilmiş hissi uyandırması riski yüksek ancak yazar, ustalıkla alıyor bu tehlikeli virajı. Şekine üzerine düşünürken Orhan Kemal'in Tersine Dünya adlı romanının akla düşmesi de muhtemel. Orhan Kemal romanında, bize "öğretilenlerin" tam tersinin yaşandığı bir dünya "resmetmişti" ancak İşigüzel'in derdi bir resim değil bu romanda, bir hikâye. İşte tam da bu yüzden karakterlerinin altını bolca hikâyeyle dolduruyor. Sadece Şekine için de geçerli değil bu durum. Romanın dünyasına kafasını uzatmış her kişi nasibini alıyor bu hikâyelerden. Bu bağlamda Venüs'te çok hikâyeli bir roman karşılıyor bizi.
e.erayak@gmail.com
Venüs/ Şebnem İşigüzel/ İletişim Yayınları/ 240 s.