Diyarbakır Kobani gibi
Diyarbakır savaş alanı gibi. Ortak korku ‘Hizbulkontra’nın ortaya çıkması.
Ahmet Şık/CumhuriyetUçuşa en yakın havaalanının bulunduğu Şanlıurfa uçağında kısa zamanda yer kalmamıştı. Sabahın 09.00’unda inmemiz gereken Diyarbakır’a gidebilmek için Şanlıurfa’ya vardığımızda saat öğleni bulmuştu. Apar topar bulunan bir araçla Siverek’e, oradan da bir diğeriyle Diyarbakır’a vardığımızda 8 saatlik bir maraton sona erdi.
Siverek’ten itibaren 80 kilometre boyunca rastlamadığımız araçlar Diyarbakır girişinde yolu kesen polis barikatının önüne dizilmişlerdi. Kentteki sokağa çıkma yasağı 24 saat daha uzatılmıştı. İsteyen Elazığ’a gidebilirdi. Varış noktasının Diyarbakır olması gerektiğini anlatmaya çalışanların dil dökmeleri nafileydi. Araçlarla girilemeyen kente varabilmek için 7 kilometre yürümeyi ve sık sık karşılaşılan polislere dert anlatmayı göze alanlar ise yayan yola düşmüştü. Kentin girişinden itibaren genzi yakan yanık lastik kokuları, bir gün öncesinin geçişleri engelleyen barikat kalıntılarını aşarak vardığımız Akyıl Kavşağı diye bilinen mevkide, görülen tek şey dört bir yana dağılmış askeri tanklar. Bir gün önce şiddetli çatışmalara ve sokak gösterilerine sahne olan semtte sadece sokakta rastladıklarına üst araması ve kimlik kontrolü yapan polisler ile tankların çevresine yayılmış askerlerden başka neredeyse kimsecikler yok. Belli yerlerde gevşek tutulan sokağa çıkma yasağını delenlere ise kontrollerin ardından evlerine gitmeleri tavsiye ediliyordu.
Kentin anacaddeleri ve sokaklarında polisler ve askerler dışında neredeyse hiç kimse yok. Havaya sinmiş göz yaşartıcı gazların etkisi hâlâ hissediliyor. Diyarbakır’ın 1990’lı yıllardaki en gözde semti Ofis Caddesi harabeye dönmüş durumda. Çatışmaların izlerini taşıyan ve her yanı kaplayan taşlar, tahrip edilmiş işyerleri, yakılıp yıkılmış banka şubeleri bölge halkının uzak anılarda kalmasını istediği geçmişin izlerini taşıyor sanki. Caddenin her köşesini tutmuş olan polisler sokağa çıkanların bu cesareti nereden bulduğunu sorguluyor adeta. Dert anlatmaya çalışmak boş uğraş. Kimlik kontrollerini plastik kelepçelerin takılmasının ardından kimi zaman zor kullanarak yaşanan gözaltılar takip ediyor. Devletle, “diğerleri” arasında çizili gözle görülmeyen sınırın öte yanında, bir gün önce olayların merkezi durumundaki Bağlar ve Koşuyolu’nda barikatların çevresine toplanan küçük gruplara atılan gaz bombalarının ciğeri sıkıştıran beyaz bulutu yanan lastiklerin siyah dumanına karışıyor. Zaman zaman sesleri duyulan uzaktan atılan gaz bombalarına sloganlarla karşılık vererek kaçışan göstericilerin eski yerini alması çok zaman almıyor.
Kobani gibi
Kobani’de yaşananların benzeri dün Diyarbakır sokaklarındaydı. YPG’lilerin rolünü üstlenen PKK yandaşları, (IŞ) İD’nin işlevini üstlendiğini düşündükleri Hizbullah yanlılarıyla çatışmışlardı. Linç edilerek, bıçaklanarak, silahla, pompalı tüfeklerle öldürülenlerden 6’sı Hizbulllah yanlısı olunca herkes sokağa çıkma yasağının bitmesiyle birlikte başlaması kesin olan yeni çatışmalardan endişeli Diyarbakır’da. Bu nedenle savaşın en civcivli zamanında canını da riske ederek çatışmaların yükünü çeken eski kuşak Diyarbakırlı gazetecilerin dilinde hep aynı korkuya vurgu yapan sözcükler var. 1990’ların “Hizbulkontra” diye anılan karanlık ve kanlı örgütü Hizbullah’ın da bir kez daha sahnede olması haklı bir endişeyle dile getiriliyor. “Altı aya kalmaz Şam’da bayram namazı kılacağız” diyerek yapılan siyasal kariyer hesapları, ortaya saçılan yolsuzluk, talan, yalan zincirini örtmekle birleşince şimdi memleketin dört bir yanında cenaze namazı kılınıyor. Önümüzdeki birkaç gün içinde Diyarbakır başta olmak üzere bölge illerinde yaşanacaklar Kobani’yi mi düşürecek yoksa Ankara’ya mı sallayacak hep birlikte göreceğiz.