Diyarbakır anneleri: Biliyoruz, kandırdılar!

Çocuklarının kaçırılmasından HDP’yi sorumlu tutan Diyarbakır annelerinin eylemi 140 günü geride bıraktı. Dört aile evladına kavuştu, diğerleri gözü yaşlı bir bekleyiş içinde… Aileler çocuklarının HDP aracılığıyla kandırılarak kaçırıldığını iddia ediyor, HDP Diyarbakır İl Başkanı ise iktidarın annelerin acılarını sömürdüğünü söylüyor. Diyarbakır’daydık, teybimizi acılı ailelere ve suçladıkları HDP’nin Diyarbakır İl Başkanı’na uzattık...

İpek Özbey
Fotoğraflar: Vedat Arık

Soğuk bir kış sabahı... Foto muhabirimiz Vedat Arık ile Diyarbakır Havalimanı’ndan bindiğimiz taksiye HDP’nin Bağlar’daki il binasına gideceğimizi söyledik, “Gazetecilere yardım etmek görevimiz” diye cevap verdi, 140 gündür alışmış gibiydi. Kısa süre sonra bir sokağın başındaydık, “Burada inebilirsiniz” dedi. Çevre polis otobüsü doluydu.
Bir polis memuru, “Buyrun, kime bakmıştınız” diye sordu. Gazeteci olduğumuzu ve Cumhuriyet’ten geldiğimizi amirine bildirdi, “Hoş geldiniz, geçebilirsiniz” dedi, çadıra girdik.
 
Anneler, babalar günler boyunca birbirine yoldaşlık yapmıştı, akraba gibi olmuşlardı. Hepsinin önünde gencecik bir fotoğraf, kiminin üstünde bir kırmızı gül, kimininkinde karanfil öylece bekliyorlardı.

Bir annenin önünde iki fotoğraf; ikisinin üzerinde birer karanfil… Necibe Çiftçi, 19 yaşındaki oğlunun PKK tarafından kaçırıldığını söyledi. O gün bugündür haber alamadığı Roşat şimdi 22 yaşında. O günü gözünde yaşla anlatıyor: “2015’in 15 Ağustosunda Roşat köydeki evimizden çıkıp Şemdinli’deki amcasına gitti. Amcası ev yapıyordu, ona yardım edecekti. Gitmiş, yardım etmiş. Akşam amcasının oğluyla parka gidiyorlar. Yanlarına iki üç kişi gelip oturuyor. Amcasının oğlu tanımış, bizimki tanımamış. Bizimkilere demişler ki, ‘gelin arabaya binin, sizinle köprünün altında konuşacağız.’ Çocukları PKK’ye götürmüşler. Karakola başvurduk, kayıp diye. Şemdinli’de bir çete varmış, çocukları kandırıyor HDP’ye götürüyorlarmış. HDP de PKK’ye götürüyormuş. Bizim oğlanı götüren yakalanmış, itiraf da etmiş. Oğlum o gün bugün yok işte...”

Peki diğer fotoğraftaki kimdi? Necibe Hanım “Herkes bir evladının acısını çekiyor, ben iki” diyor: “Benim iki oğlum var. Biri Roşat, PKK’nin elinde. Diğerini de PKK şehit etti. Roşat’ın ağabeyi Sami’nin dört çocuğu vardı. Kardeşinin peşine düştü. Şemdinli HDP binasına gitti, oradakilere baskı uyguladı, kardeşimi istiyorum dedi. Onlar da PKK’ye ‘Bu çocuk her gün bizim partiye gelip, baskı yapıyor. Kardeşini istiyor...’ diye bilgi vermişler. 22 Temmuz’du. Bir pazar günü köydeki evimizde oturuyoruz. Gece yarısı cereyanlar gitti. Baktım PKK bizim evi sarmış. İki üç kişi içeri girdi. Evi aradılar, oğlum Sami’yi yataktan çıkardılar. Bağırdım, çağırdım, oğluma siper oldum. Bana bir tekme vurdular, savruldum. Çocuğumu bir ahıra götürdüler, elini, kolunu bağlayıp infaz ettiler. İşte ben bugün iki evladın birden acısını çekiyorum. Kocam kumasıyla kaçtı, ben bu iki aslan yavrusunu tek başıma büyüttüm. Hangisine ağlayayım, bilemiyorum.”

‘GELSE DE YEMEK YAPSAM’

Necibe Çiftçi ile konuşurken anneler sabırsızlıkla sıra bekliyor. Ellerinde fotoğraflar, “biz de sesimizi duyurmak istiyoruz. Belki bizim de çocuğumuz duyar ve gelir” diyerek etrafımızı sardılar.

Annelerden biri de Mevlüde Üçdağ’dı. Oğlu Ramazan, evden sırt çantasıyla çıktığında daha 17’sindeydi. Kuran kursunda okuduğunu söylüyor annesi, bir sabah çantasını doldurup evden çıkmış; gidiş o gidiş, beş yıldır yok.. Onun da gözü yaş dolu, “Sonra araştırdım, HDP aracıyla Lice’ye götürülmüş” diyor. “Evde hiç siyaset konuşulmazdı. Arkadaş ortamı, internet üzerinden kandırıldı. Küçük oğlumla aynı odada yatıyorlardı, kaybolduktan sonra ağabeyin bütün gece ne yaptı, diye sordum, ‘sabaha kadar internetteydi’ dedi.”

Oğlu gözleme, dolma, bir de patates kızartması severmiş. “Keşke” diyor, “Keşke şu kapıdan girse, yine yemek yapsam ona...” Eşi, oğlunun peşi sıra Irak’taki PKK kampına kadar gitmiş: “Oğlun burada ama ailesiyle görüşmek istemiyor, dediler. Ben buradan oğluma da sesleniyorum: Oğlum bak hiçbir milletvekilinin oğlu orada değil. Bak seni maşa olarak kullanıyorlar. Orada onlara hizmet etme. Senin yerin sıcak yuvandır. Gel oğlum, güvenlik güçlerimize teslim ol. Devletimiz güçlüdür, sana bir gün bile hapis vermeyecek. Bak oğlum HDP binasının önünde hasta hasta oturuyorum. Bizimle alay ederek yanımızdan geçiyorlar. Bunlara hizmet etme oğlum..”

Mevlüde Hanım, HDP il binasının önünde otururken partiye girip çıkanların kendilerine “Satılmışlar, beş kilo makarna için burada oturuyorsun” diye bağırdıklarını söylüyor, “Onlar gelsin otursun, ben onlara makarna vereyim” diyor.

‘KIZIMI KARDEŞİM VE ENİŞTEM KANDIRDI’

Adı Esmer Koç, beni öpüp duruyor, “Seni çok sevdim, hadi yaz da kızım gelsin” diyor. Kızı Zübeyde Koç kaçırıldığında 15 yaşındaymış. Yedi senedir ortada yok. “Çözüm süreci zamanıydı” diyor. “Boğaz köyünde sürekli PKK vardır. Benim üvey annem eniştesinin evine gitti oraya, PKK’ye yemek pişirdi, tandır ekmek yaptılar. O kadının kızı, benim kardeşim bir gün bize geldi. Akşama kadar oturdu. Ben ona sordum, ‘Sen niye evine gitmiyorsun, akşama kadar burada oturuyorsun’… Eniştemin sabah arabayı getireceğini, onunla beraber köye gideceğini söyledi. Sonra kızımı çarşıya götürdü. Eniştem arabasıyla çarşıya gidiyor, kızımı da alıp Boğaz köyüne götürüyorlar ve PKK’ye teslim ediyorlar. Yani benim kızımı kız kardeşim ve eniştem kandırdı.”
Peki Esmer Koç, akrabalarına bunun hesabını sormamış mıydı? “Üç hafta ortadan kayboldular. PKK’de kendilerini sakladılar. Ama devlet benim akrabaları yakalamış. Benim kızım engelliydi, kulakları duymuyordu. Şimdi ne yapıyor orada” diyor. “Ümidim var, kızım gelecek. Şemdinli’de HDP binasına gittim, yalvardım, çok ağladım orada. Bana dediler ki, ‘Senin kızın dağa gitmiş, niye ağlıyorsun’… Ben ağladım, onlar güldü. Televizyonda anneleri gördüm, çocuklarına kavuşanları gördüm, buraya geldim. Evladımı almadan da gitmeyeceğim”…

‘KIZIM GELDİ, PSİKOLOJİSİ İYİ DEĞİL’

Kapıdan bir anne daha giriyor. Esmer Koç, “Bak onun çocuğu geldi” diyor. Hüsniye Kaya’nın kızı Mekiye gittiğinde 14 yaşındaymış, beş yıl hiç haber alınamamış. Annesi anlatıyor: Televizyonda anneleri görünce geldim. Dört aydır her gün geliyorum. 3 ay 20 gün olmuştu eyleme katılalı. Bir telefon geldi babasına. Kızımdı, ‘Baba beni kurtarın’ diyordu. Emniyet’e bildirdik. Araştıracağız, dediler. Sonra bana Süleyman Soylu telefon açtı. Hüsniye Hanım, gözün aydın, kızın teslim olmuş, bizdedir dedi. Sabaha kadar heyecandan uyuyamadım. Devletin sayesinde kızıma kavuştum. Şimdi evde oturuyor yavrum… Ben annelere destek için her gün buraya gelmeye devam ediyorum.”
Mekiye, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’ndaki ifadesinde liseye başladığı ilk günlerde iki öğrencinin kendisine sık sık terör örgütü PKK’nin propagandasını yaptığını belirtmiş: “2015 yılında lisedeyken okulda terör örgütü propagandası yapan iki kişi örgüte katılmam yönünde baskı yaptı. Defter ve kitaplarım okulda bıraktırılarak HDP il binasına götürüldüm. Orada beni Mizgin kod adlı, gerçek ismini bilmediğim 40-45 yaşlarında beyaz eşarp takan birinin yanına götürdüler. Mizgin beni terör örgütüne götürmesi için iki erkek ve bir kadını çağırdı. Aynı gün akşam bindiğimiz bir araçla Şırnak’ın Silopi ilçesine gittik. Nehir kıyısına kadar yürüdük. Beraber geldiğimiz üç kişi beni milise teslim etti. Onunla bindiğimiz botla Suriye’ye geçtik. Beni iki kişi teslim aldı ve Derik kampına gittik.”

Annesi: “Beş yıl eğitim vermişler. Psikolojisi bozuk.. Görüşmek istediğimi söylüyorum, Emniyet de istemiyor artık, ‘biraz rahat bırakalım, kendine gelsin’ diyor.” İçine kapanık ve sinirli olduğu için doktora götürmek istemiş, Mekiye “Ben deli değilim” diye karşı durunca baskı yapmaktan korkmuş, “ne isterse öyle olsun” demiş, rahat bırakmış... Peki neden HDP il binasının önünde toplanıyorlar, evlatlarını neden bu partiden istiyorlar? Hüsniye Hanım cevap veriyor: “Çocuklarımızı kandırıyorlar. HDP aracılık yapıyor. Bizim çocuklarımızın nerede olduğunu biliyorlar. Getirebilirler ama getirmiyorlar. Amerika’nın İsrail’in paralarıyla çocuklarımızı dağa taşıyorlar.”

‘BEN KOBANİ’DEYİM ANNE!’

Güzide Demir’in oğlu Aziz Demir 16 yaşındaydı. Küçük bir dükkânları vardı. Aziz sabah anahtarı aldı, “Ben dükkânı açmaya gidiyorum” dedi. Kapıdan çıktı, annesi arkasından baktı, evde bir telefon çaldı, Aziz telefonunu unutmuştu, anne açtı… Karşıdaki “Abla Aziz dükkânı açtı mı” diye sordu, annesi “Açmaya geliyor” dedi. Yarım saat sonra camdan baktı, dükkân açık görünmüyordu. Çocuğunu alıp götürmüşlerdi. Babası vefat etmişti, anne tek başına günlerce oğlunu aradı, sordu. Bir yıl sonra telefonu çaldı. Arayan oğlu Aziz’di, gerisini Güzide Hanım’dan dinliyoruz: “ ‘Anne ben yandım, iki bacağıma da mazot döküldü. Suriye’de hastanedeyim, gel beni götür’ diye ağlıyordu. Sonra yine ortadan kayboldu.” Anne o zaman Emniyet güçlerine başvurmuyor, pişman. Bir sene sonra yine annesini arıyor, bu sefer “Ben Kobani’deyim” diyor. Telefon kapanıyor, bir daha da hiç sesi çıkmıyor. Anne çocuğunu beş yıldır görmüyor: “Onu çok özledim, her gece rüyamda görüyorum. PKK’den oğlumu istiyorum. Onu kandırdılar, biliyorum”…

‘EŞİM HAPİSTE, KIZIM DAĞDA’

Nazlı Sancar’ın kızı Şerima 13 yaşındaydı. Van’da oturuyorlardı: “Kızım amcasındaydı. Sınıf arkadaşı arayıp nerede olduğunu sormuş. Kızım amcasında olduğunu söyleyince 15 dakika sonra tekrar arıyor ve ‘Ben kapının önündeyim’ diyor. Kızım da güveniyor tabii, arkadaşı çünkü. Biraz yürüyorlar, önlerini polis üniformalı kişiler kesiyor. Kızıma, babasının Emniyet’te olduğunu söylüyorlar. Kızım gitmek istemiyor, zorla arabaya atıp götürüyorlar. Terör yandaşlarıymış. Sekiz yıl önce oldu bu, o gün bugün kızım sağ mı, nerede, ne yapıyor, hiçbir haber alamıyorum. Buradan kızıma sesleniyorum, kardeşlerin, ben, baban seni çok özledik. Sen çok iyi bir insansın, dön kızım. Kızım çok başarılıydı, lisede okuyordu. Avukat olmak istiyordu. Kızım mutlu bir çocuktu, babası onu çok seviyordu, ilk çocuğumuzdu. Bir dediğini iki etmezdi. Şimdi kapıdan girse yeniden dünyaya gelmiş gibi olurum.”
Eşinin hapiste olduğunu anlatıyor Nazlı Sancar. “Terör yandaşları eşimi tuzağa düşürecekti. Kızımı para karşılığı götüren kişilerin peşindeydi eşim. Onları buldu, kızıyla buluşturacağını söylediler. Ona saldırdılar. Eşim Emniyet’e gitti ama o götürüldüğü yerde biri ölüyor, eşimin üstüne kalıyor. Bunlar yüzünden eşim hapiste, kızım dağda…”

‘KAYBOLDUĞUNU DEVLETE YARIM SAATTE BİLDİRDİM’

Yuvalar dağılmış. Ağabeyler, babalar çocukların peşine düşmüş. Kimi hapiste, kimi ölmüş… Celil Bektaş da bir baba. Oğlu Yusuf geçen yıl ramazan ayında bir pazar günü kaybolmuş, 15 yaşındaymış: “Oğlum okuyordu, hafta sonları da bir bayan kuaföründe çalışıyordu. Sessiz bir çocuktu. Bir de rahatsızlığı var, düşüp bayılıyordu, her yemeği yiyemez. Sabah evden çıkıyor, işe gitmek için ama gitmemiş. Hastaneye sorduk, yok. Sonra biri dedi ki, oğlun Amedspor Direniş grubuna takılıyor. Oraya gittim, oğlumu sordum. İki senedir oraya takılıyormuş. Kimlik kaydını yapmışlar çocuğun, taraftar kulübüne. Peki şimdi nerede diye sordum. Hazar gölüne gitti arkadaşlarıyla, akşama gelecekler, dediler. Hazar gölüne gittim, orada yok. HDP’ye geldim. Yok dediler. Çocuğumun montunu asılı gördüm, çıldırdım. Çocuğumu 20 kişiyle beraber dağa götürmüşler. O götüren yakalandı.
Ben sadece HDP’yi suçlamıyorum. Devlete çocuğumun kaybolduğunu yarım saat içinde bildirmişim ben. Nereye gider yarım saatte bu çocuk? Kameralara bakılmadı, niye yol kesip arama yapılmadı… Acılı baba, bütün siyasi parti temsilcilerine sesleniyor: “Ben çocuğumu istiyorum. Bir evim var, onu da vereyim, versinler çocuğumu… Bizim evde 8 aydır yemek pişmiyor. Anası hasta. Ben çok ezildim, onlar ezilmesin istedim. Anasız babasız büyüdüm, oğlum rahat etsin dedim. Benim çocuğumu isterse Komünist Partisi getirsin, kim getirirse getirsin, yeter ki getirsin.”

‘ÜZERİNDE YPG ELBİSESİYLE GÖRDÜM’

Artık vedalaşma zamanı. Annelerden de, peşimde dolaşan ve sivil polis olduğunu sandığım iki kişiden de ayrılma vakti geldi. Şimdiki durak HDP il binası...Annelerin iddialarını soracağım. Ancak bir anne çekiştiriyor, “Benimle konuşmadın” diyor ve ağlamaya başlıyor. Adı Fatma Akkuş. Kızı Songül, 20 Ağustos 2015’te evden çıktığında 15 yaşındaymış: “Kandırıldı benim kızım. Okumuyordu. Hiçbir yere gitmiyordu. 10 gün tekstilde çalıştı. Bana sürekli ‘Ana ben gidersem sen ağlar mısın’ diye soruyordu. Ben de evlenip gitmekten bahsediyor zannediyorum. Meğer dağa gitmekten bahsediyormuş. Biz damda yatıyorduk, o içeride. Benim ondan küçük iki çocuğum daha var. Onları öpüp duruyordu. Gitmeden önce üç gün böyle davrandı. Kızım bir şeyin mi var diyorum, yok ana diyor. Bir baktım yok. Gitmiş. Sonra ben bir süre sonra videosunu gördüm, YPG elbisesi vardı üstünde. HDP’ye başvurdum. Sonra bir süre sonra geldiler bana, çocuğun yaşıyor dediler. Madem onlar götürmemiş, niye gelip evime sağdır, yaşıyor diyor. Benim çocuğumu getirsinler. Biz kimseden bir şey istemiyoruz, çocuğumuzu istiyoruz.”

‘İKTİDAR ANNELERİ İSTİSMAR EDİYOR’

Anneler 140 gündür çocuklarının yolunu gözlüyor. Hepsi PKK’ye giden yolun HDP’den geçtiğini iddia ediyor. HDP Diyarbakır İl Başkanı Zeyyat Ceylan’a göre, buradaki annelerin kendilerinden beklenti içinde olmaları yerinde ama HDP’yi suçlamaları yersiz, “HDP üzerine düşen görevi yerine getirecektir...”

- Peki HDP’nin üzerine düşen görev nedir?
Bizden önce insan hakları kuruluşlarına başvurmuşlar. Meclis’te grubu olan partilere gitmişler. Selahattin Başkan zamanında birçok arkadaşımızla görüşmüşler. Tabii ki çocuğu dağda olanlar, çocuğu asker olup PKK’nin elinde olanların durumuyla ilgili süreç o kadar kolay işletilen bir süreç de değildir. Önceki dönemlerde, örneğin Fazilet Partisi milletvekilleri bile aracı oldu ama sonra onların hepsinin hakkında dava açtılar. Biz bunu Meclis’e taşıyalım istedik. Akan kanı durdurmak istedik, bunu başarabilseydik bu annelerin de gözü yaşlı olmayacaktı.

- Annelerin yanından geliyorum; hepsi sizi suçluyor. Hatta bir anne şöyle diyor: “HDP il binasına geldim, çocuğumu sordum. Kızın dağa gitmiş dedi...” Bir baba çocuğunu HDP binasında aradığını, kendisine yok dendiğini, ama montunu asılı gördüğünü söylüyor…
HDP 7 yaşında, PKK 50 yıldır var, haliyle bizimle başlayan bizimle biten bir süreç değil. Biz 6 milyon oy alan bir kitle partisiyiz. Günlük sirkülasyonumuz 300 kişiyi geçiyor. Çay içmek için gelen de var, sohbet için, iş için, partiyi desteklemek için gelen de... Haliyle kendi kitlemizin yüzde 100’ünü kontrol edemeyiz, AKP de olsa edemez. Ailelerimizin ifade ettiklerine gelince, size inandırıcı geliyor mu? Listeye bakacağız, sizin çocuğunuz dağda diyeceğiz. Akıl mantık alıyor mu? Şayet öyle bir şey olsa bile, burada akıl vardır, deneyim vardır, yardım yataklığın, örgüt üyeliğinin ne demek olduğunu bilen bir partidir. Ağzından çıkan kelimenin ne olduğunu deneyimleyerek bilen bir partidir. Yapan biri böyle bir şey söyler mi? Kapıdaki ailelerin hepsini birebir tanımıyoruz. Önyargımız sıfır ama şunu söyleyelim: Bu aileler mağdur ailelerdir, bilgi mağduru ailelerdir.

- Çocuklarını aramaları normal değil mi?
Bunu insanlara saygısızlık yapmak için söylemiyorum. Çocukları ortada yok, bu da bir mağduriyet. Aşırı derecede yoksullar, bu da bir mağduriyet. Egemen anlayış, iktidar bunları istismar ediyor. Gerçekten de bu aileler, çocuklarının sağ olarak gelmesini istiyorsa bunun yolu HDP’ye hakaretten mi geçiyor? Biz böyle bir eylem yapacağız dediklerinde, “Yapmayın” demedik. HDP demokratik bir partidir, sokak eylemlerini bilen bir partiyiz. HDP’ye tepki gösterilmek isteniyorsa, o da gösterilebilmeli. Ama şu anda yaşanan süreç eleştiriyi aştı. Şu anda bize göre iktidar bu ailelerin mağduriyetlerini istismar ederek HDP’yi kriminalize etmek, çalışamaz duruma getirmek için bu çadırı kurmuştur. Biz anneliğe sonuna kadar saygı duyuyoruz ama orada bulunan erkeklerin bize yönelik yaklaşımları öyle çocuklarına ulaşmak isteyen bir üslup değil. Ayrıca kaybolan çocuklarla ilgili biz muhatap değiliz, devlet varsa muhatap odur. Elimizden geleni yaparız. Konuyu genel merkezimize taşıdık, bir açıklama yapıldı, “Hemen Meclis’te bir komisyon kurulsun, bize düşen görev neyse sonuna kadar yerine getirmekle mükellef tutarız”… Hükümetin sözcüsü, “Biz HDP’yi meşru bir güç olarak görmüyoruz, onlar kendilerini meşru kılma çabası içinde” dedi. Biz zaten meşru bir partiyiz.

- Çocukları sizin kaçırdığınızı düşünüyorlar, siz hayır diyorsunuz. Bu çocuklar oralara kadar nasıl gidiyor peki?
Ben size dışarıdan bir gözlemci olarak söyleyeyim: Benim ailemden de gidenler, canını verenler oldu. Akrabalarım mühendisti, doktordu. Tercihini oradan yana kullandılar, gittiler ve öldüler. Haliyle üniversite okumuş insanı kandırmak o kadar kolay mıdır? Zorla bir insanı dağa götürüp orada tutmak mümkün müdür? Savaş mıknatıs gibidir, illa ki taraftar bulur. Haklı ya da haksız, doğru ya da yanlış. Desteklersin ya da desteklemezsin. IŞİD gibi dünyanın en gerici örgütü bile savaşçı buluyor. Bir Kürt sorunu vardır, tarihin birçok döneminde yaşanmıştır. Çözülebilir bir sorun olduğunu her zaman söyledik. Birbirimizin kanını akıtmakla bu sorunu çözemeyiz, çözülebilseydi şu ana kadar olurdu. Çocuklarımızı HDP gönderdi diyorlar, doğru değil. Altyazı geçiyor, HDP’nin altında tünel var diye. Hakikatten mümkün değil. 

- Çoğu aile çocuğunun çözüm sürecinde kaçırıldığını iddia ediyor.
Ben 50 yaşındayım, bu şehirde yaşıyorum, üniversite mezunuyum, eğitimciyim. Devletin gözüyle bakarsanız, bunları ifade edersiniz, kaçırıldı dersiniz. Kaçırma kelimesi sorunu inkâr etmektir. Ortada bir tercih var.

- Annelerle hiç görüştünüz mü?
Tabii, başta annelerle de görüştüm, erkeklerle de… Dışarıda da görüştüm, içeride de görüştüm. Bir bağ kurduk, içeride namaz yerimiz var, o anneler girdiler içeride namaz kıldılar. O anne iki gün sonra eyleme gelmeyince, dediler ki, “Bunlar anneleri ikna etti”. Biz izah ettik, bize şu anda küfür edenlere de söyledik. Şimdi aramıza polisleri koydular.

- Kimsenin dağda zorla tutulamayacağını söylüyorsunuz ama örgütten kaçanlar öyle demiyor… Dört aile çocuğuna kavuştu.
Erich Fromm ne diyor; bir insan bir dava adına yola çıkar, süreç içinde kendini beslemez, zayıf düşer. Süreç içinde ona inancı kırılır. Ondan sonra vazgeçer ve vazgeçtikten sonra da eski bulunduğu yerin başarıya ulaşmaması için ona karşı mücadele eder. Bunu PKK’de de görebiliriz. Oradan kaçan olmuştur ama sonra onların ne yaptıklarına da şahit olmuşuzdur. Gidip anne kucağında oturmadılar ya da anneleriyle kucaklaşıp sevgi seline dönüştürmediler.

- Ya ne yaptılar?
Şu anki çocuklardan bahsetmiyorum, geçmişten bahsediyorum. Başka acıların yaşanmasına sebep oldular. Gelen dört kişiye gelince, bununla ilgili konuşmak istiyorum. Birinci kişi, HDP’nin çalışmaları içindeydi. Onu HDP’nin çalışmalarından çektiler, dağdan geldiğini söylediler. Gidin, araştırın, eğer onun dağdan geldiğini ispatlarsanız, ben de onlardan özür dileyeceğim. İkinci kişi, ya Antalya ya İstanbul’daydı, dağda değildi. Üçüncü kişi; beş yıl önce dağa gitmiş. Biz çevremize sorduk, geldiyse bile çok önce gelmiş olması lazım.

- Niçin öyle düşünüyorsunuz?
Kilosu, ten rengi… Dağda kilolu olunmaz. Gelen evladımız kilolu, beyaz tenli. Geldiyse bile çok önceden gelmiştir. Çocuğu DAEŞ’te olanı bile getirdiler kapımıza. Ama biz çocuğu gerçek anlamda dağda olan ailelerle de görüştük. Asker babası olup, çocuğu PKK’nin elinde olanlarla da görüştüm. Hadi diyelim bu çocukları biz gönderdik PKK’nin eline, askeri polisi de mi biz gönderdik? Gerçekten anneler çocuklarına kavuşsun istiyorlarsa HDP, AKP, MHP, CHP; hepimiz beraber hareket edelim, kim halkların barışını isterse, kim bu coğrafyada ölümlerin önüne geçmek istiyorsa destekleriz. Varsayalım HDP’yi kriminalize ettiniz ve HDP’yi kapattınız, şu soruyu soruyorum: Onlarca partimizi kapattınız, hangi sorunu çözdü bu?