'Diyarbakır açık bir cezaevi gibi'

Geçen hafta Diyarbakır’ı ziyaret eden yazar Müge İplikçi izlenimlerini şöyle anlattı: “Bir barış heyeti buluşmasıydı. Batıdan doğuya uzanan bir köprü olarak, ‘yalnız değilsiniz’ mesajı vermek ve devamını getirebilmek için gittik. Diyarbakır’ı açık bir cezaevi gibi buldum”.

Ezgi Atabilen

Geçen hafta bir barış heyetiyle Diyarbakır’ı ziyaret eden yazar Müge İplikçi’yle ‘savaş’ ve ‘göç’ kavramlarının hayatları nasıl parçaladığını anlattığı ‘Babamın Ardından’ adlı son romanı vesilesiyle, bugünümüzü konuştuk.

- Bu dönemde arka planında savaş ve göç teması olan bir roman yazmak bilinçli bir tercih miydi, yoksa zamanlaması gündeme mi denk düştü?

Açıkçası içimden öyle yazmak geldiği için yazdım. Ama mutlaka yaşanılanların etkisi vardır. Bilinçaltımda ve etrafımızda bu kadar göç ve savaş varken, sanırım buraya yönlenmem kaçınılmazdı. Benim hayatımın bir kesitinde yer alan öykü bu son dönem yaşanılanlarla fişeklenmiş olabilir. Bir buçuk senelik bir okuma ve yazma sürecinin sonucunda ortaya çıktı bu kitap. 2013 yılından beri elimdeydi.

- Sizin hayatınızın da göç ve savaşla bağlantısı güçlü. Onu anlatır mısınız?

Dedem böyle bir göç yaşamış bir kişi. Direkt mübadeleyle Türkiye’ye gelmiş değil, ama göçü dolaylı da olsa çok net biçimde tecrübe etmiş biriydi. Bana ondan kala kala kopuk kopuk parçalar kalmıştı. Dedem benim oyun arkadaşımdı. Ama hiçbir zaman savaşın keskin yanı, göçün o acımasız tarafı dile getirilmiş değildi. Ben sonradan, Balkanlar’a gidişimde Balkanlılık duygusunun bende ne kadar yer tuttuğunu anladım. Okudukça da dedemi hatırlamaya başladım. Sonra da bütün bu yaşanılanlardan bağımsız bir kurgu çıktı karşıma. Arka plandaki o savaş ve göç ise kesinkes günümüzde yaşadığımız bu acımasız tempoyla ilgili.

 

Dehşet politikası

- Hem ülkenin dışından içine, hem ülkenin güneydoğusunda yaşanan savaş dolayısıyla bölgenin kendi içinde bir göç hâli var. Nasıl yorumluyorsunuz bütün bunları?

Hiç parlak görmüyorum tabii ki. Çabucak biteceğini de düşünmüyorum. Katlanarak devam edeceği kanısındayım. Ne yazık ki... Çünkü merkez politika ve merkezin yarattığı dehşet politikası değişmiyor. İyiliğe ve insanlığı önemseyen duruşlara 21. yüzyılda çok da fazla yer olmadığına tanık olmak moral bozucu.

 

Bir sis çanı

- Roman karakterlerinizden Sitare diyor ki, “Yaşamı öğrenip değiştirebilir miyiz”. Sizce değiştirebilir miyiz?

Ben kendimi çok iyimser biri buluyorum. Ben bir yazarım, edebiyatın sağaltıcı gücünün insanlara iyi gelebileceğini düşünerek, yazmaya devam edebilirim. Artık bunu düşünerek yaşıyorum. Elimden gelenin en iyisini yapmak için. İnsanlara umut vermeye çalışmak, insanlara bir şeylerin er ya da geç değişebileceğinin işaretini vermek ya da Melih Cevdet’in dediği gibi olup bitenler hakkında “Bir sis çanı gibi çalmaya devam etmek”... Şatafatlı sesler çıkartarak değil de, tok, sürekli ve vazgeçmeden olup bitenleri işaret etmek. Benim yapabileceğim bu.

- Geçen hafta Diyarbakır’daydınız. Neden gittiğinizi ve oradaki tanıklıklarınızı paylaşır mısınız?

Bir barış heyeti buluşmasıydı. Batıdan doğuya uzanan bir köprü olarak, ‘yalnız değilsiniz’ mesajı vermek ve devamını getirebilmek için gittik. Oya Baydar, Şanar Yurdatapan, ben ve daha bir sürü ‘iyi insan’ beraber gittik. Diyarbakır’ı açık bir cezaevi gibi buldum. İnsanlarının üzgün ve çaresizlik içerisinde olduklarını gördüm. Orada bir sağlık memuruyla konuştum, bana kanser hastalarının üniversiteden tahliye edilip evlerine gönderildiklerini söyledi. Bu, hakikaten aklımın kesmediği bir şey. “Neden bu yapılıyor” sorusu, hep aklımın kenarında.

 

Değişimin eşiği

- Neden yapılıyor?

Tabii ki hazirandaki seçimlerden sonra gelinen süreçle ilgili bence. Çok önemli bir değişimin eşiğindeydi Türkiye esasen. Orayı atlatabilseydik, her şeye rağmen, bugün çok başka bir noktada olacak olduğumuzu düşünmek bile beni üzüyor. Yani olmadığını görmüş olmak...

- Bütün bu savaş ve göçlerin edebiyata yansıması nasıl olacak?

Daha çok yeni, 10 sene içerisinde göreceğiz nasıl yansıdığını. Tabii Kürt edebiyatının bunda başı çekmesini umabiliriz, ama bu koşulsuzlukta ne olacak bilmiyorum. Türkçede de çıkacaktır ama daha erken.

 

'Köşe yazarken otosansür uyguluyorum'

- Vatan gazetesinde köşe yazıyorsunuz. Köşenizi yazarken otosansür uyguluyor musunuz?

Tabii ki uyguluyorum.

- Basına baskının bu denli yoğun olduğu, gazetecilerin tutuklandığı bir dönemde köşe yazmanın ne gibi handikapları var?

Ben gazeteci kimliğinde biri olmadığıma inandığım için çok daha fazla özgür hissediyorum. Gündelik yaşananları birebir aktarmak gibi bir sorumluluğu üstlenmek çok anlamlı olabilirdi. Ama ben bir edebiyatçıyım ve o köşeyi bir edebiyatçı olarak yazıyorum. İyi ki de öyle yazıyorum yoksa herhalde devam edemezdim.

 

‘Bu savaş iktidarda kanına kan katmak isteyenler için’

- Romanda, Pullu diyor, “Balkan Savaşı paşalar ve doktorların kendileri için başlattıkları bir savaş” diye. Suriye ve Türkiye’deki savaşı kimler, kimler ve ne için başlattılar?

Tabii ki iktidar sahipleri için ve iktidarda, merkezde daha çok kanına kan katmak isteyenler için. Pullu onu daha çok paşalar için söyler. Okuduğum kadarıyla, atalet içerisindeymiş çoğu. Birçok insanın idealleri uğruna yıllarca mücadele ettikleri toprakları birkaç saatte teslim etmişler. Ben askerlikten anlayan biri değilim ama ideallere saygı duyan biriyim. Eğer bir uğurda mücadeleye girdiyseniz, onun bir şekilde devamını getirmeniz, onun peşinden gitmeniz, devamını getirmeniz lazım. Yoksa hayat çok sığ olur.

- Gezi eylemleri İstanbul’da alevlendiği zaman tüm ülkeye yayılabilmişti. Şimdi güneydoğuda insanlar ölürken burada sokakta kimse yok. Bu bize Kürt meselesi söz konusu olunca insanların birleşemediğini mi gösteriyor?

Tabii o da var. Bu toplumun milliyetçilikle yüzleşememesi. Milliyetçiliği çok önemli bir noktaya taşıyıp orada sekterleştiriyor oluşu. Yüzleşse ve bunun bu kadar abartılacak bir şey olmadığını fark etse, insan olmanın ne kadar önemli bir payda olduğunu keşfetse, Kürt-Türk ayırt etmeden tavır geliştirmesi gerektiğini bilecektir. Burada batıdaki insanların artık çok karamsar, bezgin, teslimiyetçi hallerini görüyorum.

 

Kadın cinayetleri konusunda kitap

“Kadın cinayetleri konusunda çalıştığım bir kitabım var. 2016’nın sonbaharına doğru yayımlanabilir belki. Ülkede yaşanan çatışma ortamının bir de bu ayağı olduğunu düşünüyorum. Çok ciddi bir ayak. Zaman zaman fazlasıyla görünmez kılınıyor ama aslında en çok görünür kılınması gerekenlerden birisi. Çünkü buradaki şiddet unsuru sürekli üstü örtülerek şiddet değilmiş gibi bir yansımayla veriliyor ve katlanarak artıyor. Büyük bir yara.”