DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu: Sermaye karına kar katarken biz ölüyoruz

İSİG konusunda hükümet tarafından yapılan çalışmaların hiçbirinin amacına ulaşmadığını belirten DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, var olan denetim mekanizmalarının işlevsizliğinden yakınarak, gerçek anlamda denetimin sendikalar eliyle oluşturulan demokratik denetim sistemleri ile sağlanabileceğini dile getirdi.

Ayşegül Başar

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) 26-27 Kasım arasında iki günlük programladığı 1. Uluslararası İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Konferansın ikinci gününde İş Sağlığı ve İşçi Güvenliğinde (İSİG) Uluslararası deneyimler paylaşılarak, Türkiye’de bu alanda nasıl mücadele edileceği tartışıldı. İlk gün işçi ölümlerinin sistemsel nedenlerinin derinlemesine tartışıldığı konferansın ikinci günündeki “Ne Yapmalı? Nasıl Yapmalı?” başlıklı oturumumda konuşan DİSK Genel Sekreteri ve Devrimci Sağlı İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, sendikal örgütlenmeler önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır diyerek, “Dünyanın her yerinde sendikaların örgütlü olduğu yerlerde iş cinayetleri ve yaralanmalar daha az yaşanıyor. İş cinayetleri ölümler ve meslek hastalıklarıyla bu alandaki kara tablonun temel gerekçesi olan taşeron çalıştırma yasaklanmalı ve tüm güvencesiz çalıştırma biçimlerine son verilmelidir” çağrısında bulundu.

Neden ölüyoruz?

İSİG’in sendikal faaliyetler açısından doğrudan mücadele ve örgütlenme alanı olduğunun altını çizen Çerkezoğlu işçi ölümlerinin neden bu kadar attığı noktasına dikkat çekerek şöyle konuştu: “Aslında neden ölüyoruz sorusunun cevabı iktidar medyasının 3 satırlık ifadesinin içinde yatıyor. Her şeyi maliyet unsuru olarak gören, madende yerin yedi kat dibinde çalışan işçinin yaşamıyla oradaki kazma sapı arasında ya da bir iş makinası arasında hiçbir fark görmeyen, o işçinin yaşamı, umutları, çocuğu çoluğu ile bir asansör vidası arasında fark görmeyen sermayenin zihniyeti nedeniyle ölüyoruz. Güvencesizleştirme, taşeronlaştırma, madenlerdeki rödevans politikaları ve şimdi de taşerona da rahmet okutacak olan kiralık işçilik uygulamaları, çalışma saatleri, üretim zorlaması ve sendikasızlaşma… Yani çalışma yaşamında bir bütün olarak onların deyimiyle esnekleştirmeye yönelik bu politikaların sonucunda evet daha çok ölüyoruz”.

Taşeronda ölümler 1’e 16 daha fazla

DİSK-Ar raporuna göre taşeronla çalıştırılan madenlerde 1’e 16 daha fazla insanın öldüğünü belirten Çerkezoğlu, “Yani aynı madeni kamu işlettiği zaman milyon ton taş kömürü başına ölü oranı 1 ise bunu taşeron işlettiğinde 16’ya çıkıyor” dedi. Çalışma saatlerinin yüksekliğine ve üretim zorlamasına dikkat çeken Çerkezoğlu şöyle devam etti: “Türkiye’de işçiler ortalama 52-53 saat çalışıyorlar. Üretim zorlaması söz konusu: Mesela Soma’da yılda bir buçuk milyon ton kömür üretmek üzere planlanmışken. 3.8 ton maden çıkartıyor” dedi.

Ölümlerle birlikte milyarderler de arttı

İşçi ölümlerinin artmasıyla Türkiye’deki dolar milyarderlerinin sayısının doğru orantılı olarak artmasının tesadüf olmadığını hatırlatan Çerkezoğlu, “2002’de 872 işçi ölürken, 2015’te 1730 işçi 2016’nın ilk 11 ayında 1793 işçi hayatını kaybetti. Buna karşılık 2002’de 6 dolar milyarderi varken bu sayı 2015’de 35’e çıkmış. Yani bu tablo gösteriyor ki dolar milyarderi karına kar katarken biz ölüyoruz. Sermayenin kar oranlarına baktığımızda biz diğer ülkelere oranla hep en tepelerdeyiz. Emeğin milli gelirden aldığı kar yüzde 52’lerden bugün yüzde 30’lara düşmüş durumda. Türkiye’de faaliyet karlılığının en yüksek olduğu sektör madencilik sektörüdür. En fazla ölümün ise bu sektörde yaşanması tesadüfi değil” dedi.

Ölümlü iş kazası oranı Avrupa’nın 7 katı

İşçi sağlığı mücadelesini, bağımsızlık demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin bir parçası olarak gören Çerkezoğlu, “Bugün maalesef baktığımızda Türkiye’de ölümlü iş kazası Avrupa oranının 7 katına tekabül ediyor. Sadece yüz işçiden 5’i sendikal haklarını kullanabiliyor. Bugün OHAL koşullarında emeğin daha fazla baskılanacağı siyasi ve ekonomik krizin tüm faturasının emekçilere kesileceği bir döneme girdik. Asgari ücret, Zorunlu BES, Kıdem tazminatını ocak gibi getirmeyi düşünüyorlar. Ohal koşullarında emeğin daha fazla baskılanacağı ortada. Sorun emperyalizme bağlı az gelişmiş kapitalist bir ülkenin genel sağlık sorunları, işçinin çalışma koşulları, yaşama koşulları ve sosyal güvenlik, gelir bölüşümü, işsizlik, eğitim, kadın işçiler, çırak ve genç işçilerin sorunları ile iç içe ele alınması gereken, çok yönlü bir sorundur” dedi.

Sistem çökmüştür

İSİG sisteminin temel mantığının yeniden kurgulanması gerektiğini savunan Çerkezoğlu bu amaçla çıkarılan 6331 yasasının hiçbir hedefine ulaşamadığını belirterek şöyle devam etti: “6331 sayılı yasa işçi sağlığını iş güvenliği alanını doğrudan piyasaya açmıştır. Bu yasa kendi içinde bir takım standartlar koymak açısından olumlu yanları olan bir yasa idi. Ancak yasa çıktığından bu yana işçi ölümleri artarak devam etti. Ulusal eylem planında öngörülen iş kazalarının yüzde 20 azaltılması ve meslek hastalıkları tanısı yüzde 500 geliştirilmesi hedefi başarılamamıştır. Kamusal denetimler ve yaptırımlar caydırıcı olmaktan uzaktır: Bakanlık verilerine göre 1050 iş müfettişi müfettiş başına 17 bin aktif çalışan söz konusudur”.

Ne Yapmalı?

Öncelikle konfederasyon olarak meselelerinin işçi sınıfından yana bir hegemonya oluşturmak olduğunu son olarak vurgulayan Çerkezoğlu sistemin alternatifini şöyle tarifledi: “ Şuan için kavramlarından işleyiş mekanizmalarına kadar örgütlü bir hegemonyadan bahsetmek mümkün değil. İş Sağlığı için üç koşul var: Politikleşmiş iş yeri, kolektif özne ve sınıf iradesidir. Sermayenin bir takım teknolojik bilgilerle kurguladığı yerdir işyeri onlara göre, aslında hem bilimin hem de siyasetin bağını koparan bir yaklaşım var. Oysa işyerleri, teknik işyeri olarak değil, politikleşmiş işyerleri olarak örgütlenmelidir. Egemenler işçiyi hep dikkatli ve bilinçli olması gereken bir birey olarak tarif ederler oysa biz diyoruz ki işçi kolektif bir özne yani örgütlü politik bir birey olmalı. Standartlar yeterli değil, onların yerine bir sınıf iradesini dikkate alarak sistemi en baştan yeniden kurmalıyız”.

Konferansın ikinci oturumunda İş Sağlığı ve İşçi Güvenliğinde (İSİG) Uluslararası deneyimler konuşuldu. İlk konuşan Hollanda Sendikalar Konfederasyonu temsilcisi Ton Kitzen, Soma’da katledilenlerin ailelerine gerçekleştirdiği ziyaret sırasındaki izlenimlerini paylaştı: “Mahkemede avukatlar doktorlara aylardır işçilerin çektiği baş ağrısı karşısında neden teşhis koymadınız ağrı kesicilerle geçiştirdiniz diye sorduklarında doktorlar bunun septom olduğunu bilmediklerini söylemişlerdi. Böyle birşeyin ikanı yok. Çünkü bir tıp doktoru karbonun baş ağrısına sebep olduğunu bilir. Bilerek kabul etmediler çünkü onların bunu kabul etmeleri patronları ve yetkilileri zan altında bırakacaktı”.

Türkiye yasaları dikkate almıyor

İSİG konusunda Hollanda’da bir takım yasalar var. Bu açıdan değerlendirildiğinde hatta Türkiye’nin yasası Hollanda’ya kıyasla daha iyi. Ancak Türkiye’de yasa umursanmıyor. Bizde ise bir madde yasallaşmışsa bu mutlaka dikkate alınır. Hollanda’da biz İSİG’i güvenlik sağlık bir de refah açısından değerli buluyoruz. Gerçekten iyi bir işininiz varsa bu üçüne sahip olmanız gerekir. İş yerlerinde çeşitli sıkıntıların giderilmesi gerekiyor. Örneğin çalışma ortamındaki sesin azaltılması gerekiyor. İçerideki hava soğuk mu sıcak m tehlikeli maddelerle temas, ağırlık taşıma yükü, bir işçinin yapacağı işin tanımının belirli olması vs. bunlar önemli noktalar.

İşçi patronundan tazminat alabiliyor

Hollanda’da yılda 3700 işçi iş yerindeki güvensiz koşullardan dolayı hayatını kaybettiğini belirten Kitzen, “Bunun yüzde 50’si kanserojen maddeden yüzde 40’ı iş yükünün fazlalığından sorun yaşıyor. Yüzde 18’i ise sürekli ağırlık kaldırmaktan yüzde 28’i ise üslerinden ve müşterilerinden işittiği hakaretlerden kabalıklardan şikayetçi. Hollanda’da sendikanın güçlü olduğu işyerlerinde içinde işçinin patronun ve sendikalıların bulunduğu komiteler bulunuyor. Burada kurallar birlikte belirleniyor. İşçi çalışma ortamında İSİG konusunda aykırı bir durumla karşılaştığında patronunu mahkemeye verip tazminat alabiliyor” dedi.

Yaşamak için örgütlenmeliyiz

İSİG Meclisi gönüllüsü ve MSGS üniversitesi hocalarından Aslı Odman ise, “İş cinayetlerinin az gelişmişlik sorunu değil bir gelişme ve kalkınma sorunudur. İstatistikler çok önemsenmiyor mücadele noktasında ama bir araç olabiliyorlar. Bu açıdan bilgiler ve paylaşılan veriler çok önemli. Sendikalıların ölüm yada yaralanma durumunda o anda orada olup durumu kayıt altına almaları gerekmektedir. Ateşin düştüğü yerde bilgi toplamak konusunda sendikalara büyük iş düşüyor. Almanya ABD Fransa gibi ülkelerde çalışanların psikososyal diye tanımlanan riskler söz konusu. Bu çerçevede işçiler kendilerini psikolojik olarak iyi hissetmediklerinde izin alabiliyorlar. Veri toplama örgütlenmenin bir parçası olması gerekiyor. Her gün saldırı olan bir alanda insan sağlığını canını onurunu korunması için yaşamımız için örgütlenme şart” dedi.

28 Nisan yas günü

İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenleri Anma ve Yas Günü olarak bilinen 28 Nisan günün Türkiye’de 2012’den beri Türkiye’de hayatını kaybeden işçilerin aileleriyle birlikte örgütlendiğine değinen Odman, “Biz her yıl bugünde İstiklal’de hayatını kaybedenlerin aileleriyle birlikte, hem dayanışma hem de mücadeleyi büyütme amaçlı yürüyüşü düzenliyoruz. Ancak bu çok bilinen bir gün değil bu günü duyulmasını mücadele açısından önemsiyoruz” dedi.

Konferans oturumların ardından İsmail Saymaz’ın “Fıtrat” adlı kitabı hakkında yapılan bir söyleşi ve “Babamın Kanatları” filminin gösteriminin ardından yönetmen Kıvanç Sezer ile oyuncu Menderes Samancılar ile gerçekleştirilen sohbetin ardından sona erdi.