Dışarı çık ve dünyayı keşfet

Finlandiya’da öğrenciler açık havada çok uzun zaman geçiriyor.

Figen Atalay

Okul öncesi zorunlu: Finlandiya’da 2015 Ağustos ayından bu yana okul öncesi eğitim zorunlu ama isteğe bağlı olduğu zamanlarda da ailelerin hemen tamamı 6 yaşındaki çocuklarını okul öncesi eğitim kurumlarına gönderiyormuş.

Finlandiya çok soğuk. Ama buz gibi hava asla çocukların dışarda zaman geçirmesine engel olmuyor. Finlandiya Büyükelçiliği’nin daveti ile gittiğim Helsinki’deki ilk durak olan Sesam kreş ve anaokulunun bahçesi çocuk dolu. Okulun direktörü Aino Ezzat-Agha, çocukların her gün 2 kez dışarı çıktığını anlatıyor. Bunlar öyle 5-10 dakikalık kısa molalar da değil! Çocuklar her seferinde 1-2 saat buzlu, karlı zeminde koşturuyor, salıncağa biniyor, oyun oynuyor. Sonra da içeri girip yaş gruplarına göre bir etkinliğe başlıyorlar. Öğretmen her günü planlarken çocuklara danışıyor. Agha, “Ya herkes farklı istekte bulunursa öğretmen ne yapıyor’’ sorusunun cevabını şöyle veriyor:

“Okulda demokrasi var. Herkesin değil çoğunluğun isteği oluyor. Matematik Günü, İngilizce Günü yok. Öğretmen öğrencilere ‘ne yapmak istersiniz’ diye soruyor. Her gün her çocuğun fikri alınıyor. Çocuklar neyle ilgileniyorsa o konu ediliyor. Proje bazlı çalışılıyor. Öğretmene büyük sorumluluk düşüyor. Günün nasıl organize edileceğine öğretmen, mutlaka çocukları dinleyerek karar veriyor. Her yaş grubunun kendi programları var.”

1-6 yaş arasında 57 çocuğun bulunduğu Sesam, İsveç dilinde konuşulan bir kurum. Her çocuk, her yönden gözlemleniyor, anne-babalarla düzenli toplantılar, “kahve buluşmaları’’ yapılıyor, işbirliğine önem veriliyor.

4 yaş grubuyla yemekteyiz. Her çocuk arkasında kendi adı yazan sandalyeye oturuyor. Tabaklar, kaşıklar ve su bardağı herkesin önünde hazır ama çocuklar yemeği tabaklarına kendileri istedikleri kadar koyuyor, isterlerse tekrar alıyorlar. Yemeğini bitiren çocuk, tabağını götürüyor, başka bir tabakta orman meyveli, yoğurtlu ama şekersiz tatlısını alıp tekrar masaya geliyor. En sonunda da tabak, bardak ve kaşıklarını servis masasına yerleştirip öyle çıkıyorlar yemek odasından.

Eşitlik eğitimi

Finlandiya’daki okullarda ‘‘cinsiyet eşitliği’’ne büyük önem veriliyor. Bu amaçla “Erken Çocukluk Eğitiminde Eşitlik” projesi yürütülüyor.

Projenin ortaklarından biri olan sosyal yardım kuruluşu Folkhälsan’dan (Halk Sağlığı) Sara Sundell, “okula yeni bir çocuk başlayacak’’ dendiğinde ilk akla gelen sorunun “kız mı, erkek mi” olduğuna dikkat çekerek, şunları söylüyor:

“Oysa hiçbir beklenti, hiçbir plan olmaması lazım. Kapıdan kimin gireceğine ilişkin hiçbir düşünce, fikir bulunmaması lazım. Açık fikirli olmamız lazım. Gelen bir kızdır ama kafamızdaki kız kalıbına uymuyor olabilir ya da tekerlekli sandalye kullanabilir. Hiçbir önyargı, yönlendirme, düşünce olmasın.“

Kızların erkeklere göre günde 50 dakika daha az hareket ettiğini, erkeklerin kişilik ve becerilerle, kızların dış görünüşle daha çok ilgili olduğunu anlatan Sundell, erken çocukluk eğitiminde eşitlik programının uygulanmasıyla zorbalığın azaldığını ve her çocuğa eşit fırsat sunulduğunu vurguluyor.

Cinsiyet duyarlılığı

Feminist Birliği’nden Nea Alasaari de, araştırmaların, öğretmenlerin benzer durumlarda kız ve erkek çocuklara farklı davrandıklarını ortaya çıkardığına dikkat çekerek, “cinsiyet duyarlılığı’’nın herkes için yararlı olduğunu vurguluyor.

Bu eğitimle kız ve erkek çocukların farklı cinsiyetlerle oyun oynama oranlarının arttığını, zorbalığın azaldığını, eğitim ve çalışma hayatındaki ayrımcılığa etkileri bulunduğunu söyleyen Alasaari, gelecekte “cinsiyet duyarlılığı eğitimi”nin, tüm erken çocukluk eğitimi programlarının bir parçası olması ve “cinsiyet eşitliği programı”nın okulöncesinde zorunlu eğitim kapsamına alınması gerektiğini belirtiyor.

Köpekler ‘yavaş okudun’ demez!

Finlandiya’da kütüphanelerin, çocukların eğitiminde önemli bir rolü var. Gezimiz sırasında ziyaret ettiğimiz Rikhardinkatu Kütüphanesi, hem çocuklara hem de büyüklere çok sıcak bir atmosfer sunuyor. 1881 yılında kurulan kütüphane, İskandinav ülkeleri arasında kütüphane olarak tasarlanan ilk bina olma özelliğini de taşıyor. Finlandiya’daki kütüphaneler 10-14 yaş çocuklarının yüzde 97’sine ulaşıyor. Helsinki’de 37 kütüphane, 2 de mobil kitaplık var. Kütüphaneyi bize gezdiren ve çocuklara yönelik hizmetlerle ilgili bilgi veren uzman Cecilia Eriksson, “Finlandiya’da kitap okuma oranı azalıyor, yeni neslin yeni ihtiyaçları var. O yüzden çocukları kitaba çekmek için sürekli yeni yollar arıyoruz’’ diyor. Helsinki’de her yıl 6 bin çocuğun okula başladığını söyleyen Eriksson, çocuklar için yaptıklarını şöyle anlatıyor: ‘‘1. sınıf öğrencilerini kütüphaneye davet ediyoruz, onlara ‘hoşgeldin armağanı’ olarak kitap veriyoruz. Her sınıf düzeyine farklı etkinlikler düzenliyoruz. Çocuklar eğitilmiş köpeklere kitap okuyor. Köpek çocuğu eleştirmiyor, ‘hata yaptın’, ‘yavaş okudun’ demiyor, sakin ve ilgili bir biçimde dinliyor. Çocuklar da mutlu oluyor.’’

Fin okulları çok geleneksel

Helsinki Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde görüştüğümüz Prof. Kristiina Kumpulainen, okuma-yazma eğitimine büyük değişiklikler getiren “çoklu okuryazarlık’’ programına başlayacaklarını anlatıyor. Hikâye, sanat ve bilimin yer alacağı bu programla, başka kültür ve dillerden gelen çocuklar, dil bilmeseler bile resimler, hikâyeler yoluyla eğitim sürecine dahil olabilecek. Prof. Kumpulainen, “Çoklu okuryazarlıkta orman var, mitolojik hikâyeler var. Doğa çok önemli. Hayal ve bilim birleştiriliyor’’ diyor. Fin okullarının çok geleneksel olduğunu, teknoloji ile ilgileri bulunmadığını anlatan Prof. Kumpulainen, eğitim sistemlerini şöyle anlatıyor: “Öğretmenlere fikir, ilham, model veriyoruz ama dersi kendileri oluştuyor. Yeni müfredat konu bazlı. Önemli olan öğrencilerde ‘beceri’, ‘istek’, ‘bilgi’ ve ‘davranış’ bileşimini (kombinasyon) sağlamak.’’

Anne-babaların şekerle sınavı!

“Cumartesi Şekeri’’ni ilk kez İsveç’te duymuştum. Bu ülkede şeker her yerdeydi! Yetişkinler de en az çocuklar kadar şekerlemelere, çikolatalara düşkündü. Şeker dükkânları inanılmaz çekiciydi. Şeker yememek, uzak durmak neredeyse imkânsızdı! Çocukları nasıl uzak tutuyorlardı bu ‘şeker cennnet’lerinden? O zaman anlattılar “Cumartesi Şekeri”nin ne olduğunu. Yıllar önce İsveçlilerin diş sağlığı çok kötüymüş. Hatta okuduğum bir makaleye göre, 1930’larda 3 yaşındaki çocukların yüzde 83’ünün dişlerinde çürük varmış. Hükümet, belediyelerden, vatandaşlara diş bakımı hizmeti verilmesini istemiş ancak bunu sağlayacak yeterli sayıda diş hekimi de yokmuş. Sonuç olarak 1957 yılında “Cumartesi Şekeri’’ bir halk sağlığı kampanyası olarak başlatılmış. Kampanya, küçük İsveçlilerin dişlerini fırçalamaları ve daha az şeker yemelerini sağlamayı amaçlamış. Şekerle ilgili mesaj, yasaklama değil sınırlama getirilmesi üstüneymiş: “Şeker yiyin ama sadece haftada bir kez.”

İşe yarıyor mu?

Geçen hafta ziyaret ettiğim Finlandiya’da da aynı gelenek -çok yaygın olmasa da - devam ediyor. Yani bazı aileler, çocuklarının sadece cumartesi günleri şeker yemelerine izin veriyor. Haftada bir gün, sınırlı biçimde şeker yenmesi bana çok mantıklı gelse de “Finlandiya’da ‘Şeker Günü’ ve 3-6 yaşlarındaki çocuklarda tatlı tüketimiyle ilişkisi’’ başlıklı bir makale yazan Laura Korpipää aynı görüşte değil! Ülkedeki 66 anaokulundan 3–6 yaşındaki çocukların anne-babalarıyla yapılan anket sonuçları şöyle: 

-Çocukların yüzde 63’ünün “şekerleme günü’’ var.

-Şeker günü olan çocukların “eklenmiş şeker’’ (besinlere işleme ya da hazırlama sırasında şeker ve şurup eklenmesi) ve “serbest şeker’’ (bazı gıda ve içeceklerde bulunan şekerler) tüketimi, olmayanlara göre daha yüksek. 

-Şeker gününe sahip olmakla, daha sık çikolata ve atıştırmalık tüketmek arasında doğrudan ilişki var. Yani haftada bir günle sınırlı tüketim, sınırlanmayanlara göre daha çok! l Şeker tüketimi sıklığı ise iki grup arasında farklılık göstermiyor. Demek ki bu iş, bir günle sınırlamakla da her zaman olmuyor! Sanırım en iyisi çocuğu tatlıdan korumak için her ailenin kendi yöntemini bulmaya kafa yorması ve bunu kararlı biçimde uygulamaya koyması.