Dış borç sorunu çözülmezse işimiz zor

Doç. Dr. Özgür Orhangazi: Şu sıralarda borç krizinin başlangıç safhalarında olduğumuzu söyleyebiliriz. Krizden kolay ve hızlı bir çıkış reçetesi de mevcut değil.

Şehriban Kıraç

Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Özgür Orhangazi, Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu krizin 2000’li yıllarda ve özellikle de 2009’dan itibaren hakim olan dış sermaye girişlerine bağımlı, borç artışına dayanan, inşaat odaklı büyüme modelinin krizi olduğuna işaret ederek, “Bu krizden kolay ve hızlı bir çıkış reçetesi de mevcut değil. Ancak şurası açık ki içeriğinin ne olduğu çok da belli olmayan birtakım yapısal reformlar veya Merkez Bankası bağımsızlığının arttırılması gibi önlemlere bu krizden çıkılabileceğini iddialarının herhangi bir dayanağı bulunmuyor” diye konuştu.

<haber-dikey: 1139172>


Türkiye’ye dış borçlarını çevirmesine imkan tanıyacak seviyede bir dış sermaye girişi olmadığı takdirde döviz kurunda istikrarsızlığın yeniden artmasını beklediklerini anlatan Orhangazi şu tesbitlerde ve önerilerde bulundu:

-Dış sermaye girişleri herhangi bir nedenle tamamen durur veya tersine dönerse ağır bir ödemeler dengesi krizi ihtimaller arasında.  Esas sorun yaklaşık üçte ikisi özel sektöre ve kalanı devlete ait olan 450 milyar doların üstündeki dış borcun çevrilmesi sorunudur. Bu borç yeniden yapılandırılmadan istikrarın geri gelmesi şu aşamada mümkün görünmüyor.

-IMF’ye gitmek yerine Körfez ülkelerinden veya Çin’den kaynak arayışına girilmesi ise Türkiye’deki birtakım kamu varlıklarının, yatırım projelerinin ve işletmelerin dış sermaye mülkiyetine geçmesi anlamına gelecek, kısa vadede bir rahatlama yaratabilecek olsa da uzun vadede dış sermayeye olan bağımlılığı daha da arttıracak.

Bu daha başlangıç

-Şu anda borç krizinin başlangıç safhalarındayız. Geçen yıl KGF’nin getirdiği Hazine garantileriyle bir süre ertelenen borç krizi bu sene de konkordatolar aracılığıyla bir süre daha ertelenmeye çalışılıyor olsa da giderek açığa çıkan şu ki özel sektörde birçok işletme ödeyemeyeceği büyüklükte bir borç yükü altında. Ödenemeyen borçların yükünün kimin üzerinde kalacağı ise belirsiz.

Halka yüklenecek

-Yükümlülüklerini yerine getiremeyen işletmelerin iflasa sürüklenmesinin ekonomiyi küçültücü ve işsizliği arttırıcı etkilerinin yanı sıra zincirleme iflasların önünü açması olasılığı hayli yüksek. Bu borçların KGF veya başka bir mekanizma aracılığıyla Hazine tarafından üstlenilmesi durumunda ise bir yandan yükün vergiler ve sosyal harcamalardaki kesintilerle ve muhtemelen elde kalan kamu varlıklarının satışıyla halka aktarılacak. Kısa süre sonra kamu borçlanma kriziyle karşılaşabiliriz. Bir bankacılık krizinin tetiklenmesi de ihtimaller arasında.

-Kısa vadede Türkiye ekonomisi hızlı ve kolay çözümleri mevcut olmayan sorunlarla birlikte sonuçlarını kolaylıkla öngörmemizin mümkün olmadığı bir dönemden geçiyor. Bu dönemdeki gelişmelerin ana belirleyenleri dış sermaye hareketlerinin nasıl seyredeceği ve borç krizinin nasıl evrileceği olacak.

-Uzun vadeli baktığımızda iki soruyla karşılaşıyoruz. Birincisi, Türkiye ekonomisinin 1989’dan bu yana yaşadığı büyüme-kriz çevrimlerinin arkasında yatan tamamen kontrolsüz dış sermaye girişleri konusunda yeni bir politika geliştirilip geliştirilemeyeceğidir. İkincisi de, inşaat-odaklı büyüme modelinin terk edilip son 10-15 yıldır temelleri iyiden iyiye aşınmış olan üretim ekonomisi konusunda neler yapılabileceğidir.

-İthal edilen bazı malların yurtiçinde üretilmesini hedefleyen teşvik politikaları gündeme gelse de bunların zor durumdaki işletmelere kaynak aktarma mekanizmaları olmanın ötesine geçebilmesi geniş bir planlamanın devreye sokulmalı. Ancak demokratik ve katılımcı bir planlama ortamının mevcut olmadığı bir durumda böylesi bir tartışmayı yapmak da mümkün görünmemekte.

 

Küçükleri düşünün

Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, içinden geçilen şu andaki süreçte KOBİ’lerin yaşadığı en büyük güçlüğün ödeme ve tahsilat sürelerinin geçen yıla oranla uzamış olmasından kaynaklandığını vurgulayarak, bu durum KOBİ’lerin varlığını tehdit ettiğini ifade etti. Alacağın tahsil edilememesiyle paranın dönmediği reel sektörde firmalar çoğu zaman kendi çözümlerini de kendileri yaratmak durumunda kaldığını belirten Turan, “Finansal dalgalanmaların yaşandığı bu tip dönemlerde KOBİ’ler mutlaka korunmalı. Türkiye’de acilen AB’nin KOBİ Politikaları Sözleşmesi’nde yer alan ‘Önce Küçüğü Düşün’ ilkesi çerçevesinde politikalar geliştirilmeli. Bu doğrultuda da ticari alacak sigortasına ilişkin devlet destekli sistem fiilen de işler hale getirilmeli” dedi.

Turan, KOBİ’lerin rekabetçiliğini artırabilmek adına, Türk Ticaret Kanunu’nunda yer alan ‘büyük şirketler tarafından KOBİ’lere yapılacak olan ödemelerin 60 günü aşmaması’na yönelik uygulamadaki aksaklık ve eksiklikler giderilerek; ödeme süresinin 30 güne düşürülmesi gerektiğini dile getirdi.
Büyük firmaların yapılandırılmasında KOBİ’lere olan ödemelerinin önceliklendirilmesinin sağlanması gerektiğine işaret eden Orhan Turan şu değerlendirmeyi yaptı:

-İşletmelerimizin; verimlilik, karlılık, nakit akışı yönetimi, rekabet gücü, yenilik/teknoloji geliştirme becerisi, iş geliştirme kapasitesi, pazarlama yönetimi ve insan kaynakları yönetimi konularını tek tek gözden geçirmeleri; Kurumsal ‘check-up’larını yapmaları önemli.

İhracata yönelin

-Kriz dönemlerinde özellikle yenilikçi yaklaşım gerekiyor. Sadece ürün ve hizmetlerde değil, iş yapma modelinde ve üretim proseslerinde de uygulamaları şart. İç piyasaya çalışan işletmelerimizin ihracatı böyle dönemlerde kaldıraç olarak kullanmalarını öneriyorum. İhracat ve yüksek teknoloji üretim ile yüksek katma değerli ihracat ülkemizin ve işletmelerimizin kurtuluşu olacak.

-Ekonomimizin itici gücünü oluşturan işletmeleri göz önüne aldığımızda yüzde 97’sini aile işletmeleri ve KOBİ’ler oluşturuyor. Sadece kriz dönemlerinde değil ekonomik aktivitenin her aşamasında firmaların doğru sınıflandırılmasının teşhis ve çözüm önerilerinin daha isabetli yapılmasını sağlayacağını düşünüyoruz.

Kayıtdışı tuzağı

-Son 10-15 yıllık süreçte hızla büyüyen aile işletmesi özelliği ağır basan orta ölçekli firmaların bazılarının ise “yarı-kayıt dışılık tuzağına” takıldıklarını söylemek mümkün. Büyük bir kısmının mali raporlama yayınlamadıkları, bankalar ile olan kredi ilişkilerinin çok geleneksel olduğu ve ikili ilişkilere dayandığı ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu firmaların bir kısmının borçluluk oranlarının yüksek olduğu, bunun için de önceliklerini yarı-kayıt dışı formattan tam resmi formata geçirmeye öncelik vermelerini öneriyoruz. Bunu sağlamak için ise dış denetim şirketlerinin mali raporlama yapmalarına izin vermeleri, finansal şeffaflık sağlamaları gerektiğini belirtiyoruz.

-Küçük firmaların kredi kullanımını azaltmaları ve özkaynaklara ağırlık vermelerini sağlayacak önlemlerin alınması, girişim finansmanı için oldukça önemli olan risk sermayesi, çekirdek finansmanı gibi enstrümanların derhal yaratılması, KOBİ’lerin halka açılmasını kolaylaştıracak bono ve tahvil ihracatına izin verecek yasal düzenlemeler yapılması gibi önerilerimizi de hem işletmelerimize hem de yasa koyucular nezdinde devletimizin ilgili kurum ve kuruluşlarına aktarıyoruz.

Ekonomide iflaslar seriye bağlandı

Türkiye ekonomisinin belkemiğini yani yüzde 97’sini aile işletmeleri ve KOBİ’ler oluşturuyor. Türkiye’de sayıları 2 milyona yaklaşan esnaf ayakta kalmak için borca batarken artan dövizle iflaslar da adeta seriye bağlandı. Özellikle ağustosta doların 7 lirayı aşması birçok sektörü zora soktu. Hükümetin 220 milyar lirası geçen yıl olmak üzere Kredi Garanti Fonu’yla toplam 250 milyar lira kaynak aktarması da küçük ve orta boy işletmeleri (KOBİ) kurtaramadı. 2014’ten bu yana işlerini döndüremeyen yarım milyon esnaf iflas bayrağını çekti. Bu yılın yedi ayında 32.4 milyar lira olan batık KOBi kredileri de yılın dokuz ayında 36.128 milyar liraya fırladı. KOBi niteliğindeki 326 bin 500 müşteri de kredi takibine düştü. Batık oranı küçük işletmelerle sınırlı değil, AKP’nin son 16 yıldır büyümenin motoru olarak konumlandırdığı inşaatta şantiyeler durdu. Bu alana düzenlenen indirimler ve kampanyalar da piyasanın canlanması için çare olamıyor. Perakende, gıda, inşaat, sektörlerinde iflaslar artarken, iflas ertelemenin yerine gelen konkordato ilanları da her geçen gün artıyor. Uzmanlara göre, Türkiye’nin içine girdiği krizden çıkış kolay olmayacak.

 YARIN: DİSK Arzu Çerkezoğlu ve Prof. Dr. Erinç Yeldan