Dindarlık, Demokratlık ve Laiklik
cumhuriyet.com.trİslam felsefesi, “Tanrı ile kulu arasına kimse giremez, İslamda zorlama yoktur” diyor ama laik cumhuriyetin farklı yurttaşlarına tahammül edemeyen sözde âlimler var. Laik cumhuriyet yasaları vermediğine göre, Tanrı ile kulu arasına girerek yurttaşına müdahale yetkisini kimden alıyorlar? Bilemiyorum.
İki köşe yazarımız arasında süregiden bir tartışma var: “Müslüman laik olabilir mi?” Belki ülkemizi aşan ama güvenlik ve geleceğimizi ilgilendiren bir sorun. Niyetim tartışmaya dışarıdan katılmak, bir görüşü ötekine karşı savunmak değil? Sorunu önce anlamaya çalışmak, sonra anladığımı paylaşmak. Yoksa meslektaşlarımın yandaş desteğe ihtiyaç duymadıklarını biliyorum.
Öğrencilik yıllarımdan iki anı
Ünlü bir üniversitenin toplantı mekânlarında bir poster: “Günah çıkarma mı ruh doktoru mu?” Buyurun: yer, gün ve saat! Küçük bir grup sorunu enine boyuna tartışıyor. Yönetici yeni gelenlere söz veriyor. Sanırım pek fark etmez, demiştim.
İkisinde de sıkıntılı bir kişi, dikkatle dinleyen birisi var. Sizi rahatlatıyor, hizmetin bedelini ödeyip çıkarken, yine buyurun, bekleriz, diyorlar. Toplantıda tanıştığım laik bir matematikçi, filozof olup olmadığımı sordu. Hayat boyu süren dostluğumuz böyle başladı.
Bir iki hafta sonra kampusun karşısındaki Hıristiyanlık semineri kurumundan nazik bir yemek daveti aldım. Türkiye’den geldiğime emin olan ilahiyat profesörü sordu: “İslamiyetin öbür dinlere üstün yanını biliyor musunuz?” Okulda laik bir eğitim aldığımı, onunla ilgilenmediğimi söyledim. Açıkladı: “İslamda Allah ile kul arasına kimse, hiçbir yetkili giremez!” Ve uyardı: “İlgilenseniz iyi olur. Çünkü Hıristiyanlığa özenerek çok sayıda din adamı (ruhban) yetiştiriyorsunuz, bazı sonuçlarına katlanacaksınız!”
Ne demek istediğini yıllar sonra anladığımı sanıyorum.
Din-bilim ikilemi
Yaklaşık kırk yıl boyunca, kültür kavramı, değişimleri ve laiklik sorunlarına yönelik yazılar, nice kitap okudum, üzerinde düşündüm. Bu konularda nice kitaba imza koydum. Hayatta her şeyin, insan ve dille bağlantısını göstermeye çalıştım. “Kültür yumağı” modellerimde, insan ve kültür alanının geleneklerini, gözlemlerini değerlendirerek, yeri geldikçe dinlere ve inançlara hep yer verdim. Ancak İslamcı çevrelerde ve yayınlarda yer almadım.
Kimi ilahiyat profesörleri bilimi yeterince ciddiye alıp okumadıkları; kültür denince din bilgilerini, din deyince İslamiyeti öne çıkardıkları için, ahirete inanmayan birisiyle ilgilenmek gereğini duymadılar
Özetle, sosyal bilimde dinin ve inançların yeri elbette olacaktır; ama kimi müminlerin, vahiylerin ve dogmaların zamanla değiştiği gerçeğini pek dikkate almadıkları sonucuna vardım.
Laiklik dinsizlik mi?
Söz döndü dolaştı, “laikliğe katlanma”da düğümlendi. Oysa sorun katlanma değil, laiklik kavramının kendisiydi.
Geçen 10 Kasım’da bu sütunda yayımlanan “Laik Cumuhuriyet” başlıklı yazımda, laiklik kavramının Elence ‘laikos’tan Frenkçe ‘laïcité’ye ve Türkçe laikliğe geçiş öyküsünü özetlemeye; “dinsizlik” etiketinin laik Fransız devrimcilerine nasıl yapıştırıldığını yansıtmaya çalışmıştım. Cumhuriyetçiler ve demokratlar kural olarak laiktir; ama aralarında, Tanrı’ya inanmayan “laikçiler”, ateistler ve kitaplara inanmayan deistler, hiçbirine inanmayan nihilistler ya da safdil “kandid”ler olabilir. Onlar sorun değil. Sorun, “laiklik dinsizliktir” yargısında direnen dincilerdir.
Kimileri, kendisini kabul eden çoğulcu demokrasilerde gayrimüslimlerle rahatça yaşıyor ama “Tanrı tanımayan laiklere” katlanamıyor, onlara müdahale ediyor.
Oysa, laiklerin “Tanrı tanımaz” olduğunu söyleyen de, onlara müdahale hakkını savunan da kendisi. Etik sorun burada:
Demokrasiye inanmayan kişi ve topluluklar demokratik haklardan yararlanabilir mi? Böylesi ‘laik’ değil; olsa olsa, İslama özgü el bir demokrasi olur. Oysa barış ve huzur içinde yaşamak ve yaşatmak istiyorsak, kültürlerin, yolların ve inançların çeşitliliğini yani bize benzemeyen, bizden olmayan ötekileri kabul etmek durumundayız, bu bir seçim değil zorunluluktur. Ya da ötekileşmeye (savaşa) evet diyeceğiz.
İslam felsefesi, “Tanrı ile kulu arasına kimse giremez, İslamda zorlama yoktur” diyor ama laik cumhuriyetin farklı yurttaşlarına tahammül edemeyen sözde âlimler var. Laik cumhuriyet yasaları vermediğine göre, Tanrı ile kulu arasına girerek yurttaşına müdahale yetkisini kimden alıyorlar? Bilemiyorum.
Kâtip ve Evliya Çelebi’ler geleneğinde bu sonu gelmez tartışmayı gelin tatlıya bağlayalım:
40’lı yıllarda emekli bir kaptan amcadan dinlemiştim.
Kış ve savaş birden bastırınca bir kuzey limanında aylarca mahsur kalmışlar. Güneş doğuyor ve hemen batıyor. Orucu nasıl tutacaklar? Müftülükten cevap gelmiş: “O mübarek aylarda ne işiniz vardı kutuplarda, oturup yerinizde tutamaz mıydınız orucunuzu!”
Ceza yargıcı, ifadesini okutup imzalatacağı delikanlıya sormuş: “Okuryazar mısın?” Delikanlı, “Yazarım ama okumam yoktur,” demiş. Yargıç, “Hele bir şeyler yaz da bakalım.” Yazmış.
Sanığın yazdığını kimse sökemeyince, “Sen oku,” demişler. Genç açıklamış: “Reis Bey, söyledim ya, yazarım ama okumam yoktur.”
Şu şaşkınlar sahnesinde değişmeyen vahiy ya da ahkâm mı kaldı? Kim, hangi yetkiyle fetva verebiliyor, laiklerin dinsiz olduğuna ve de Müslümanın laik olamayacağına...