Din ve töre çamurunda bir yalan

Iraklı yazar Hasan Namir, kalbin sınırlarının olmadığını ama sırlarla dolu olduğunu gösteren “Tanrının Pembesi” romanıyla bizlere merhaba diyor. Bastırılmış ve susturulmuş hikâyeleri ilham alarak kendi vatanındaki yitik kalpleri sergiliyor Namir.

Serap Çakır

Sadece atmıyor bir kalp, seviyor da. Anneyi, babayı, kardeşi, bir adamı ve bir kadını. Evin en ücra köşesindeki rengi bozuk vazoyu, ağacı, sana kendini onlarca kez izlettiren filmi, gizlice dinlediğin o leş şarkıyı, bir kitabı, resmi, yıllar yılı bıkmadan giydiğin tüylenmiş kazağı, köpeği, her gün ayağına geçirdiğin o ayakkabıyı. Kalbin durmaksızın seviyor da seviyor. Yenileri geldiğinde, eskileri küçük odacıklara kapatıyor, büyük salonlarda görkemli bir karşılama hazırlıyor yenilere, gösterişli, kimi zaman hoyratça, coşkulu, şımarıkça seviyor. Eskiler küçücük odalara sessiz sedasız kilitleniyor, ama yine de seviliyor. Kalbin bazen sevdiği şeye şaşkınlığı da oluyor. “Bana göre değil” diye başladığı cümleleri, “onsuz olamam”larla bitiriyor. Kalp böyledir işte, büyük bir labirent. Hangi odada neyin saklı olduğu, ne zaman ortaya çıkacağı ve neyin kilitleneceği hiç belli olmaz…

Sonra birileri sana sınırlar çizmeye kalkıp kalbine kilit vurmanı istiyor! “O filmi izleme, o adamı sevme, vazoyu at, kitabı yak, kazağı artık giyme!” Ne hakla? 12 Haziran’da Orlando’da biri eşcinsel kulübünü bastı mesela. Kinle bilenmiş duygularıyla aklı sıra büyük bir “günahı” ortadan kaldırdı. Kendini cennete gönderirken diğerlerini cehenneme yolladığını sandı. Ahmakça… Birileri senin kalbini cezalandırmak ister. Bu ne cüret! Evinden dondurma almak için çıktığı sokakta iki kurşunla babası tarafından öldürüldü Ahmet. Ailesinin şerefi temizlendi, ailenin ahlakı düzeldi. Sahtekârca… Geçen Haziran’da Onur Yürüyüşü yasaklandı. Tehditlere karşı yürüyüşe katılanları koruyamazlarmış. İkiyüzlülük...

IRAK'TA İKİ ADAMIN AŞKI

Iraklı yazar Hasan Namir, kalbin sınırlarının olmadığını ama sırlarla dolu olduğunu gösteren “Tanrının Pembesi” romanıyla bizlere merhaba diyor. Bastırılmış ve susturulmuş hikâyeleri ilham alarak kendi vatanındaki yitik kalpleri sergiliyor Namir. Rami, romanın başkişisi ve bir eşcinsel, Saddam’ın öldürdüğü babasının ardından ağabeyi ve yengesiyle yaşayan üniversiteli bir delikanlı. Kendini keşfettiğinden beri erkeklerden hoşlandığını iyi biliyor. Diğer kahraman ise Irak’ın sayılı din adamlarından, bir çocuklu, evli Şeyh Ammar. Dinine son derece bağlı, Cuma günleri vaaz veren, ailesine iyi davranan, klasik öğretileri olan bir adam.

Irak’ta bir adamın diğer bir adamı sevmesi yasak. Yani kalbine olabiliyorsa söz geçireceksin ve bir kadını sevmeye, onunla evlenmeye ve bir de çocuk yapmaya çalışacaksın. Herkes ne yapıyorsa sen de onu yapacaksın. Kalbinin, bedeninin sınırları olacak, toplumsal “normların” dışına çıkmayacaksın. Öyle olmuyor elbette. Rami, sırılsıklam âşık oluyor, hem de bir değil iki kere. İlk âşığının adı Ali, diğeri çok yakışıklı bir gitarist Sami. O adamlara ne olduğunu, bu âşıkların başına ne işler geldiğini romanı okuyarak öğrenmenizi dilerim. Diğer ayrıntıları ben size aktarayım.

Rami’nin Şeyh Ammar’a yazdığı bir mektupla başlıyor roman. Erkekleri sevdiğini, onları arzuladığını anlatan bir itirafnameyle. Şeyh mektubu okur okumaz yok ediyor ama aklıyla vicdanı arasında sıkışıp kalıyor. İyi bir Müslüman ne yapmalı? Kendisinden yardım isteyen bir genci yok mu saymalı yoksa ona yardım mı etmeli? Din gerçekten eşcinselliği yasaklıyor mu, yoksa bu farklı bir yorum nedeniyle böyle mi algılanıyor? Bir insanın kaderini bir başka insanın belirlemesi adil mi? Savaş sonrası Irak’ta yıkık dökük kalıntıların, hemen her gün patlayan bombaların arasında okumaya çalışan çocuklar, yaşamaya çalışan insan toplulukları ve aralara sıkışan aşklar var. Toplum her zamanki gibi ikiyüzlü. Ne olanı görmek istiyor ne de olana razı gelmek.

“Toplum normlarının” dışında bir ilişkiye başlamışsanız, önce bunun aile tarafından onayı gerekiyor. Rami de aslında başından beri, kendisini büyüten ve vefa borcu hissettiği ağabeyi Muhammed’e gerçekleri söylemekten yana. İyi de bir aile ya çocuğunu “normal” olduğu için seviyorsa? İşte Rami’nin en büyük çelişkisi de burada. Biliyor ki abisi onu çok seviyor. Bir “erkek” gibi olduğunda, evlendiğinde ve onları herhangi bir nedenle utandırmadığında hep sevecek. Peki, Rami’nin eşcinsel olduğunu öğrendiğinde ne yapacak, onu çok seven ağabeyi? İşte bu bir muamma. Kahramanımıza göre onu muhtemelen öldürecek. Bana göreyse yüzde yüz öldürecek. İyi de hani abisi Rami’yi çok seviyordu? İşte bizim, tüm insanoğlunun en büyük ikiyüzlülüğü de burada. Normal şartlar altında birbirimizi seviyoruz. Normal şartlar altında birbirimizle gurur duyuyoruz. Normal insanlar arasında yaşamaktan haz alıyoruz. Normal her ne haltsa! Normal şartlar altında sevişebilirsiniz yani. Hangi ülkedeyseniz o ülkenin kuralları dâhilinde, âşık olabilir, evlenebilir, el ele tutuşabilir ve sevişebilirsiniz. Coğrafyanız sizin kalbinizin sınırlarını belirlemeye çalışır yani. Size kanunla, toplumla, aileyle, töreyle, ahlakla, dinle haddinizi bildireceğini söyler. “Olağanüstü” her aşk cezalandırılır. Siz yine de korkmayın. Aşkın en saf hali, zaten olağanüstüdür.

HAKİKAT NEDİR?

Gelelim romanın diğer kahramanı Ammar’a. Yaşı geçkin din adamı, Rami’nin gönderdiği mektuptan sonra kendi iç sorgulamasını da yapmaya başlıyor. Gerçekten bu hayattan istediği ne? Oğluna nasıl bir yaşam vermek istiyor ve kendisi için o dakikadan sonra nasıl bir yol çizmekten yana? Bir erkek olarak mı hayatına devam edecek yoksa korkarak okuduğu o mektuptaki çocuk gibi o da erkeklerden mi hoşlanacak? Ammar’ın kararını da sizlerin okumasına bırakacağım, ama beklediğinizin üzerinde sürpriz sonlarla karşılaşacağınızı sizlere söyleyebilirim. Romanda, bizlere bir hayatın pek çok sonu olabileceğini gösteren şaşırtıcı bir hava hâkim.

Tanrının Pembesi, aynı zamanda bir sorgulayış kitabı. Hakikat, din, kötülük ve ahlak gibi kavramların çevresinde doğru ve yanlışın ne olduğunu soruyor. Elbette en çok da cinsellik üzerinden bir cevap arayışı okuyucuya sunuluyor. Bunlardan biri şöyle mesela:

- “Çünkü yasak, ahlaki olarak yanlış. Haram.”

- “İki insanın birbirini sevmesinde ne sorun var?”

- “Sevgide bir sorun yok.”

- “O zaman eşcinsellikte ne sorun var?”

Bir kadının bir kadını sevmesinde, bir erkeğin bir erkeğe dokunmasında ne sorun var onun kararını siz vereceksiniz elbet. Ama bu kararı hoyratça vermeden hemen önce şunu siz de kendinize sormalısınız: “İki insanın birbirini sevmesinde ne sorun var?” Romanın bir başka yerinde, hakikatin ne olduğu sorgulanıyor. Gerçeğin ne olduğuna, doğrunun hangisi olduğuna kim nasıl karar verecek? Orada da Cebrail veriyor cevabı: “İnsanoğlunu seviyorsun. Hakikat budur, tek hakikat.”

Keşke şöyle “Her şeyin başı sevgidir” diyerek sonlandırabileceğim beylik bir cümlem olsaydı bu kadar sözden sonra ama yok. Namir, “Irak’ta sevgi, din ve töre çamuruna batmış bir yalan” diyor ve ben buna ne yazık ki itiraz ediyorum. Hemen her ay dünyanın çeşitli şehirlerinde din kisvesine bürünmüş nedenlerle onlarca insan ölüyorsa çoluk çocuk durduk yere bir canlı bombanın çevresinde can veriyorsa, sevdiği adam yüzünden babalar oğullarını öldürüyorsa ve kadınlar hala bir türlü terk edemediği adamlar tarafından katlediliyorsa… Dünyanın her yerinde… Sevgi, yalnızca Irak’ta değil, dünyada din ve töre çamuruna batmış bir yalandır, derim…

Tanrının Pembesi/ Hasan Namir/ Çeviren: Burcu Denizci/ SUB Yayınları/ 152 s.