'Diller arasında sergüzeştim!'
Pelin Batu'nun Türkçe ve İngilizce olarak yayımlanan yeni şiir kitabı “Kayıp Şeyler Divanı-The Divan of Lost Things”, geçmişin üstü toprakla ve erk şiddetiyle örtülü ölü insanlarına ve ağaçlarına, tüm öldürümlere adanmış.
Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki'Diller arasında sergüzeştim!'
Pelin Batu'nun Türkçe ve İngilizce olarak yayımlanan yeni şiir kitabı “Kayıp Şeyler Divanı-The Divan of Lost Things”, geçmişin üstü toprakla ve erk şiddetiyle örtülü ölü insanlarına ve ağaçlarına, tüm öldürümlere adanmış.
- Kayıp Şeyler Divanı'nın bölümleri hangi yönlerde bir şiir toplamı sunuyor, nasıl bir patikada ilerliyor?
- Kitap, sandıktan çıkardıklarımla; “Kayıp Şeyler Sandığı”yla başlıyor. O sandık, anneannemden geri kalanlardan mürekkep. Onun Balkanı, ıtırı, hatıraları... Aslında tam da sandık değil, bizde olmayan “curiosity cabinet” denilen, pek çok objenin biriktirildiği bir oda bu. O odada, kaybettiğim tüm sevdiklerim uzun bir masada oturmuş, savaştan ve kaybedilen onca şeyden sonra, belki de geride kalmanın hıncıyla konuşuyor Onları, geride bıraktıkları vasıtasıyla konuşturuyorum, daha doğrusu. “Kayıp Aşklar Arkeolojisi” belki de asla yitirmeyeceğim duygularla ilgili. Sokak köşelerine, roman çiçekçilerine, şehrin duvarlarına iliştirilmiş anıların hiç bir zaman silinmeyeceği gibi, o aşklar kaybedilmiş olsa da yok olmuyorlar. Bir arkeolog olarak onları ortaya çıkarmak, kraterin merkezine yolculuk yapmak demek. Kayıp şehirler, aslında Manguel ve Calvinovari görünmez kentlerimin kataloğu. Pek çoğunun içinden geçmiş olsam da zihnimin haritası onları örttüğü için aslında şehirleri ben var etmiş oluyorum. Burada da Borges devreye giriyor. Alttaki şehir mi gerçek, üsteki mi? İçinde yürüdüğüm şehir, sonradan onu yazarken yarattığım şehirle aynı şehir mi? “Kayıp Şehirler Atlası”nda bu sorularla geziniyoruz. “Kayıp Şairler Külliyatı”nda ise “şairlerimi” konuşturuyorum. Benim divanımda, Şeyh Galip ve Rilke bana aşk yolunda mihmandarlık yapar, Montale ve Latinlerim limonun güzelliğini hatırlatır, Ahkmatova, dürüstlüğü ve cesareti öğretir. Şiirsiz şairler ise felsefeyi.
“RENK, AHENK HAZİNE SUNAR”
- Gökkuşağının renkleri veriminize nasıl yansır, daha çok hangi duygularınızın ifadesi olarak ortaya çıkar?
- Kadın şairlerin renklerle ilişkisinin çok daha güçlü olduğunu düşünmüşümdür hep. Gazetedeki köşemin adının Revnak olması da tesadüf değil. Çünkü renkler halet-i ruhiyemin resmini çizer. Morlar, maviler beni mutlu eder ama aynı zamanda, yavaşlığın, sessizliğin renkleridir. Allar, pembeler, masumiyet ve şehvetin birbirine karışmış, girift ilişkisinin sembolleridir. Yeşil, en sık kullandığım renk. Çok sevmenin ötesinde, benim için temizliği, şeffaflığı, başlangıcı, çokluğu ve çoğalmayı temsil ettiği için. Denizlerim ve göllerim genellikle yeşildir, dünyanın en nadir gözleri yeşil bakar, bronzun paslanması, dekadans da yeşildir. Renklerin yokluğu, yani kara, karanlığın ve gölgelerin diyarıdır. Burası da sarıdan kaçmak için iyi bir sığınak olmakla birlikte, bazen çok soğuk ve yalnızdır. Beyaz hafif, siyah ağırdır. Ama biri olmasa öbürünün güzelliğini bilmez, özlemeyiz. Keltlerin mitolojisinde gökkuşağının bittiği yerde boşuna altın küpü yoktur; renk, ahenk bize hazine sunar. Hepsi, bir bütünün parçasıdır.
“ÇEVİRİ KUYUMCULUK GİBİ”
- Türkçe düşünüp İngilizce yazmak veya İngilizce düşünüp Türkçe yazmak... Nasıl bir irtibat ve çarpışma?
- Diller arasında sergüzeşt! İngilizce, dünyanın en zengin dili. Türkçe, soyut düşünceye pencere açan, düşmüş Farsça ve Arapçadan sonra eksilmişlikleriyle yalınlığa giden ve dolayısıyla şiire müthiş bir derinlik getiren bir araç. İki dili de kullanmayı çok seviyorum. Şiirler İngilizce düşüyor, orada kelimeleri eğip bükebiliyor, kendimin kılabiliyorum. Türkçeye çevirirken, bambaşka bir şeye evriliyorlar ve bu beni çok heyecanlandırıyor çünkü her dilin bir musikisi olduğu gibi, bir felsefesi de var. Çeviri benim için kuyumculuk gibi bir şey. Yol arkadaşınız olarak Selahattin Özpalabıyıklar gibi dillere meftun olan, çocuksu bir heyecan besleyen bir editörünüz olunca da tadından yenmiyor.
“EN NAMLI MUKTEDİR BİLE BİR GÜN DÜŞECEK!”
- Mitsel renkler, insanlar, dualar, din, ateizm, balladlar, fetihler, kalıntı, yıkıntı ve tortular, şeytanlar ve meleklerin evreninde, tüm o “kadim şeyler” diyarında ve düşlenen baharın ortasında ilk ne kayıp?
- Biz kayıbız. İnsanlık. Bu doğamızda var. Tek bildiğimiz gerçek de kaybolacağımız ve bu da sorun değil. Asıl kötü olan kayıplarımızla çoğalamamamız. Ozymandias gibi kalıntılar bize, en namlı muktedirin bile bir gün burnunun düşeceğini öğretiyor ama biz şatafata kanıp sanki ebediymişiz gibi yaşıyoruz. Vampir mitleriyle zaman öldürüyoruz.
- Mitsel anlatımın en yoğunlaştığı şiirlerinizde derya deniz de öne çıkıyor. Evvel ezelliği ve derinliğinde düşleri harekete geçiren saklı hikâyeleriyle mavisel bir düşle ilgilisiniz.
- Ne güzel söylediniz. Teşekkür ederim. Doğru, sular, Herakleitos’un dediği gibi bizi metamorfoza uğratan eşiklerdir. Şiirlerimde deryalar ve nehirler çok geçer ama ben aslında “gölcüyüm”. Akan, hareket eden, boğan, tokat atan sulara huşu içinde bakmakla birlikte, göllerin sükuneti beni cezbeder. Mavi deniz ise göl yeşildir. Mavi yeşili besler, yolculuğun bittiği yerdir göl. Hayatımız da böyle bir nehir ile başlar, rahimden, matrixden böyle akıp çıkarız. Sonra da tortuların biriktiği bir göle döneriz ve hayatımız yüzmekle geçer.
“HAYATIMIN KÖKLERİ AĞAÇLAR”
- Çürüyen ve biteviye tomurcuklanan doğayla yoldaşlığınız bâkî.
- Rahatı kaçmış ağaçları dillendirmek, çürümeye yüz tutmuş soğanları çiçeklendirmek, ayna gibi parıldayan şebnemi konuşturmak; en sık başvurduğum metaforlar doğadan. Belki Roetke gibi bir serada büyümedim ama ilk beş yılım bir adada, deniz ve ormanın içinde geçtiği için belki de hep kendimi doğada mutlu hissettim ve o yüzden en çok onun için mücadele ettim ve ediyorum. Neredeyse her şiirde bir doğaya bir gönderme var çünkü hayatımın kökleri bu ağaçlar.
- Son olarak “Arkeoloji: Objelerin Doğumu” adlı ve benzeri bazı şiirlerinizden hareketle geçmişin üstü toprakla ve erk şiddetiyle örtülü ölü insanlarına ve ölü ağaçlarına, tüm öldürümlere nasıl bir gün ışığı kitabınız?
- O şiirimde söylediğim gibi bazen kara dudaklar ekeriz, acımızı, kaybımızı, kayıplarımızı ekeriz, ki çiçek verip öpüşsünler. Kayıp Şeyler Divanı, kimi şeylerin asla kaybedilmez olduğunu göstermek için yazıldı. Yitirdikçe büyüyen, öldürüldükçe ölümsüz olanların divanı bu. Sürekli çocuklarını öldürülen bir diyarda yaşarken Gılgameş’in annesi Ninsun’u konuşturuyorum,çünkü bugün Ninsun bir Cumartesi annesi, şehit annesi, bombalarla paramparça olmuş bir gencin annesi. O, bugün sessiz, yüzsüz tanrılara haykırırken, kara mahkemelerde duvarlarla konuşurken, evladının kalbi hep koşacak, bizlerin içinde konuşacak diyorum.
gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr
Kayıp Şeyler Divanı-The Divan of Lost Things/ Pelin Batu/ Everest Yayınları/ 190 s.