'Diktatörler futbolun kitlesel gücünü kullandı'

On yıldan fazladır spor medyasının içinde bulunan ve yakın zamanda çıkardığı yeni kitabı 'Yakarız Bu Gezegeni' ile dikkatleri üstüne çeken futbol dünyasının en güzel isimlerinden Sema Tuğçe Dikici ile futbolun arka temalarını konuştuk.

Emir Ekşioğlu

Favori filmlerimden biri olan 3 Idiots'u izleyenler "Arkadaşınız başarısız olursa üzülüyorsunuz, başarılı olursa daha çok üzülüyorsunuz'' repliğini mutlaka bilirler. Halbuki bu imkansız. Yani en azından yakın bir arkadaşınızın uzun uğraşlar vererek yazdığı bir kitabın satış rakamları çok üst düzeyde ise.. Slaven Bilic'in önsöz yazdığı Şenol Güneş, Fatih Terim ve Mustafa Denizli'nin de görüşlerini paylaştığı 'Yakarız Bu Gezegeni' kısaca her futbolseverin kütüphanesinde bulunması gereken 272 sayfalık ansiklopedi tarzında bir kitap.
 
Öncelikle şunu soracağım; neden yakıyoruz bu gezegeni?

'Yakarız Bu Gezegeni' takımlarını gezegeni yakacak kadar delice seven tribünlere ithafen koyduğum bir isim. İkamesi olmayan bir tutkuyu sembolize ediyor. Tribünlere ait bir söylem aslında. Diğer yandan da tabii ki tribünlerin olmazsa olmaz alışkanlıklarından bir tanesi meşaleyi de anımsatıyor. Bugün her ne kadar meşale suç unsuru olarak görülse de tribünlerin en güzel ritüellerinden birisi bence.
 
Genel olarak kadınların futboldan pek anlamadığını düşünen bir ülkeyiz ama senin kitabının satış rakamları buna güzel bir örnek..

Kadınların futboldan erkekler kadar anlamadığı doğru. Bir de üstelik bir kadın futbolu yazınca ilk başta insanlara garip geliyor. Ama sonuçta ben bu işin endsütriyel anlamda da içinde olan biriyim. Ve benim okuyucu hedefim futbolu uzaktan seven değil, taraf olan  kişiler. Zaten diğer türlü Müslüman mahallesinden salyangoz satmak gibi birşey olur.
 
'Tribünler futbolun ruhudur' diyerek, geçmişten bugüne birçok tribün grubu hikayesini özetlemişsin kitapta. Sence tribünler futbol için başka ne ifade ediyor?

Tribünler varoldukları ülkelerin her anlamda prototipleridirler. Diğer bir deyişle bir ülkenin gelişmişliğini, politik duruşunu, sosyo-kültürel yapısını, kadın-erkek diyaloğunu, mevcut gündemini kısacası birçok şeyi size tribünler göstermektedir. O yüzden stadyumlar bir ülkenin belki de en gerçekçi tablolarıdır. Stadyumlar size sadece futbola olan aşkı, bağlılığı göstermez. Başkaldırışı, farklı kimliklerin ne şekilde birlikte oluşunu ya da olmayışını, “öteki” diye konumlandırılanı, politik söylemleri vb. birçok şeyi gösterir. Bu yüzden incelenmeye değer topluluklardır.
 
Tribün gruplarının son yıllarda artan bir şekilde politik mesajları var. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?

Önceden tribünler hayatlarında futboldan başka birşeyle ilgilenmeyen yığınlar olarak lanse ediliyordu. Artık böyle olmadığını herkes gayet iyi biliyor. Politik mesajların ağırlığına gelecek olursak, bunun en başlıca nedenlerinden birisi futbolun en evrensel dil olması. Uzak kıtalardaki aynı düşüncedeki insanları birleştirici gücü. Buna bir de oyunun popülerliği ve kitle iletişim araçları sayesindeki yayılma hızı ekleniyor. Bu yüzden Celtic tribünlerinde “Filistin’e özgürlük”, Polonya’nın Legia Warszawa tribünlerinde kocaman “Cihad” yazan bir koreografi görebiliyorsunuz. Futbol ile kitleler, dünyanın farklı köşelerinde aynı paydaşta birleşebiliyorlar. Bir futbolcuya yapılan ırkçı bir tezahürat, farklı bir coğrafyada protesto edilebiliyor. En güzel örneği Eto için yapılan ırkçı tezahürata Beşiktaş’lı tribünlerin açtığı “Hepimiz Eto’yuz” pankartıdır.
 
Tribünler politik konularda olduğu kadar hassas konularda da çoğu zaman bir araya geliyor. Bu da önemli bir unsur değil mi?

Elbette. Gezi olaylarında gördük bunu. Ezeli rakipler hep birlikte meydanlarda yer aldı. Bu olay, bizdeki rekabetin de sadece sportif açıdan olduğunu başka herhangi bir sosyal, sınıfsal, siyasal ayrışımın olmadığının da göstergesiydi. Her tribün biraz birbirine benziyor. Hepsi birer mozaik aslında. Bugün bunu İtalya’nın sosyalist Ternana tribünleri ile aşırı sağcı Lazio tribünleri için söyleyemeyiz mesela. Diğer yandan acılarda da birleşiyorlar. Tribünde yitirilen bir isim, kaybedilen bir futbolcu ya da yönetici için mesela. O anlarda ezeli rakibiniz acınızı paylaşıyor, yanındayız diyebiliyor. Bence bu önemli birşey. Türk halkının birlik ve beraberlik duygusunun göstergesi. Ulusça yaşanılan acı olaylarda da bunu görüyoruz. 17 Ağustos depremi, Soma Faciası bunun yakın zamanlı örnekleridir.

Gerek işin gerek ise futbolu çok seven bir kadın olduğun için birçok yerde maç izleme fırsatın oldu. Unutamadığın maçları merak ediyorum..

2008-09 sezonu yani Şampiyon olduğumuz sene İzmir Atatürk Stadı’nda Fenerbahçe’yi 4-2 yendiğimiz ve Türkiye Kupası’nı kazandığımız maçı hiç unutamam. O dönem aynı zamanda Beşiktaş Kulübü’nde çalışıyordum ve seromoni için “Şampiyonluk Bizim” yazan tshirtler yaptırmıştık. Maçın bitimine 5 dakika kala hepimiz o tshirtleri giydik ve tabii ki futbolcular da. Sonrasında da zaten moda oldu. İlk aklıma gelen bu maç. Güzel bir ekiptik kulüpte çalışırken.
Yurt dışı maçı da sanırım Trabzonspor kafilesi ile gittiğim İrlanda’daki dostluk maçıydı. Çünkü kimse hava durumuna bakmamış maçın gününü belirlerken, sel kıyamet 6 saatlik yolu maç izleyemeden dönmüştük. En son Kızılyıldız-Partizan derbisini izledim Belgrad’da. Bu maçtaki meşale şovunu da çok beğendim.Sanırım izlediğim en güzel dünya derbilerinden biriydi.
 
Futbol endüstrisinin içerisinde uzun yıllardır yer almanın bu kitabın birikimi açısından nasıl bir artısı ve eksisi oldu senin için?

Her şeyden önce zaman zaman gelgitler yaşadığımı söyleyebilirim. Futbolun zaman zaman metalaştırılmasına karşı çıkarken diğer yandan endüstriyel futbolun içerisinde çalışan biriydim de. Dört yıl Beşiktaş’ta çalıştım, sonrasında da futbola yatırım yapan farklı markalarda. Masanın her iki tarafında deneyim sahibi olmak aslında taraftarı her iki açıdan da yeniden keşfetmenizi, beklentilerini daha iyi anlamanızı sağlıyor. Ve tabii ki taraftar olmak. Eğer ki siz de onlardan biriyseniz doğru kararlar vermede bir adım daha öndesiniz demektir. Futbolda profesyonellik kadar o duyguyu bilmek de önemli. Çünkü sizi takdir etmelerinde ya da eleştirmelerinde rasyonel gerekçeler olmayabiliyor. Siz karşısınızda duygusal, sorgulayıcı ve çoğu zaman agresif ama sadakatli bir kitlenin olduğunu bilmek zorundasınız.
 
Futbolun tarihin her döneminde politik bir oyun olduğunu ifade ediyorsun. Bunun en önemli nedeni nedir sence?

Tabii ki de oyunun kitleselliği. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar gözü kapalı bir şekilde bir tutkuyu göremezsiniz.Tarihin her döneminde bu böyle olmuş. Bir de bunun içerisine milyar dolarların dahil olduğunu düşünün. Politika için daha güzel bir zemin var mı? Bence yok. Bu yüzden diktatörler dev stadyumlar inşaa etmişler. En güzel örneği Berlusconi’dir. Milan’ı alıp, şampiyon yaptıktan 6 yıl sonra devletin başına geçmesi gerçekten incelenmeye değer başarılı bir örnektir. Futbol olmasa Berlusconi kendine inanan kitleleri nasıl oluşturacaktı?
 
Hitler’in, Mussolini’nin, Güney Amerikalı askeri diktatörlerin futbolu bir propaganda aracı olarak kullandığını söylüyorsun. Futbol sadece antidemokratik oluşumlar için bir araç mı?

Elbette ki hayır. Diktatörler ilk başta futbola boş bir uğraş, saçma bir İngiliz icadı olarak bakıyorlar. Fakat halkın bu denli sevdiği ve bağlı olduğu bir oyun olduğunu anladıklarında da oyunun kitlesel gücünü kullanıyorlar o dönem. Bugün ise futbolu politika için cazip yapan şey sadece kitlesel gücü değil, dev bir endüstri oluşu da aynı zamanda. Yani işin hem duygusal hem de parasal boyutu var. Kulüplerle yakın ilişki içerisinde olmak hem prestij hem de parasal bir güç siyasiler için. Aynı zamanda da futbolseverlerin gönüllerine giden en kestirme yol. Bu yüzden siyasilerimiz gittikleri illerde o bölgenin futbol kulüplerinin atkılarını boyunlarına takıyorlar, bir dönemler belediyelere bağlı futbol kulüpleri kurulması, küme düşmelerin kaldırılması işte tamamen bu yüzden.


 
Sizce Türkiye’nin politik açıdan en dikkat çeken tribün grupları hangileri?

Son yıllarda artan popülaritesi ile Çarşı akla gelen tribün grubu. Bence Adana Demirspor tribünleri siyasi söylemleri ve duruşları bakımından son derece politik. Bence tribünlerde 'sol' denildiğinde akla ilk gelen grup Adana Demirsporlu 'Şimşekler'. Biliyorsun kardeş kulüpleri Livorno ile de bir dostluk maçı yaptılar, hep birlikte işçi marşı söylendi tribünlerde. Duruşları çok net bu konuda.
 
Ülkeler arası sözde dostluk mesajlarının aslında gerçekçi olmadığının da futbol müsabakalarında doğrulandığını iddia ediyorsun. Gerçekte tribünlerde tarihi referanslar çoğunluğun sesi midir sence?

Kesinlikle evet. Tribünlerdeki mesaj siyasilerin kamuoyuna verdikleri demeç ve sahte el sıkışma fotoğraflarından son derece samimi. Uluslararası gündemde soykırımın olduğu günlerde Ermenistan ile dostluk maçları düzenlendi biliyorsunuz hatta UEFA 2008 Fair Play Ödülü bile verdi her ülkenin futbol federasyolarına. Ki o dönemde Ermenistan yine uluslararası kamuoyunda soykırımla ilgili demeçleri ve propagandalarına devam etti, milli maç günü soykırım anıtında protestolar düzenlendi. Bu suni yakınlaşmaya Azeri vatandaşların da tepsiki olmuştu hatırlarsınız. Sonrasında Bursa’daki maçta Azerbaycan bayrakları stada alınmayacak dedikodusu üzerine ne oldu, tüm stad Ermenistan maçında Türk ve Azerbaycan bayrakları ile donatıldı. Bu mesaj önemlidir. Siyasilerin göstermelik fotoğraflarına verilen en gerçekçi yanıttır.
 
Son olarak Kazım'a..
Ben 11 yaşındayken müziği bırakmak zorunda kalan Şair Ceketli Abi  Trabzonspor'u şampiyon olarak göremese de o çok sevdiği Trabzonspor taraftarı önünde gol atamasa da o zaten her şarkısını dinlediğimde hat-trick yapan bir şampiyon. Ve Tanrımız müziği çok seviyor olacak ki tam dört sene sonra da Michael Jackson'u da geri çekti bu dünyadan. Bordo-mavi özlem ve bembeyaz bir sevgi ile anıyorum.