Dijital rekabette yeni başlık: ‘Terapist’

Hayatımıza çaktırmadan ama hızlı bir şekilde giriveren Gain kısa fakat bazısı bir hayli çarpıcı içeriklerle dijital rekabetin alanını genişletti. Gain’in en dikkat çekici yerli içeriklerinden biriyse “Terapist” adlı gerilim dizisi.

Emrah Kolukısa

Gain ya da Gain Medya mobil teknolojiyi kullananların (akıllı telefon ve tablet) hayatlarına hiç de azımsanmayacak bir yenilik olarak girdi 2021’de. Aslında 2020‘nin son günlerinde başladı yayınlar ama kulaktan kulağa yayılan ve herkesin birbirine tavsiye ettiği bu yeniliğin yaygınlaşması 2021’de oldu. Özelliği, artık herkes biliyor gerçi, izlenen içeriklerin kısalığı. Yani 1,5 dakikadan en fazla 20-25 dakikaya kadar uzanan bir süre yelpazesi içinde olup bitiyor her şey ve Gain’in her geçen gün genişleyen kataloğunda spordan habere, diziden kısa filme kadar çok fazla çeşit ve başlık var. Meraklısı uzun uzun inceleyecektir diye düşünerek asıl odak noktamıza geçiyorum, yani dramalara. 

Gain’de izlenebilen yerli ve yabancı dramalara geçmeden önce kısaca 10 bölümlük bir komedi dizisi olan “10 Bin Adım”dan da söz etmekte fayda var. Ne yalan söylemeli Gain’in çıkış noktasında platformun en çok konuşulan ve bu anlamda en olumlu tanıtımını yapan iş Devin Özgür Çınar ve Engin Günaydın’ın rol aldıkları “10 Bin Adım” oldu. Senaryolarını Devin Özgür Çınar’ın yazdığı ve iki eski sevgilinin her gün 10 bin adım atmak için buluştukları dizinin çıkış noktası her ne kadar çok basit gibi görünse de her bölümde başlarından geçen matrak olayların izleyicide uyandırdığı merak kısa sürede “10 Bin Adım”ı bir fenomene dönüştürdü. İzleyiciyi kavramak için uzun uzun hikayelere (ki uzun olan aslında hikayenin anlatımı, yoksa ana akım TV’lerde hikayeler hiç de öyle derinlikli olmuyor) ve pahalı dizi prodüksiyonlarına gerek olmadığı görüldü. basit ama etkili bir fikir yeterli çoğu zaman.

USTA İŞİ BİR ‘KATİL KİM?’ HİKAYESİ

Yönetmenliğini Zeynep Dadak’ın yaptığı ve yine her bölümü 10 dakika (ilk bölüm biraz daha uzun sadece) civarında olan “Terapist” ise bana kalırsa hem daha zorlu bir alana el atıyor hem de aslında Gain’in hayatımıza kattığı en ciddi yenilik. Her şeyden önce bu sefer karşımızda bir komedi yok ve her biri öncekinin devamı olan bölümlerden oluşan bir yapı söz konusu. Bir cinayet soruşturması şeklinde ilerleyen “Terapist” gerilim yüklü bir polisiye ve bu anlamda benim hatırlayabildiğim kadarıyla memleketimizde ilk kez denenen bir format. Bir psikiyatr ve onun 5 hastasının etrafında dönenen dizide psikiyatrın öldürülen karısının katilinin kim olduğunu bulmaya çalışıyoruz. İnsan ruhunu çok iyi bildiği için soruşturmayı polisin yürütmesindense kendisinin araştırmaya başlamasının daha doğru olduğunu düşünen psikiyatr rolünde Muhammet Uzuner var. Her biri farklı bir ‘sorun’la terapiye gelen 5 hastayı ise şu isimler canlandırıyor: Dolunay Soysert, Murat Kılıç, Zeynep Camcı, Çağdaş Onur Öztürk ve İlayda Alisan canlandırıyor. Uzun uzun diziyi anlatmaya gerek yok, zaten kısa formatlı bir yapım, ama senaryosundan kurgusuna kadar özenle ele alınmış, oyunculukları gayet başarılı, izleyiciyi merakta bırakan ve umarım sonu da iyi bağlanacak bir iş “Terapist”. İlk filmi “Mavi Dalga”dan beri yeni filmini beklediğim ve bu yıl bir de “Ah Gözel İstanbul” belgeseliyle adından söz ettiren yönetmen Zeynep Dadak’ın üretken bir döneminde oluşu ise ayrıca mutluluk verici.

KITLIK SONRASI ÇÖKEN TOPLUMSAL DÜZEN

Gain’de izlediğim ve beni olumlu anlamda etkileyen bir başka diziyse Fransız yapımı “The Collapse” (ya da orijinal adıyla “L’Effrondrement”). Dilimize “Çöküş” olarak tercüme edilebilecek dizi yakın bir gelecekte (bunu günümüz olarak yorumlamak bile çok yanlış olmaz bence) dünyada kıtlık başladığında neler olabileceğine dair zihin alıştırmaları yapan bir dizi. Her bölümü maksimum 20-25 dakika civarında olan “The Collapse”da bölümler tam anlamıyla birbirini takip etmese de (her bölümde farklı karakterler var ekseri ve her seferinde kıtlık sebebiyle yaşanan çöküşün bir başka evresi, bir başka yönü ele alınıyor) konu ve üslup birliği sayesinde dizi izleyiciyi yakalıyor. her bölümü tek plan olarak çekilen dizide müthiş bir yönetmenlik başarısı olduğu tartışılmaz. Kıtlık felaketi söz konusu olduğunda tüm ekonomik sistemin hızla dönüşmesi (artık paranın hiçbir anlamının kalmadığı, en büyük değerin yiyecek olduğu bir takas ekonomisi başlıyor) bir yana insani değerlerin de aynı hızla kaybedildiğini görüyoruz. Yine uzatmayacağım, sadece hemen izlemenizi önereceğim; global bir krizin içinden geçtiğimiz şu zamanlarda olası felaket senaryolarından birini son derece gerçekçi ve çarpıcı bir şekilde işleyen “The Collapse” size iyi mi gelir kötü mü bilemiyorum ama etkisinden kolay kolay çıkamayacağınız kesin.

NELERİ BEĞENDİM, NELERİ BEĞENMEDİM?

Gain’in tüm içeriklerini inceleme fırsatım olmadı henüz ama izlediğim adarıyla neleri beğenip neleri beğenmediğimi kısaca sıralayayım. Bir kere “Ele Güne Karşı: Bir MFÖ Belgeseli” gayet iyi kotarılmış, çok beğendim. Henüz tüm bölümlerini izlemesem de Tarsus’ta bit sanayi sitesini ve oradaki ‘karakterleri’ konu edinen belgesel nitelikteki “Beni Kendimden Koru” adlı dizi de iyi gidiyor; beğendim. “İlber Ortaylı ile Zaman Makinesi” ilgiyle izlenen, Ortaylı’nın o kendine has üslubuyla ilginç bilgiler verdiği bir iş olmuş, onu da pek beğendim. Zeynep Aksoy ve Bekir Ağırdır’ın “Güzel Sayılar”ı da yine ilginç bilgilerin özgün bir şekilde izleyiciyle paylaşıldığı güzel bir iş; onu da tavsiye edebilirim rahatlıkla. Haftanın golleri ve NBA’de gecenin en iyi hareketleri gibi içerikler ise her zaman izletir, ben de fırsat buldukça izliyorum elbette, beğenmeyecek bir şey yok. Ayrıca “Gastro Not” (ilginç bir format, yiyecek içecek dünyasından haberler) gibi meraklısına hitap eden içerikler de iş yapar, arada bir göz atın derim. İzleyip de beğenmediklerim arasında “Dadanizm” (sunucunun metinleri ve neye hizmet ettiğini anlamadığım, rahatlık sergileyeceğim derken iğreti kaçan sunum tarzı yüzünden), içeriği bir hayli boş olan (ve yine bir hayli kötü bir sunuculuk da içeren ) “Tuğçe Durak ile En İyi”, pek komik bulmadığım Deniz Göktaş stand-up gösterisi, yine iyi bir fikirden yola çıksa da hiç gülmediğim komedi dizisi “Özelden Yürüyenler” ve fikrini de uygulamasını da beğenmediğim “Elektro Monolog” ilk aklıma gelenler. Vedat Milor ve Ahmet Mümtaz Taylan gibi isimlerin programları ise, evet iyi, fakat açıkçası daha parlak olmalarını beklerdim, eskilerin tekrarı gibi olmuş, ya da bazen altında kalmış açıkçası.