'Devlet bize cephe aldı'

Münevver Karabulut, Ayşe Paşalı, Özgecan Aslan, Değer Deniz... Hepimizin bildiği bu dört isim Türkiye’yi ayağa kaldırırken ne siyasi irade, ne de yargı erki kadın cinayetlerinin politik olduğu gerçeğini kabul etmedi. Son 6 yılda bu 4 isim dışında en az 1500 kadın katledildi.

Damla Yur

Hiçbirinin adını hatırlamıyoruz. Toprağa verildiği günler orada ailelerin yanında binler değildik. Mahkeme salonlarında da yoktuk. Sanıkların cezalarına “iyi hal”, “haksız tahrik”, “saygın tutum” gibi gerekçelerle indirimler uygulandı.

Katiller ödüllendirilirken bu kararlara sayfalarımızda yeterli yer de açamadık. Binlerce kadın, erkek şiddeti sonucu göz göre göre katledildi... “Her gün ölüyoruz” isimli yazı dizimizin ilk gününde Münevver Karabulut ve Ayşe Paşalı’nın ardından yaşananları paylaşıyoruz.

Münevver Karabulut’un katil zanlısı Cem Garipoğlu 197 gün sonra teslim oldu, 3 yıl yargılandı. 18 yaşından küçük olan Garipoğlu, 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Üst sınırdan ceza alan Garipoğlu 10 Ekim 2014 günü cezaevinde intihar etti.

Ayşe Paşalı’nın katili eski kocası İstikbal Yetkin için de 1 yıl sonra çıkan karar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası oldu. Paşalı’nın polis karakolunda çekilen sembol fotoğrafının ardından öldürülmesi kamuoyunda tepki gördü. Mahkeme heyeti katilin ‘namus’ gerekçeli ifadelerine prim vermedi. Yaratılan baskının da etkisiyle mahkeme heyeti katilin cezasında indirime gitmedi. Ancak acı olan, bir kadın cinayetinin ses getirmesi için vahşetin boyutunun artması gerektiği gerçeğinin ortaya çıkmasıydı.

Türkiye 3 Mart 2009 gününe lise öğrencisi bir kız çocuğunun cesedinin çöp kutusuna atılması haberiyle uyandı. Ceset 7 Mart 1991 doğumlu olan 18 yaşını doldurmamış Münevver Karabulut’a aitti. Beşiktaş Bingül Erdem Lisesi son sınıf öğrencisi olan Karabulut, üniversiteye hazırlanmak amacıyla dershaneye gidiyordu. Cem Garipoğlu ile tanışıp, arkadaşlık yapmaya başladı. Münevver’in cansız bedeni çöp konteynerinde parçalanmış halde bulundu. Adli tıp incelemesi sonucunda başı gövdesinden ayrılmadan önce bıçak darbeleriyle yaralandığı daha sonra öldüğü tespit edildi.

Cem Garipoğlu tam 197 gün sonra teslim oldu. 3 yıl süren mahkeme sonucunda en üst sınırdan ceza verildi. 18 yaşından küçük olduğu için 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Aile üyeleri de delil karartma, cinayete yardım etmekten ceza aldı

Devlet bize cephe aldı

Karabulut cinayeti Türkiye’nin kanayan yarası kadın cinayetlerini uzun süre gündemin ilk maddesinde tuttu. Garipoğlu ailesinin ‘varlık’lı, Karabulut ailesinin ‘yoksul’ oluşu ile sık sık Yeşilçam senaryolarını aratmayacak satırlar yazıldı. Karabulut ailesi Nişantaşı’nda aşçılık yapan bir babanın geliriyle geçinen 4 kişilik bir aileydi. Ancak bu mütevazi aile Münevver’i yaz döneminde Kanada’ya dil eğitimine gönderecek kadar da çocuklarının eğitim hayatını ön planda tutuyordu.

Uzun zamandır sessizliğini koruyan baba Süreyya Karabulut bu bölünmüşlüğü şöyle anlattı: “Karşımızda bir Garipoğlu ailesi vardı. Eşim Özgecan’ın ailesini de ziyaret etti. Daha iyi anladık. Acı kıyaslama, ilgi bekleme değil bu. Ancak gerçek şu ki bizim yanımızda duyarlı Türk toplumu insanları dururken, Özgecan’ın yanında devlet de durdu. Çünkü bizim katilimizin soyadı Garipoğlu’ydu. Bize devlet cephe almıştı. İnsanların ekonomik güç ile bireysel gücü ayırt etmesi lazım artık.”

Suçlanmak çok ağırdı

Karabulut’un ifadelerini destekleyen bir demeç de söz konusuydu. 21 Temmuz 2009 günü dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan öyle bir söz söyledi ki dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın “Kızlarına sahip çıksalarmış” sözlerini bile geride bıraktı. Erdoğan, “Son zamanlarda bazı arzu edilmeyen cinayetler, katliamlar duyuyorsak anne baba olarak kendimizi hesaba çekmeliyiz. ‘Acaba biz nerede hata yaptık’ diye üzerinde durmalıyız. Sınırsız, kontrolsüz bir ahlaki erozyonun olduğu yapılanma gerçekten bizi dertlendiriyor. Onun için aileye sahip çıkacağız. Kendi başına bırakılan kız ya davulcuya ya zurnacıya. Davulcu, zurnacı kızmasın. Bununla ne demek istediğimi anlıyorsunuz.”

Davulcu ve zurnacı kızmamıştı Erdoğan’ın ifadelerine ama Karabulut ailesi tamiri güç yaralar almıştı.

“Eşimi ve beni Başbakanın sözleri o dönem çok yaralamıştı. Acımız çok tazeydi. Hala bir şey değişmedi. Çünkü evlattı giden. Kızlarına sahip çıkmayan anne baba olarak suçlanmak çok ağırdı, çok. Hala unutmayız” sözleri ile ifade ediyor baba Süreyya Karabulut, Erdoğan’ın kendilerinde yarattığı hasarı. Kendilerine siyasiler arasında en büyük desteği CHP milletvekili Çetin Soysal’ın gösterdiğini de eklemeden geçemeyen baba Karabulut, “Avukat Rezan Epözdemir’i bulmamızda hukuki sürecimizin bu şekilde sonuçlanmasında önemli etkisi vardır” diyor.

12 avukata karşı

Nitekim Epözdemir’in de Garipoğlu’nun en üst sınırdan ceza almasını sağlatması kolay olmamıştı. Karşısında güçlü bir heyet vardı. Aralarında dönemin Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu ile birlikte 12 avukata karşı Epözdemir ile birlikte davanın takipçisi aktivistler salonu dolduruyordu. Ankara Barosu o dönemde şiddet gören kadınlara psikolojik ve hukuki destek sağlamak amacıyla hazırladıkları ‘Gelincik’ projesini yapıyordu.

Mahkeme başkanı Mevlüt Bayraktar da daha önce Cem Garipoğlu’nun amcası Hayyam Garipoğlu’nu hileli iflas davasında akladığı yönündeki haberlerle basına yansıdı. Bayraktar davadan çekildi. En üst sınırdan karar çıktı, Cem Garipoğlu cezaevinde intihar etti. Ancak artık hiçbir şey zaten eskisi gibi olamayacaktı.

 

 İkna olmasam o tabutu toprağa sokturmazdım

Münevver’i aralarından ayrılan Karabulut ailesi önce Nişantaşı’ndan Bakırköy’e taşındı. Hukuki mücadele bu evde kaldıkları süreçte yaşandı. Ardından da aile Bakırköy’den ayrıldı. MS hastası anne Nagihan Karabulut’un hastalığı ağırlaştı, artık evden zor çıkıyor. Süreyya Karabulut gırtlak kanseri tedavisi gördü. Bir ay mamayla beslendi, biyopside dişlerini kaybetti. Şeker hastası olduğu ve kemik erimesi yaşadığı için şu an dişlerini yaptıramıyor. Münevver’in kardeşi Enver ise “Aaa kafası çöpe atılan Münevver’in kardeşi” cümlesini hayatından çıkarmak için ABD’ye yerleşti. Hem okuyor, hem çalışıyor. Baba Süreyya Karabulut en son Cem Garipoğlu’nun intiharı sonrası “İnanmıyorum” cümleleri ile medyada yer aldı. Eşinin Cem Garipoğlu’nun cesedini bire bir gördüğü için ikna olduklarını belirterek “İntihar etti veya ettirildi. Öldü veya öldürüldü. Hak ettiği cezayı alması bizi mutlu etmişti. Ölmesi de mutlu etti. İkna olmasaydım o tabutu o mezarlığa toprağa sokturmazdım” diyor.

Kızımın kanını satmam

Karabulut ‘Çocuklarını korumazlarsa’ diyen başbakandan, ‘Ailesi çok fakir, kızın yaşamı çok zenginmiş ama..’ diyen ‘ama’cılara şöyle sesleniyor: “Hayatımız bitti yani sonuçta kızımızı hiçbir şey geri getiremeyecek. Benden bir evlat gitti ama ne Münevverler gidiyor, ne insanlar gidiyor da insanların sesini duymuyorlar. Münevverler ölmesin. Ve kimse bu kadar yaralanmasın. Diyorlar ki; ‘Süreyya Karabulut paranın peşinde’. Hiçbir baba kızının kanını parayla satmaz, satamaz. Beni o gün de bugün de suçlayan anne, babalar bile...”

Gözlerime bakın, utanın...

Münevver’in ölümünün üzerinden 9 ay 4 gün geçmiş, bu süreçte onlarca kadın öldürülmüş, hiçbiri kamuoyunda “Gözlerime bakın ve insanlığınızdan utanın!” gibi güçlü bir mesaj veren fotoğrafı çekilmediği için Ayşe Paşalı kadar yankı bulmamıştı.

Ayşe Paşalı, 7 Aralık 2009 günü eski kocası İstikbal Yetkin tarafından 11 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Paşalı’nın ölümünü ülke gündeminin ilk sıralarına çıkmasına neden olan ayrıntı ise polis karakolunda çekilen bir fotoğrafıydı. Alnı, gözlerinin altı şişmiş, morarmış, eti çürümüş Ayşe Paşalı bu gözlerle objektife bakıyor, eski koca Yetkin ise elini duvara yaslamış kadına gözlerini dikmişti. Burası bir polis karakoluydu... Paşalı sabah şiddete maruz kalıyor, öğlen polise koşuyor, akşam ise Yetkin serbest bırakılıyordu. Sonunda 7 Aralık günü Paşalı öldürüldü.

Sanık Yetkin için 1 yıl sonra çıkan karar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası oldu. O fotoğrafın yarattığı kamuoyu ne ‘iyi hal’e, ne ‘haksız tahrik’ indirimlerine geçit vermiyordu. Öte yandan Paşalı’nın 3 kız çocuğu annesi olması, Yetkin’in eski nikahlı eşi olması da ‘toplumsal ahlak’ kurallarımızdan geçer not alıyordu. Karabulut ailesi kadar linç edilmeye maruz kalmasa da o 3 çocuktan en büyüğü annesi Ayşe’yi doğum gününde kaybetmişti

Artık babasının öldürdüğü annesini toprağa gömmüş, babasını sanık koltuğunda görmüş, adımının arkasından kameralar koşmaya başlamıştı. Sadece anneler günü, annesinin doğum gününü kutlamıyor değildi artık o genç kadın kendi doğum gününde de annesinin mezarında onun ölüm yıl dönümü ziyaretini gerçekleştiriyordu. P

Paşalı’nın 3 kız çocuğundan biri olan bu genç kadın geçen 6 yılın ardından bugün şehir değiştirmiş ve olabildiğince kendisini cinayet satırlarından uzak tutmaya çalışıyor. Edindiğimiz bilgiye göre ne “O adam katil” ne de “Devlete öfkeliyim, mücadele veren annemi koruyamadı” demekten de çekinmiyor. Gizlenme sebebi de ‘katil’ babasına ilişkin beslediği, “Ya bir gün çıkarsa” tedirginliği.

Ayşe Paşalı’nın fotoğrafı, Münevver Karabulut’un magazin unsuru yapılan sözde ‘zengin sevgili’ detayı toplumda kadına yönelik şiddeti konuşturdu. Paşalı ve Karabulut davalarından çıkan sonuç toplumsal vicdanı rahatlattığı gibi gelecek benzer davalarda örnek teşkil etmesi açısından önemli bir yer bulmuştu. Karabulut ve Paşalı dosyaları ‘namus’, ‘tahrik’, ‘erkeklik’ gibi indirim sebeplerinin göz önüne alınamayacağının kanıtları olmuştu. Paşalı’nın fotoğrafı, fotoğrafsız düşen yüzlerce kadın cinayetinin görseli oldu. Katillerin aldığı cezanın en üst sınırda olması ‘milat’ kabul edildi. Toplumda bazı şeylerin değiştiği düşünülmeye başlandı...

Ancak bu infialler genel tabloyu değiştirmedi. Kadınlar hala katlediliyor... Polis karakolundaki fotoğrafın ardından gelen ölüm, parçalanmış ve gitar kutusuna konulmuş bir kadın cesedinden sonra vahşetin sınırı arttıkça konuşabiliyoruz. Gerçekten değişen ne?