Destansı mücadele tesadüfle kazanılmadı
Millî Mücadele süreci, başlangıcından büyük zafere değin bir bütündür. Bu sürecin en karakteristik özelliği ise Türk Ulusu ile ordusunun bir bütün olarak hareket edip zafere inanmalarıdır.
Ömer TürkoğluUlusal Kurtuluş Savaşı her yönüyle ve her ânıyla mercek altına alındığında görülecektir ki, yaşanan sadece bir savaş değil; bir ulusun varoluş kavgası ve kendi topraklarında özgürce yaşama mücadelesidir. Bu mücadele aynı zamanda eşsiz askerlik dehası, müthiş bir toplumsal örgütlenme, askeri ve siviliyle tüm yurttaşların moral üzerine kurduğu ittifak, adeta yazılmamış bir sözleşmedir.
Bu büyük var oluş mücadelesini destansı yapan ise şüphesiz, her şeyin en küçük ayrıntısına kadar hesaplanmış olmasıdır. Nasıl ki Mustafa Kemal Paşa’nın çok önceden, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında aklında en kısa zamanda bir meclisin toplanması düşüncesi oluştuysa, Ağustos 1922’nin son günlerinde başlayacak ve işgalci düşmana son darbeyi indirecek Büyük Taaruz da çok önceden planlanmıştı.
Karar bir ay öncesinden alınıyor
Akşehir’deki karargâhta 28/29 Temmuz gecesi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı, Batı Cephesi Komutanı, ordu ve bazı kolordu komutanlarının yaptığı toplantı ve uzun tartışmalar sonucunda Türk Ordusu’nun taarruz planı son ve kesin şeklini almıştı. Plana göre taarruza Birinci Ordu dokuz piyade ve üç süvari tümeniyle, Beşinci Süvari Kolordusu üç süvari tümeniyle, İkinci Kolordu üç tümeniyle ve İkinci Ordu da beş piyade tümeniyle katılacaklar, ayrıca Kocaeli ve Menderes grupları da karşılarındaki düşman kuvvetlerine taarruz edeceklerdi.
Hazırlıklar hızlandırıldı
Birlikler belirtilen şekilde tespit edilip konuşlanma hazırlıkları büyük bir gizlilik içinde yürütülürken Mustafa Kemal Paşa, 16 Ağustos’ta Batı Cephesi Komutanı’na verdiği bir emirle hazırlık çalışmalarının hızlandırılarak 5-10 gün içinde sonuçlandırılmasını emretmişti. Cephelerden kayda değer haberlerin gelmemesi farklı yorumlara neden oluyordu. Savaşan tarafların siyaset ve diplomasiyi tercih edeceğini söyleyenler olduğu gibi her iki ordunun da mevzilerini tahkime devam ettiğini, savaşın kuvvetleneceğini ileri sürenler de vardı. Ne var ki Yunan ordusunun Sevr hattına bile çekilmeyip sırf göstermelik bir şekilde sadece üç alayını Trakya’ya göndermesi, İzmir için muhtariyet ilan etmesi ve sonunda da İstanbul’u işgal niyetlerini açıkça beyan etmeleri ile İngilizlerin buna izin verdiklerine dair haberler, Ankara Hükümeti ile ordusunun Büyük Taarruz’u hızlandırmasını zorunlu kılmıştı. Cephedeki her iki ordunun subay ve askerleri ileri düzeyde savaş tecrübesine sahiptiler. Özellikle Türk subayların uzun süren Birinci Dünya Savaşı’nda farklı cephelerde elde ettikleri deneyimler, onları gerek taktik ve gerekse cephe savaşlarında yeterli deneyim sahibi yapmıştı. Öte yandan, hem asker sayısı hem de silah ve mühimmat açısından eşitsizlik devam etmekteydi.
Ankara’da durum
Ankara’da basılan ve bir anlamda Ankara Hükümeti’nin gayri resmî yayın organı olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin 25 Ağustos 1922 tarihli başyazısı, “İngiliz güllesi ile gelen Yunanlılar”ı artık birtakım görüşmelerin, hile ve tehditlerin bile kurtaramayacağını söylüyor ve adeta bir gün sonra başlayacak Büyük Taarruz’un ipuçlarını vererek bitiriyordu: “[Venedik’teki] Konferansa gideceğiz, hakkımızı talep edeceğiz fakat karşımıza dikilen Lloyd George’un samimiyetine, ciddiyetine, hayırhahlığına inanarak değil, Mehmetçiğin süngüsüne dayanarak.” İstanbul’da basılan Akşam gazetesi ise aynı tarihli nüshasında esir alınan Yunan askerlerinin fotoğrafını yayımlıyor ve terhisin ertelendiğini yazıyordu. İkdam gazetesinin birinci sayfasından verdiği bir haber ile devamındaki soru, Türk ordusunun uzun süredir hazırlığını yaptığı Büyük Taarruz’a sekte vurabilirdi! “Menderes Havalisindeki İlerleme Hareketi, Bu Hareket Ordumuzun Taarruza Geçeceğine İşaret Addolunabilir mi?” Aslında sözü edilen ilerleme hareketi, Denizli mıntıkasındaki birliğimizin küçük bir manevrasından ibaretti. Ne var ki haberin gazetede böyle yer alması planları bozabilirdi. 25 Ağustos 1922 tarihli resmî tebliğde ise her şey bir nevi önemsizleştiriliyordu. Menderes Vadisi’ndeki küçük taarruzdan bahsedilmeden sadece Eskişehir mıntıkasında hattımıza yaklaşmaya çalışan bir düşman müfrezesinin uzaklaştırıldığı, diğer cephelerde de ateş ve keşif çalışmaları yapıldığı bildiriliyordu. Bu küçük çatışmalar, bir gün sonra topyekûn bir taarruza dönüşecekti.
Yunan ordusunun güçlü tahkimatı
Kılıçarslan Tepesi’ni kurtarmakla görevlendirilen 14. Tümen, kısa sürede bu mevkii ele geçirerek düşmanı Manastırpınarı- Kavaloğlu hattına geriletmişti. 4. Kolordu ise öğleden sonra Kurtkaya mevkiine taarruza başlamıştı. Ancak buradaki Yunan mevzileri çok sağlam tahkim edilmiş, birden fazla tel örgüyle çevrilmişti. Bu yüzden yapılan taarruzlardan sonuç alınamayınca kesin sonucu verecek harekât sabaha bırakıldı. Yunan ordusunun kuvvetli tahkimatının bulunduğu diğer bir mevzi de Erkmentepe idi. Burada iki ordu arasında gün boyu süren savaş, hava karardıktan sonra da devam etmiş ancak bir sonuç alınamamıştı. İkinci Ordu Komutanı, birliklerini Şaphane Dağı’ndaki gözetleme yerinden yönetiyordu. Bu orduya bağlı 3. Kolordu’nun “Porsuk Müfrezesi” saat 05.30’da bütün cephede büyük bir saldırı başlatırken 16. Alay’ın bir taburu Çakmaktepe’yi ele geçirmişti. 6. Kolordu’ya bağlı birlikler de Yanıktepe- Uzungüney sırtlarındaki etkili Yunan ateşine rağmen ilerlemeye çalışıyordu. Savaşan birliklerin önemli bir ayağını teşkil eden süvari sınıfı da kendilerine verilen görevleri başarıyla yerine getiriyorlardı. 5. Süvari Kolordusu’na bağlı birlikler, ordunun yan ve gerilerini koruma, keşif ve demiryolu tahribiyle görevlendirilmişlerdi.
26 Ağustos 1922: Büyük Taarruz başlıyor
Tan yeri henüz ağarmamışken, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ve Birinci Ordu Kumandanı Nurettin Paşa taarruzu daha iyi gözlemlemek amacıyla Kocatepe’ye gelmişlerdi. Saat 05.00’te bütün cephelerde atılan top ateşiyle Büyük Taarruz başladı. Yaklaşık yarım saat süren top ateşinin ardından gerçekleşen tahrip ve imha ateşleriyle, birlik piyade güçleri ilerlemeye başladı. Yunan topçusunun gecikerek başlayan ateşinin ise hiçbir etkisinin olmadığı kısa sürede gelen raporlardan anlaşıldı.
İlk dakikalar, raporlar
Saatler 06.30’u gösterdiğinde Kalecik Sivrisi ile Poyrazkaya Tepesi alınmıştı. Hâlbuki bu iki nokta, sarp ve kayalık olmasından dolayı Yunan ordusu tarafından ele geçirilmesine ihtimal verilmeyen mevzilerdendi. Yunan ordusunun çektiği tel örgüler harekâtı yavaşlatsa da durduramıyordu. Askerler bu tel örgüleri makaslar, hatta bilek kuvvetiyle kazıklarından çıkararak kaldırıyorlardı. Bu arada 8, 11 ve 12. tümenler de ileri harekâta başlamışlardı. Belentepe mevkiini ele geçirmekle görevlendirilen 23. Tümen, saat 09.00’da bölgeyi ele geçirmişti. Bu mevzi, Yunan topçusunun sürekli ve kuvvetli atışlarına maruz kalıyordu. Diğer taraftan tutuşan otların alev ve dumanları askerlerimizin görüş mesafesini azalttığı gibi savaş kabiliyetini de etkiliyordu. Buna rağmen birlikler kazanılmış olan mevkii savunmakta kararlıydı.
Sağ kalanlar kaçıyor!
23. Tümen Komutanı’nın kolorduya verdiği raporda “düşmandan sağ kalanlar kaçmakta, birliklerimiz nara atarak ilerlemektedirler” denilmekteydi. Tınaztepe’ye topçu ateşiyle yardımda bulunan 23. Tümen aynı günün gecesinde düşmanın bir taarruz girişimini de püskürtmüştü. 1. Ordu’nun bir diğer tümeni olan 15. Tümen ise Tınaztepe’yi ele geçirmekle görevliydi. İlk gün savaşlarının belki de en zorlusu bu cephede geçmişti. Tel engelleri bir an önce aşmak için 38. Alay’ın 2. Tabur Kumandanı Binbaşı Halil Bey, askerleriyle birlikte tellere ulaşarak makas ve tüfek dipçikleriyle telleri ve kazıkları ortadan kaldırmıştı. Yunanlıların çekilirken bıraktıkları iki top ise daha önce topçu iken piyadeye geçmiş bir er tarafından yine Yunanlılara karşı kullanıldı. Ne var ki bu asker kısa süre sonra şehit oldu. Tınaztepe cephesinde onlarca askerle birlikte şehit olan Yarbay İlyas Bey, Yüzbaşı Ali Bey ve Teğmen İlyas Bey’i de anmak gerekir. Tınaztepe’de gün boyu devam eden savaş, gece keşif kollarının sıcak temasıyla sabaha kadar sürmüştü.
Ankara’da, Atina’da
Ankara mahreçli Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, sabaha karşı baskıya verilmek üzereyken gelen resmî tebliğle birinci sayfasını değiştirmek zorunda kalmıştı: “Dün sabahtan itibaren bütün cephelerde kahraman ordumuz cani düşmanla çarpışmaya başladı.” Aynı gün icra vekilleri heyeti reisi Rauf Bey halka ve memurlara bir beyanname yayımlayarak orduya maddî ve manevî yardıma devam etmelerini rica etmişti. Gazete okuyucuları ise sükûnetle sonucu ve resmî tebliğleri beklemeye davet ediliyordu. Türk ordusunun büyük taarruza geçtiği haberi Atina’ya ulaştığında doğrusu pek ciddiye alınmadı. Oradaki ‘uzmanlar’a göre bu askerî harekâtın hiçbir önemi yoktu ve yüksek olasılıkla Türkler, Venedik Konferansı öncesi kendi lehlerine bir izlenim yaratmak istiyorlardı.
YARIN: Zaferin ilk işareti... Afyon kurtarılıyor