Derya Alabora: Hiçbir yerde kalma zorunluluğu hissetmedim

Derya Alabora, son dizisi Acans ile BluTV ekranlarında izleyiciyle buluşuyor. Alabora ile pek çok konuya uzanan keyifli bir sohbete imza attık.

Hilal Köse

Derya Alabora, yaklaşık 40 yıldır sahnede. Sinemaya bir tesadüfle çok erken başlamış. Bağımsız, özgün işlerde hafızalara kazınan karakterlere hayat verdi. “Seçme şansım vardı ve seçtim” diyor: “İşin içine ticari kaygı girdiğinde, konular da değişiyor, istediğim gibi olmuyor, ben biraz aykırı işler yapmayı seviyorum.” Alabora, son dizisi Acans ile BluTV ekranlarında, reklam müdürü Ece’ye hayat veriyor. Algı Eke ve Bülent Emrah Parlak’la baş rolü paylaşıyor. Bu vesileyle buluştuk. Pek çok konuya uzanan keyifli bir sohbete imza attık.

Nasılsınız?

Nasıl olalım... Biraz alıştık galiba pandemiye, öyle gözüküyor. Bir yıl oldu. Tabii ki hem ekonomik hem de maskelerle yaşamak büyük bir sıkıntı ama insan galiba her şeye alışıyor. Bir film seyrediyorum mesela, insanlar birbirlerine sarılıyor. “Allah Allah” diyor insan, sanki o günler çok uzakmış, hep böyle yaşıyormuşuz gibi geliyor. Enteresan bir duygu ama ilk zamanlardan daha sakiniz bence, her şeye rağmen...

Pandemide setlere döndünüz...

İki set geçirdim, biri İyi Günde Kötü Günde, biri de Acans. Çok dikkatliydik, maskesiz kimse yoktu, neredeyse üç günde bir korona testi olduk... Bilmiyorum ama ancak ilaç bulunmalı galiba. Sürecek gibi görünüyor, aşı da bir yere kadar koruyor... Belki de hep böyle yaşayacağız, yeni virüsler çıkacak...

Alabora, 'Acans' dizisinde reklam müdürü Ece karakterine hayat veriyor

HAFİF ŞUURSUZ AMA ÇOK TATLI

Yeni diziniz Acans, BluTV’de yayında...

Tatlı bir iş oldu... Ben dijital kanallarla çalışmaktan keyif alıyorum. 10 bölüm çektik ve 10 bölüm yayına giriyor, başını sonunu görüyorsun. Bazen bir diziye başlıyorsun, üç bölümde yayından kalkıyor...

Reklam müdürü Ece, çok renkli bir karakter.

Aslında çok gergin ve sinirli bir kadın ama şimdi sinir hapları kullanıyor. O yüzden de her şeye devamlı gülüyor, hafif şuursuzluğu var. Ortaya çıkan şey hoşuma gitti. Güzel oldu valla. Bir de oğlumla çalıştık, o da güzel oldu. İki yönetmen vardı biri Ali Yorgancıoğlu, biri Can Yücel.

Nasılmış peki ana oğul çalışmak?

Çok güveniyordum Can’a. Sete hâkimdir, ne yapacağını bilerek gelir. Ali de arkadaşım, tatlı bir setimiz vardı, eğlenceliydi. Keyif alarak çalıştık. Bu çok önemli biliyorsunuz. Normalde işimiz çok yorucu ama ortam keyifliyse işimiz de keyifli hale geliyor.

İlk kez mi birlikte çalıştınız Can Yücel’le?

Üç sene oldu galiba, Efsane Kadın diye tek kişilik bir tiyatro oyunu yapmıştım, orada arkada ekranda dönen görüntüler vardı, onu da Can çekmişti.

Nasıl bir ilişki var aranızda?

Tatlıyız biz. Hep iyidir aramız. İyi anlaşırız, birlikte çok zaman geçiriyoruz, özellikle yazın.

Çok güzelmiş, ergenlikte bozuldu mu aranız peki?

Ben Can’ın ergenliğini gerçekten anlamadım. Çok yasaklı büyümedi, eve istediği arkadaşını getirirdi. Onu yapma, bunu yapma gibi bir baskı ile büyümediği için o hırçınlığı da olmadı.

İşin sırrı biraz rahat bırakmak demek ki...

Hepimiz öyle değil miyiz aslında. Baskıdan, yasaklardan sıkılıyoruz. Tabii ki bırakalım istediğini yapsın da doğru değil. Uzaktan takip etmek, ona çaktırmadan galiba püf noktası bu.

Tiyatroyu özlediniz mi?

Bir yıl oldu... Pandemi başladığında İzmir’in Kızları müzikalini yapıyorduk. O bir anda kaldı öyle. Orada da o kadar iyi bir ekibimiz vardı ki... Gerçi benim bir iki ufak tefek şey dışında kötü bir setim olmadı. Ben de sette eğlenceliyimdir. Bizim mesleğimiz kaprise müsait bir meslek. İpin ucunu kaçırdığın zaman şuurunu kaybedebilirsin (gülüyor.) O yüzden yere sağlam basmak lazım.

Sahnede kaç yıl oldu?

Konservatuvardan 1982 yılında mezun oldum. Bir yıl devlet tiyatrolarında çalıştım, sonra da sinemaya, tiyatroya daldım. Sinemaya bir tesadüfle çok erken başladım. Nisan Akman’ın yönettiği Bir Kırık Bebek filmiydi. Aklımda sinema yoktu, bir oyuncu aranıyordu, kuzenim Mustafa (Alabora) beni önermiş, gittik konuştuk. Çektikten sonra da “Çok güzel oldu karakter” dediler. “Nasıl oldu iyi mi oldu” modundaydım ben de. Sinema oyunculuğu daha ulaşılmaz bir yerde durduğu için... Türkiye’de sinema açısından şanslı bir oyuncu olduğumu düşünüyorum. Seçiciyimdir, rol ufak da olsa dişi olması önemli, yönetmeni önemli, kimin çektiği önemli, senaryo önemli... Çünkü sinema aslında kariyer olarak insanı ayakta tutan.

İNSAN KENDI ŞANSINI YARATIR

Seçiciyim dediniz ya, biraz açabilir miyiz?

Genellikle bağımsız filmlerde, daha ufak ama kafama göre olan işlerde, tiyatrolarda oynamayı tercih ediyorum. Ticari kaygı girdiğinde işin içine konular da değişiyor, benim istediğim gibi olmuyor. Ben biraz aykırı işler yapmayı seviyorum. Bir sözünün olması lazım. İyi karakterlerin olması lazım yoksa tadı yok bu mesleği yapmanın. Seçme şansım vardı seçtim, olmasaydı başka türlü olurdu.

İnsan kendi şansını yaratır mı sizce?

Tabii ki... Şu da var: Bir işte oynuyorsun, aynı roller gelmeye başlıyor. Bizde çok bilinç de yok galiba. Oyuncuher rolü oynar diye bakmıyorlar, insanın kendi karakterinden yola çıkıyorlar. Oysa Meryl Streep’ler, Juliane Moore’lar büyücü gibi her rolü oynuyorlar. İnanılmaz kadınlar. Ne şans ki onlar için bir şeyler yazılıyor. Judi Dench, 95’ine geldi hâlâ başrol oynuyor. Çok da iyi filmler çıkıyor.

En başta zor mu oluyor seçim yapmak?

İmkânlarınla da doğru orantılı ama aslında hayatta ne yapmak istediğinle doğru orantılı. Sinemayı ve tiyatroyu ne adına yapıyorsun? Bazısı tamamen vodvil oynamak istiyor, bazısı daha popüler olmak istiyor. Ben popüler olmaktan çok galiba oradakigücü seviyorum, iyi oyun oynayayım, rolümle beğenileyim hoşuma giden bu, popüler olmak beni hiç ilgilendirmedi hayatta.

En beğendiğiniz yönetmenler kimler?

Tolga Karaçelik’i çok beğeniyorum. Uğur Yücel’in bütün filmlerini beğenirim.Ali (Yorgancıoğlu) iyi bir yönetmen oldu. Fatih Akın’ın son filmini çok beğendim.

TAKINTILI BİRI DEĞİLİM

Role hazırlanırken özel bir yönteminiz var mı?

Hangi karakteri oynuyorsan onun duygusuna girmeye çalışıyorsun. Oyunculuk skalamda farklı karakterler var ama tabii ki şu önemli. Bizde sanki çok derinlikli karakterler yazılmıyor, yazılmadığı için de sen onun üstüne bir şey koyuyorsun. İngilizler bu konuda olağanüstü. Karakter giyiminde, duruşunda, tek replikte ortaya çıkıyor. Bizde karakterle hikâye anlatma durumu eksik, hikâyelerimiz var ama herkes aynı konuşuyor. Türkiye çok renkli. Çok güzel kadın hikâyeleri var ama tercih edilmediği için oynayamıyoruz. Dünyaya bakınca da bu böyle ama bu kadar uç noktada değil. Çok renkli kadın karakterler var onları oynamak isterdim.

Güne nasıl başlarsınız peki, neşeli mi gergin mi?

Geç yatar erken kalkarım. Altı yedi gibi ayaktayım. Beş saat uyku bana yeter... Onda kalksam pelte gibi oluyorum, sabahın ilk ışıklarını seviyorum. Geçen gün biri “ne yapıyorsunuz bütün gün?” dedi. Bana gün yetmiyor, o kadar çok yapacak şey var ki. Haftada iki gün pilates yapıyorum, StoryTell’de kitap dinliyorum, şu an Virginia Woolf okuyorum. Arnavutköy’de sahilde yürüyorum, arkadaşlarıma giderim...Genelde neşeliyimdir. Asık suratlı bir insan değilim, bir defa takıntılı bir insan değilim, geçmişte, orada burda takılı kalmam. Bir yerde sorun varsa çözmeye çalışmak lazım. “Bu benim başıma nasıl geldi, eyvah” demenin kimseye faydası yok.

BÜTÜN DÜNYA ERKEK DÜNYASI 

Karakterlerinizin kadın haklarına duyarlı, öncü tarafları da oldu genelde değil mi?

Kadınların bu kadar şiddet gördüğü bir yerde tabii ki kadınların haklarını savunmak gerekiyor. Yavaş yavaş bu tablo değişir mi? Biraz kültürle de alakalı, değişmesini umut ediyoruz ama bütün dünya böyle. O kadar korkunç hikâyeler var ki... Bütün dünya bir erkek dünyası. Kafaların değişmesi gerekiyor. Çok zor ama yeter ki anlatalım. Anlatmak iyi bir şey. MeToo hareketinden sonra bir şeyler konuşulmaya başlandı. En azından üstünü örtmeyelim, saklamayalım. Tabii ki faillerin cezalandırılması da gerekiyor.

Sizin kadın olduğunuz için engellendiğiniz oldu mu?

Hayır. Öyle bir şey yapamaz kimse bana. Oradan uzarım. Hiçbir yerde kalmak zorunluluğu hissetmedim hayatımda.

Keşke herkes bunu yapabilse...

Herkes yapamaz... Ben tabii ailem ve yaşadığım çevrede şekillendim ama çaresiz bir yığın kadın var ne yapabilirler ki... Kalmak zorunda kalıyorlar. Bence üstü örtülmezse (şiddetin, tacizin, baskının) bu bile umut ışığı diye bakıyorum ben.

Arkadaşlığa dair neler söylersiniz?

Galiba kendi kültürümdeki insanlardan hoşlanıyorum, eğlenmeyi seven, konuşabileceğim... Mesela caz dinlemeyi çok severim, müzik konuşabileceğim, bir kitap ya da dizi, oyunculuk. Beni besleyen arkadaşlardan daha çok hoşlanıyorum galiba.

MIZMIZ DEĞIL, GÜÇLÜ BIR KADIN 

Kendinizi güçlü kadın olarak tarif eder misiniz? Nedir bunun göstergeleri?

Ederim. Galiba olaylar karşısında soğukkanlı olmak... Mızmız bir insan hiç olmadım. Hemen ayağa kalkmayı severim ne olursa olsun. Kendini bırakmak bence hayata göre bir şey değil. Bırakan insanları da eleştirmiyorum herkesin kendi karakteri. Ben yapıcı tarafından bakalım, çözelim istiyorum. İlerlemeyi seven bir insanım, geçmişte kalan bir insan değilim. Bence bunların hepsi güç göstergesi. Takıntılı insanlar bir yerde bırakıyorlar kendilerini, geçmişte bir yerde kalıyorlar ya da geçmiş yanlarında gidiyor. Geçen bir şey geçmiş, yaşadık bitti. Tabii ki etkiledi ama tüm hayatımı tüm geçmişimle geçirmiyorum ben.

Kendinizi izlerken çok eleştirir misiniz?

Çook. “Böyle oynamasaydım” dediğim işlerim var. Ben kendimi ağırlayan biri değilimdir, ne kendimi ne etrafımdakileri ağırlarım. Gördüğüm bir şeyi söylerim. Doğrusu bu, öbürü biraz sahte geliyor bana. Gerçekçi bir insanım, mesleğimi biliyorum, her zaman iyi yapamayabilirim, sadece benimle ilgili değil. Bazen birlikte çalıştığım insanlar yeterli değildir, bazen beceremeyebilirim... Ama “ben yaptım oldu” mantığı bana saçma geliyor.

DENGE ÖNEMLİ

Mütevazı biri misiniz?

Öyleyim ama egom da yüksektir. Birinden birini çok fazlalaştırdığın zaman dengeyi bozmuş oluyorsun. Hayatta kendini ağırlamıyorsan bir şeyleri daha net görebilirsin. Ama Meryl Streep izlediğimde çok beğeniyorum, onda hiçbir hata görmüyorum. (gülüyor) Çünkü çok iyi. Biz de keşke o kadar mükemmel işler yapıyor olsak ama ben de yaptığım işleri seviyorum. Şimdiye kadar çok kötü bir işin içinde olmadım.

Öfkeniz, küslüğünüz uzun sürer mi?

Hiç küs kalamam, bir anda parlar geçer öfkem.

Sizi umutlandıran şey?

Yapay zekâ. Bence olağanüstü, bilim insanları çok yol kat ediyorlar.

ALABORA'NIN EN SEVDİĞİ BEŞ DİZİ

Dizi ve film izlemeye çok vakit ayırdığını anlatıyor Alabora. “Çok güzel işler yapılıyor” diyor. En sevdiği beş diziyi de şöyle sıralıyor: Game of Thrones, Homeland, Breaking Bad, Your Honor, The One.

BEĞENDİĞİ GENÇ İSİMLER

Beğendiği genç isimleri sorunca “Fatih’i oynayan Cem (Yiğit Üzümoğlu) çok iyi, Merve Dizdar’ın olağanüstü bir oyuncu olduğunu düşünüyorum, Dizdar’ı çok beğeniyorum. Daha birçok isim var tabii” yanıtını veriyor