Depremin 11. Yıldönümünde 'İstanbul Uyuyor!'

cumhuriyet.com.tr

Gelecekteki bir İstanbul depreminde 50 bin kişi ölürse, suçluyu yine bulamayacağız. Çünkü, ölüme sebebiyet verme nedenlerini ortadan kaldırma sorumluluğu bulunan kişi ve kuruluşları belirleyip görevlerini tarif etmediğimiz için hâkimler yine hiç kimsenin yakasına yapışamayacaktır.

Beklenen Marmara depremi nedeniyle gerek İstanbul’da ve gerekse çevre illerde yaşayanların tedirginlikleri her kesimce bilinmektedir. Çeşitli deprem senaryolarına göre 7.2 büyüklüğündeki bir deprem İstanbul’da en az 50 bin kişinin can kaybına ve 150 milyar dolar civarında bir ekonomik kayba sebebiyet verecektir. Ne bu can kaybını, ne yaşanacak acıları, ne de bu büyüklükte bir ekonomik kaybı göğüsleyebilecek durumda mıyız? 1999 Marmara depreminde yaşadığımız bunca felaketten sonra yeni bir depremde yaşanacak böyle bir acı manzara nedeni ile, yüzümüz hem kendi toplumumuza hem de yabancılara karşı kızarmayacak mı?

Bu kadar büyük bir can kaybının ve milli ekonomimize indirilecek böylesine büyük bir darbenin sorumlusu kim olacak? Deprem riskini azaltabilmek için bugüne kadar irili ufaklı birçok yararlı çalışma yapılmıştır. Ana arterlerdeki bazı viyadükler ile yetersiz de olsa bazı okul ve hastaneler güçlendirilmiştir. Ama erişilen son durum yetersiz ve yürekler acısıdır. Dilerseniz bazı istatistiklere birlikte göz atalım:

İstanbul’da 1.3 milyon bina var. Güçlendirilen bina sayısı yüzde 1’i geçmez!

İstanbul’da 3 bin okul var. Sadece 271’i (yüzde 9’u) güçlendirildi.

İstanbul’da 635 özel ve kamu hastanesi ile 415 sağlık ocağı var. Sadece 48 hastane ve sağlık ocağında (yüzde 5’i) güçlendirme yapıldı.

İstanbul’da 2 bin 473 kamu yönetim binası var. Sadece 847’si (yüzde 34’ü) güçlendirildi.

İstanbul’da 128 öğrenci yurdu var. Sadece 1’i güçlendirildi.

Türkiye’de 15 milyon bina var. Bunların yüzde 55’i kaçak, yüzde 60’ı yirmi yaş üzerinde ve depreme karşı güvensiz.

Bu acı gerçeklere bakarak söyleyebileceğimiz tek söz ‘İstanbul uyuyor!’dan başka ne olabilir? İstanbul 1999 Marmara depremlerinden bu yana geçen on bir yılda uyumamış olsa idi, bırakın mal güvenliğimizi ve ekonomimizi, can güvenliğimize büyük bir tehdit oluşturan yukarıdaki tablo, böylesine karanlık ve başarısız olur muydu?

‘Çıkmaz sokak’

İnsanın aklına gelen ilk öneri şu oluyor: “Deprem yönetmeliğine göre dayanıksız olan tüm kamu ve özel sektör binalarını derhal güçlendirelim!” İlk bakışta makul ve tek çıkar yol gibi görünen bu öneri, aslında “çıkmaz sokak” ve akıldışı olmaktan öteye geçemeyen bir düşüncedir. Çünkü, İstanbul’da bulunan yaklaşık 1.3 milyon binanın, daha doğrusu 3.5 milyon dairenin yüzde 95’i demek olan yaklaşık 3.3 milyon daire, deprem yönetmeliğimize göre güvensizdir. Bu “güvensiz” dairelerin bulunduğu binaları güçlendirebilmek için, daire başına ortalama 8 bin dolar masraf varsayımı ile tüm İstanbul için 26.4 milyar dolara ve 25 senelik bir inşaat zamanına ihtiyaç vardır. Ne bu para, ne de bu zaman bulunabilir! Hukuksal ve lojistik sorunlar da cabasıdır. O halde, akıldışı ve “çıkmaz sokak” demek olan bu güçlendirme önerisini terk etmekten başka çare yoktur!

Risk yönetiminde öncelik, mal güvenliği yerine can güvenliği olarak seçilir ve can kayıplarının genelde daima “komple göçen” binalardan kaynaklandığı varsayılırsa, izlenecek tek doğru yolun, sadece hiçbir binanın “komple göçmesine” izin vermemek olduğu bütün çıplaklığı ile ortaya çıkar. İşte bu nedenle, bir binanın “komple göçme” niteliği taşıyıp taşımadığını tayine yarayan hızlı değerlendirme yöntemleri geliştirilmiştir. Bu yöntemler arasında en etkili ve bilimsel isabet derecesi en yüksek (yüzde 95) olanı P25 Metodu’dur. Bu metot ile, yaklaşık bir saat içinde ve 800 TL gibi düşük bir maliyetle betonarme bir binanın “Göçer mi?” veya “Göçmez mi?” olduğunu, yüzde 95 bir kesinlikle tahkik etmek kabildir.

Bir binanın göçme nedeni olarak kısa kolon; yumuşak kat; farklı seviyede döşemeli çarpışma; kolon, perde ve yığma duvarların yetersizliği; kolon veya perde süreksizliği; yatayda döşeme süreksizliği; çıkmalar, sıvılaşma, heyelan, büyük oturma, korozyon, beton kalitesi, etriye noksanlığı gibi hususlar göz önüne alınmaktadır. Eğer bir binanın depremde “komple göçecek” nitelikli olduğu anlaşılırsa, yapılacak şey, daha doğrusu takip edilecek yol şudur: Binanın ya yıkılıp yeniden yapılması gerekir veya usulüne uygun güçlendirilmesi için mal sahibine bir süre (mesela 2 yıl) verilir. Bu süre sonunda bina yıkılıp yeniden inşa edilmemişse veya usulünce güçlendirilmemişse, bina polis marifeti ile iskândan arındırılır ve mühürlenir. Böylece “göçecek” nitelikli binalar, bir bina stoku içinden söküp atılmış olur. Sonuçta, hiçbir bina “komple” göçmeyeceği için, pratik olarak can kaybı da olmaz! Bina taraması yolu ile, betonarme veya yığma bir binanın depremde “göçüp” “göçmeyeceği” niteliğinin sağlayacağı yararlar, aşağıdaki bilgi notunda özetlenmiştir. (Açık Pencere - Melih Aşık, 07.02.2010 Milliyet)

Haiti Olmamalı

Haiti depremi sonrası ABD bu ülkeye asker indirince, Mine Kırıkkanat’ın romanı “Bir Gün Bir Gece” gündeme geldi... Hani o, bir  deprem sonrası ABD’nin Türkiye’yi işgal edeceğini öngören roman... Profesör Semih Tezcan ise böyle düşünenlere tepki gösteriyor: - Böyle bir ilişki kurmak aptalca, diyor, Amerika bize ‘Depreme hazırlanmayın’ mı diyor?Ve ekliyor:“Aklımızı başımıza alıp derhal, hemen, yarın sabahtan başlayarak, depreme hazır hale gelmeye bakalım...” Peki, ne yapalım? Binaların muayenesi pahalıya geliyor. Üstelik binanın onarımı gerekirse bunun için de para yok. Semih Tezcan’ın formülü basit: “Kamu ve özel binalar dahil, tüm bina stokunu P25 Yöntemi ile tarayarak, ‘göçer’ nitelikli binaları bulup fişlemeli ve sadece bu ‘göçer’ nitelikli binalar iskândan arındırılmalı, yıkılmalı veya usulünce güçlendirilmelidir.”

Nedir bu P 25 metodu?“P25  metodu ile bir betonarme binanın beton kalitesi, hiç beton karot numune alınmadan, hiçbir tahribata meydan verilmeden, ultrason aletleri ile belirlenmekte, binanın  ‘göçer’ ‘şüpheli’ veya ‘göçmez’ nitelikte olduğu bir saatlik bir çalışma sonunda ve bilgisayar ortamında tayin edilmektedir.”

Peki fiyatı? “Daire sayısı ne olursa olsun, bina başına P25 testi yaklaşık 800 TL’dir.” Eğer, İstanbul’a bir deprem gelir ve 50 bin can kaybı olursa, bunun sorumlusu kim olacaktır? Marmara depremlerinde 18 bin üzerindeki can kaybının sorumlusunu bulabildik mi? Bir “günah keçisi” müteahhitten başka hapse giren oldu mu? Devletin deprem yönetmeliği, deprem bölgeleri haritası yetersizdi! Kimse devleti suçlayabildi mi?

Devletin kontrolünde olması gereken ‘yapı denetimi’ diye bir şey yoktu. Kimse devleti suçlayabildi mi? Kalitesiz beton dökülürken devlet nerede idi? Kimse devleti suçlayabildi mi? Eğer, devlet (veya onun adına yerel yönetimler) her türlü önlemi almış idi ise, niçin 1975’ten beri yürürlükte olan deprem yönetmeliğindeki bina tasarım kriterleri bir gecede (1998) yüzde yüze yakın arttırıldı?

Ne tuhaftır ki, halen (2010) yürürlükte olan deprem yönetmeliğimizde de ölümcül hatalar mevcuttur. Zayıf ve yumuşak kat kriterleri ve yaptırımları eksik ve yanlıştır. Yüksekliği 20 katı geçmeyen binalardan usulünce hazırlanmış bir zemin raporu istememek gibi gülünç bir kusuru vardır. Deprem bölgeleri haritasındaki hatalar giderilmek üzere, bir gecede İstanbul’un yarısı 2. derece deprem bölgesinden 1. dereceye çevrildi. Ülkede yapı denetimi yerel yönetimler tarafından usulünce ve gereğince yapılıyordu da 4708 sayılı ‘Yapı Denetimi’ Kanunu niye çıkarıldı? Görülüyor ki, en büyük eksiklikler ve görevini gereğince ve layıkı ile yapmayanlar devlet ve/veya onun çeşitli kademelerindeki organlardı. Ne çare ki, hâkimlerimiz, önlerindeki yasalar çerçevesinde devleti suçlayamadılar. Ölen öldüğü ile kaldı. Suçlu bulunamadı.

Biz iddia ediyoruz ki, gelecekteki bir İstanbul depreminde 50 bin kişi ölürse, suçluyu yine bulamayacağız. Çünkü, ölüme sebebiyet verme nedenlerini ortadan kaldırma sorumluluğu bulunan kişi ve kuruluşları belirleyip görevlerini tarif etmediğimiz için hâkimler yine hiç kimsenin yakasına yapışamayacaktır. Suç var, suçlu yok! İşte, bu açmazdan ve ikilemden kurtulmanın tek yolu, bir yasa tasarısı hazırlayarak sorumluyu ve dolayısı ile potansiyel suçluyu tarif etmekten geçer.

Toptan göçecek ve ölüme neden olabilecek kamu ve özel sektör binalarını tarayıp bulma görevi ve sorumluluğu, konu can güvenliği olduğu için, anayasaya göre doğrudan devletin ve onun adına yerel yönetimlerindir.

6 Nisan 2009 tarihinde İtalya’nın L’Aquilla şehrinde meydana gelen 6.3 büyüklüğündeki bir depremde bina enkazı altında 300’den fazla insan hayatını kaybedince, L’Aquilla eyalet savcısı “toplu ölüme sebebiyet vermek” suçu ile önce deprem profesörlerini tutuklamış ve mahkemeye sevk etmiştir. Tutuklanan profesörler, esas suçun, depremden önce tüm binaları tarayarak “göçecek” nitelikli binaları bulup ortaya çıkarmayan yerel yönetime ait olduğunu iddia etmişler ve kendileri yerine, yerel yönetim liderlerinin tutuklanmasını sağlamışlardır.