Deniz'in elinden Nâzım'ın evine...

Deniz’lerin elinden çıkan hapishane işi boncuk kemerlerden bir tanesini Vera Hikmet’e armağan ettim. Umarım Nâzım’ın müze evinde sergileniyordur.

Füsun Erbulak

ŞEVKİYE MAY

Çok hain, kifayetsiz, muhteris, mazlum, mütefekkir, cahil, cüretkâr ve sıradan sağlıklı insan tanıdım. Mesleğimiz hem okuduklarımız, izlediklerimiz, hem de karşılaştıklarımız ve oynadıklarımızla, bizlere bu geniş yelpazeyi sunabiliyor.

İyi insan kimdir?

İyilik bir meziyet midir?

Sanmıyorum.

İnsanın en vazgeçilmez özelliği iyi olmaktır. Ama günümüzde resmen yüceltici bir sıfat oldu “iyi” sözcüğü...

İşte Şevkiye Ablam, bir iyilik, içtenlik, sevecenlik, anlayış abidesiydi. 19 yaşında aynı sahneyi paylaştım onunla... “Ayı Masalı”nda annemi oynuyordu (1962). Kadın oyuncular arasında bana en iyi davranan oydu; giderek hayatına girdim.

Mari Fera adlı bir Yunan kadın oyuncunun kızı Şevkiye Abla... Rumcayı bülbül gibi konuşuyor. Yunanistan’da Kaluta Kardeşler ile müzikallerde oynamış. Beyoğlu’nun ara sokaklarındaki minnacık evinde, Altan’la beni ağırlardı. Sosis patates kızartır, sonra ikimizi başbaşa bırakırdı.

Ben Altan Erbulak’a, provalar ilerledikçe tutuldum. Gerek rahibe okulu eğitimi, gerek kendi etiğim, evli bir insanla ilişkiye girmemin doğru olmadığını hatırlatıyordu. İlk kez cinsel ilişkiye girdim ve bir namus belasına kapıldım.

- Bak kızım, yuva üstüne yuva kurulmaz. Sen bu aşkı, bu oyun ve turne boyunca yaşa, sonra bıçakla kes bitir. Küçücük bir de kızı var. Bana kulak ver. Hatırım için.

Bir oğlu vardı: Şevki. Evlat edindiğini anlattı, ama tıpatıp kendine benzerdi bu zayıf ve soluk erkek çocuğu... Bedia Muvahhit ise, hiçbir zaman hamile kalmadığını anlatmıştı. Şevki, annesinin ölümünden sonra, bizleri arayıp kanser olduğunu söyledi ve yardım istedi. Neden ilgilenemedik bilmiyorum. Eğer yaşıyorsa lütfen beni arasın. İnsan kimi zaman vurdumduymaz olabiliyor.

1966 ve 69’da iki oğlumu kaybettiğimde beni hiç yalnız bırakmadı. Şeffaf bir kutunun içine plastik bir oyuncak kız bebek koyup kuru çiçeklerle donatıp bana getirdi.

- Üzülme, senin bir kızın olacak. Erkekten yana şansın yokmuş. Boşver. Erkek genelde beladır. Eski eşinin bedduası tutmuş olabilir.

Elmadağ’daki Seyhan apartmanımız, onun o sırada oturduğu, elektrik idaresinin sağındaki bodrum katına çok yakındı. Ziyaretine gittiğim bir gün, kapıcısı Madam Marika, ütülediği çamaşırları getirmiş, daha sonra yemek masasına serili, çiçekli örtüyü elleyip,

- Ah vre ne kadar da güzel Şevkiyanımcığım, demişti.

Hiç ikiletmeden örtüyü katlayıp kadına verdi.

- Buraya başka örtü serelim mi, diye sordum.

- Başka örtüm yok ki! Bir örtü parçası Marika’dan daha mı kıymetli?

İsrail başkonsolosu Elrom, bizim apartmanda oturuyordu. İri yarı, silahlı, bol korumalı ve sert bakışlı biriydi. Kendisiyle bir kez olsun selamlaşmamıştım. İşte bu konsolos kaçırılınca apartman gözetim altına alındı. Refet Bele’nin giriş katına devrimciler, apartmana girenleri doldurmuş, kapıcıyı da korkutmuşlardı. Çevre Tiyatrosu’ndan gece geç vakit döndüğümüzde, nöbetçi polis bize adımızı soyadımızı, bir de kapıcının adını sorup, öyle içeri alıyordu.

Bir hafta sonra da,

- Altan abicim, dedi. Beni burada unuttular. Karakolu arayıp bir haftadır aç ve uykusuz kaldığımı söyleyebilir misiniz?

Hemen bir şezlong indirip, yemek de götürdük. Ertesi gün nöbetini devredebildi. Ama TSİP’li arkadaşlar, polise yardım ettiğimiz için ve partiye üye olduğum için özellikle beni eleştirdiler.

Pek tabii Şevkiye abla da içeri alınmıyordu. Her sabah geliyor, ben de aşağı inip onunla öpüşüp dertleşiyordum. Cezaevi aracında ayakları kanlı bandajlarla sarılmış gençler, yüzleştirilmek için, evin önünde park ediyordu.

Fotoğrafçı Parunak’ın kedisi gene doğurmuştu. Dişi kedilerin bir sürü erkek kediden, aynı batında hamile kalabileceklerini bana Parunak öğretti.

 

Tahtaya vefasızlık

Şevkiye abla daha sonra yeniden Şehir Tiyatroları’na alındı. Çok mutluydu. Bir de jübilesi yapıldı. Gençliğinde oynamış olduğu “Lüküs Hayat” operetindeki hizmetçi rolünü oynadı ve ünlü şarkısını söyledi.

“Memiş memiş ah sevgilim

Tıp tıp eder bak yüreğim

Kim ne derse desin desin

Sen benimsin ben de senin”

Salon alkıştan inledi. Şevkiye Abla, yere diz çöküp sahneyi öptü.

- Aslında tahtayı öptüm ben. Bizler öyle deriz sahneye. “Tahta affetmez” deriz. Aşk nedeniyle tahtaya vefasızlığım oldu benim... Senin de bildiğin gibi, bankacı sevgilim “Turneyi bırak hemen gel” buyurdu diye, arkadaşlarımı yarı yolda bıraktım. Ama bak, tahta bana hiç vefasız davranmadı.

Jübilenin kazancıyla, Şişli merkezde çok lüks bir daire satın aldı. Evini birlikte taşıdık. Ona getirdiğim hediyeler arasında, iki tane tığ işi masa örtüsü de vardı.

- Unutmamışsın bak!..

 

Altan’ın karısıyla

Altan bir ara beni karısının ve kızının evine yani kendi evine götürmüş ve,

- Senden şüpheleniyor. Git de içi rahat etsin, demişti.

O gün herhalde şekerim 400’e çıkıp 40’a inmiştir. Kadın Altan’la, benim sevgilim olup olmadığını, tiyatrocu kadınların neden hep evli erkeklere musallat olduklarını sormuştu.

Gece oyuna gittiğimde Altan’a, “Artık aramızda her şey bitsin, lütfen bana yardımcı ol” dedim. Bir sürü komiklik yaptı. Sonunda Şevkiye Abla,

- Birbirinize çok yakışıyorsunuz. Artık ben bile razıyım. Ne yapalım, sen boşan Altan, sonra da bu kızcağızı alırız, demişti.

Yeni evinde pek mutlu olmadı ŞevkiyeAbla... Sürekli büyüklüğünü sorun edip durdu ve hepimizden habersiz evi satıp Osmanbey’de karakola yakın, bir giriş katı satın aldı.

- Bu ev küf kokuyor.

Kokmuyor Şevkiye Abla. Gel bu gece bizde kal. Değişiklik olur, hem Altan seni güldürür.

- Bu ev her yere uzak.

- Komik olma, tam tersine. Bakkala, manava, Taksim’e, ne bileyim her yere yakın.

O sırada ben işsizlikten TAL’da (Tiyatro Araştırma Laboratuvarı) çalışıyordum. Ayla ve Beklan Algan çok ilginç egzersizler yaptırıyorlardı. O haftanın konusu intihardı. Benim oldum olası ilgimi çekmiş bir eylemdir. İntihar etmiş ünlü yazar ve şairlerin kitaplarına tutkuyla bağlıyımdır. Ahmet Oktay’ın “Yol Üstündeki Semender” kitabı başucu kitabımdır:

“Herkes bir kez olsun intihar etmiştir.”

Doğrudur.

Ve Şevkiye ablam havagazıyla intihar etti. Başının altına bir gazete sermiş. Mutfak pencerelerinin hava deliklerini selotepyle tıkamış, kapının altına da bezler sıkıştırmış. Komşuları kokuyu farkettiklerinde artık iş işten geçmiş.

Bu intiharda beni en çok yaralayan, başının altına serdiği gazete oldu. Tıpkı Hrant Dink’in yüzükoyun yatarken, ayakkabılarının altındaki delikler gibi...

Şu anda binbir zorlukla bulduğum mezarının taşını yaptırmış, adını yazdırmış ve mezar bakımını üstlenmiş olduğumdan, içim az biraz rahat. Oraya da nazar boncukları götürüyorum, Altan’ınkine yaptığım gibi...

- Bu kolye bana Muhlis Sabahattin’in kızı Melek’in bir armağanıdır. İntihar etmeden önce vermişti. Ben de senin takmanı istiyorum. Merak etme ben intihar etmem.

Ölümünden iki yıl kadar önce verdi bana, üstünde “Touch Wood” yani “Tahtaya dokun” yazılı bu kolyeyi.

Onu çekiçle kırıp attım. Hani nazar değmesin diye, tahta arayıp tık tık yaparız ya, ben de iki sene boyunca, hep o kolyeyi tıklattım. Şimdilerde yeniden yaptırmak istiyorum. Hayatım sürekli intiharı ertelemekle geçti diyebilirim.

Altan’ı kaybettiğimde, jiletle bileklerimi kesip, sıcak suya uzanmayı planladım. Sevinç’im 15 yaşındaydı. Can dostum, psikoloğum İclal Pek,

- Bir evlada bırakılacak en kötü mirastır intihar. Benzeri bir konumda o da deneyecektir. İnan bana, intihar kalıtımsaldır, demişti.

Şevkiye Ablam eleştirilere kulak asmadan yaşamış bir Amazon kadınıydı. Pek çok kişi intiharı haplar ve benzeri geriye dönüşü mümkün biçimlerde denemiştir.

O, başının altına yastık değil gazete kâğıdı sererek kesin kararını belgeledi.

Şimdilerde yaşasa, beni ne denli anardı kimbilir...

Seni hiç unutmadım ve çok seviyorum Şevkiye Ablacığım.

 

En huzurlu evde en uyumlu insanlar

ŞEKİBE ÇELENK

Şekibe abla keşke annem olsaydı diye sürekli düşündüm. Pırıl pırıl kızlarını da kıskandım, bir zamanlar...

Halit Abi bana hapishane işi boncuk kemerler teslim ederdi.

Bu kemerler Deniz’lerin ellerinden çıkmış olmaları bir yana, folklor grubu, köy düğünü, lalezar konulu kentsoylular için gerçeküstücü desenlerle, renkli boncukların dar ve uzun bir çuhaya işlenmesiyle elde ediliyordu.

Çevre Tiyatrosu’na, Kocamustafapaşa’ya çok sayıda seyirci gelirdi. Şimdi Semaver Kumpanya adı altında başarılarını sürdüren müthiş bir grup var. Ben bu kemerleri 100’er liraya satardım. Uçlarına da klipsler diktirirdim. Tiyatrodaki kimi arkadaşlar, pahalı bulup almadıklarında (maaşlar eski parayla 100 lira civarındaydı), 100’er liralarını çalma planları kurardım. Ama başarılı olamadım.

Ayhan Işık ve eşi oyunumuza geldiklerinde, onlara da nefis bir kemer uzatıp, tutuklu ailelerine katkıda bulunmak isteyebileceklerini dile getirdim. Amerika yolculuğuna çıkacakları için alamayacaklarını söyledi Ayhan Işık’ın eşi... 100 lira fazla bir para sayılmazdı ve kemerler gerçekten nefisti.

Selahattin Beyazıt ile eşi de geldiler oyunumuza... Teşvikiye’deki evlerine gidersem, seçimlerini daha rahatlıkla yapacaklarını söylediler. Fırsatı kaçırmayıp ertesi gün gittim, ama bayan Beyazıt banyodaydı; kemeri yardımcısı seçti, parayı da verdi.

Halit Abi, bir keresinde çok kemer satmış olduğum için, Nazilli Hapishanesi’nden (aralarında Deniz Gezmiş’in de bulunduğu) bana bir kemer hediye etmek istediklerini söyleyince, bembeyaz boncuklu köy düğünü olanını seçmiş ve her zamanki gibi, bir iki tane daha satın almıştım. Şu anda en vazgeçilmez anım onlar benim...

Bir tanesini de Vera Tulyakova Hikmet’e armağan ettim. Umarım kızı, Nâzım Usta’nın müze evinde o folklor desenli, mavi boncuklu kemeri de sergiliyordur.

Ankara turnesindeyken, nüfus sayımı için Çelenkler’in evinde kaldım. İnsan hayatında öylesine günler vardır ki, ölümüne dek unutulmaz.

Şekibe ve Halit Çelenk ve olağanüstü 2 kızı, o gece davalarla ilgili, kütüphaneyi nasıl indirip bindirdiklerini uzun uzun anlattılar. Yüreğim zaten isyan doluydu. “Hüznün isyan olur”. Böylesine güzel ve uyumlu, sevgi dolu insanlar, bunca güzel ve huzurlu bir ev görmüşlüğüm yoktu.

Yıllar önce, Altan’la birlikte ziyaret ettiğim Karaoğlan Bülent Ecevit ile Rahşan Ecevit’in evinde de aynı coşkuyu hissetmiştim.

 

Gurur duyduğum gece

Derken nüfus sayımı için kapı çalındı. Görevlilerden biri, burada ne işim olduğunu sordu. Sokağa çıkma yasağı nedeniyle, bu evde kalmayı tercih ettiğimi söyledim. Beşinci kişi olarak Çelenklerin evinde sayıldım. Halit Abi bu soruyu sormaya hakları olmadığını hatırlatmıştı zaten...

“Gurur duymak”, sevdiğim bir tabir değil. Kızım Sevinç ödül aldığında bile kullanmadım bu sözcüğü... Hep “Çok sevindim” dedim. Ama o gece orada olmaktan gerçekten gurur duydum.

Halit Abi aramızdan ayrıldığında, hem de Deniz’leri ziyaret edecekken, onlara ulaşmak için çok çabaladım. Eski telefon numaralarından ulaşamadım. Bilinmeyen numaralar da işe yaramadı. Şekibe ablaya bu konuda özür borçluydum, ama infazlarda da, Halit Abi’nin ölümünde de yüreğimin nasıl dağlandığını bildiğine inanıyorum.

 

Deniz’lerin açlık grevi

Ankara’ya bir gidişimde Deniz’leri ziyaret etmiştim. Ayberk Çölok’un mezarına su döken çocuklara sordum, fidanların nerede yattıklarını. Hemen gösterdiler.

Halit abinin idamları izlerken saçları meç şeklinde bir tutam beyazlamıştı. Çift iple asılmalarına, Deniz’den sonra engel oldu. Deniz’leri açlık grevinden vazgeçiren, Şekibe Çelenk’tir; Cemil Gezmiş’in hatırladığı gibi Halit Abi değil...

İnsanlar hâlâ çocuklarına Deniz adını koymaktalar.

Silivri cezaevinde Sevgili Mustafa Balbay’a rica ettim ve Çelenk’lerin telefon numarasını edindim. Serpil Güvenç Çelenk’le görüştüm. Mustafa Balbay’ın Halit abiyle yaptığı röportajları alıp okudum. Zaten bu yaşadığımız korkunç günlerde varsa yoksa okumak, yazmaya çalışmak, oyun ve film izlemek kaldı, biz diğer elli milyon kişiye...

Ankara’ya bundan böyle ilk gelişimde, Deniz’in parkasını da koklamak istiyorum.

Kimi sevgiler aşk gibidir. Onlara olan sevgim de aynen öyle...