Deniz Çakır: O masalları geçelim artık!
Deniz Çakır, "Kül kedisini hatırladım şimdi, ayakkabısının tekini bile bulamayan aciz bir kadın karakter. Prens bulacak da ayakkabıyı getirecek. Hadi canım sen de! Masallardan başlıyor iş... Kandırmaca hepsi" diyor.
Hilal KöseDeniz Çakır, yeni dizisi Masumiyet’le ekranlarda. FOX Tv’de yayımlanan dizide, öldü diye çöpe atılan kızı için hukuk mücadelesi veren bir anneye (Bahar) hayat veriyor. Duygu Asena’lı ilk bölümüyle dikkatleri çeken dizinin baş rolünde, Hülya Avşar ve Mehmet Aslantuğ da var. Çakır, “Duygu Asena bugün kendimi yalnız hissetmeme nedenlerimden... Haksızlığa, eşitsizliğe, medyanın onun tabiriyle maço tavrına bu kadar istikrarlı bir şekilde karşı duruşumda, sineye çekenlerden değil hakkını arayanlardan oluşumda muhakkak var payı.. Çok seviyor ve özlüyorum onu” diyor. Çakır’la 8 Mart haftasında hem kadın meselelerini hem de yeni bölümü bu akşam yayımlanacak dizisini konuştuk.
BAHAR SÖYLEYİNCE İÇİMİN YAĞLARI ERİDİ
-Nasıl karar verdiniz Masumiyet’te yer almaya?
Senaryo okurken ve oynarken bir kadın olarak beni o kadar içine çekti ki... Çünkü anlattığımız çok gerçek, keşke fantastik bir masal olsaydı... Kızı şiddete uğrayan bir annenin sonraki hukuk mücadelesi, aslında bir insanlık mücadelesi. Anneliği de sorgulatıyor, hayatta kadın olarak yapılan fedakarlıkları da, çabayı da... Bana da sorgulatıyor bir kadın olarak, anne olmasam da... Kedi annesiyim ben (gülüyor)
-Farkı neydi bu karakterinizin bugüne kadarki oyunculuk performanslarınıza baktığınızda?
Güçlü kadın çok oynadım, güçsüz kadınlar da oynadım. Ben de dışarıdan güçlü görünüyorum ama... İlk kez bu kadar dünya görüşü bana benzeyen karaktere hayat veriyorum. Kamera karşısında çok fazla kendimi yırtmadan, üstümdeki cümleden kurtulabileceğim bir karakter. Mesela, üçüncü bölüm 8 Mart haftasına denk geliyor. Benim karakterim bir cümle kurdu. Ohh içimin yağları eridi, mahkemede kurduğu bir cümleyle. Onlar benim de cümlelerim aslında ama ben söyleyince dikkatleri üstüme çekiyorum! Şimdi ‘ben söylemedim Bahar dedi’ diye yırtabilirim birazcık.
-Bahar, orada gerçeklerden bahsediyor....
Tamamen doğru şeyler söylüyor ama maalesef düşüncelerimizi söylerken bile çok dikkatli olmaya şartlandık ya tuhaf bir şekilde... Söylediğimiz şey yaşam hakkıyla ilgili ama bu konuda bile çok kontrollü bir hal alıyoruz... Saçma bir kontrol içinde yaşıyoruz, kontrolle yaşamaya başladık, bu mutsuz edici, çoğu mutsuzluğumuzun altındaki şeylerden biri de bu. Tuhaf bir otokontrole girdik, bunu artık bilinçli yapmıyoruz. Ama Bahar, bir yandan da benim yapmayacağım çok şey de yapmış...
-Mesela...
Sürprizi bozulmasın!
-İlk bölümde Bahar kızına Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok kitabını hediye ediyor...
Çok güzel değil mi? Diyorum ya hayat duruşu olarak bu kadar bana benzeyen bir yol arkadaşı ile ilk kez karşılaşıyorum. Hem de anıyoruz Duygu Asena’yı. Bahar’ın bir tiradı da var çok önemli bir kadın yazardı diye... ‘Allahım yaşasın” oldum. Sadece bizim işimizde değil, bu sezon dizilerde kadın dayanışmasının altının çizildiğini görüyorum, umut verici. “Kadın kadının yurdudur’ diye sarılıyorlardı birbirlerine Zuhal Olcay ve Demet Evgar, bu harika bir şey.
KADINLAR GERÇEKTEN ÇOK GÜÇLÜ
-Dizilerin genel anlamda karnesi kötü ama değil mi? Kadın erkek eşitsizliğini derinleştiren bir bakış açısı hakim...
Tabii... İyi kadın, her zaman kendi seçimlerini kendi yapamayan kadın modeli olarak çiziliyor. Trajik hatalar yapmamış, hata olsa bile buna boyun eğmiş ve toplumsal normlara başkaldırmayan aslında kendini gerçekleştirmeyen kadını iyi kadın... Hatalar yapmayı göze alarak kendini gerçekleştiren kadın da kötü kadın gibi bir şablon var ama bence televizyonda da bir şeyler evriliyor. Umut verici şeyler var. İktidar da hiçbir konuda geri adım atmıyor ama kadın haklarını ilgilendiren bir mesele olduğunda geri adım atıyor. Yapılanlar eksik o ayrı... Çünkü kadınlar gerçekten çok güçlü. Bu çok net. Bence kazanılmış haklarımız açısından geriye gidiş olmayacak. Ancak umut ediyorum ki büyük ve hızlı adımlar atılır. Çünkü zaman yok, kadınlar ölüyor.
AYLİN HOCA ÖLDÜRÜLÜNCE...
-Kesinlikle... Her gün ölüyoruz...
Dizide kızım olan karakterin adı Aylin’di. Aylin hoca öldürüldü, hepimizin içi yandı. Onun anısına bir saygısızlık olmasın diye isim değişti. Dizi yayınlanırken daha kaç kadın öldürülecek? Biz kaç isim değiştireceğiz? Bu çok acı... Şu an kızımın adı Ela, bizim duyamadığımız kaç Ela tehdit altında, kaçı öldürüldü? Korona döneminde bir zorunluluk olmadıkça çıkmıyoruz, ya evinde şiddete maruz bırakılan kadınlar ne olacak? Biz onlara diyoruz ki ‘evlerinizden çıkmayın.’ Ya koronadan öleceksin ya evinde o psikopat bir adam tarafından öldürüleceksin. Evlerde kapalı kapılar ardında hepimizin dertleri var ama şiddet altında çocuklar, kadınlar da var. Çok zalimliklere maruz kalıyorlar, benim kalbim kalmadı üzüle üzüle. Senin de öyle değil mi? Perişan oluyorum...
-Kesinlikle...
O kodlarla yetişen bir toplum... O kodlar mahvediyor... “Kahraman oğlum”, “Aslan oğlum”, “Uslu kızım.” Pardon? Kızlar neden kahraman olamıyor? Erkek çocuğuna da o yükü veriyorsun. Hayır, kahraman olmak zorunda değil. Zayıf da olabilir... Prensesi kurtaracak diye de bir şey yok. Bu masalları anlatmasınlar artık anneler çocuklarına, kıza da oğlana da... Kızlar da bu masallarla büyüyorlar, masal sanıyorlar hayatı, düştüğü yerden ayağa kalkamıyorlar tek başlarına.
MASALLARDAN BAŞLIYOR HER ŞEY
- Masalların değişmesi gerekiyor gerçekten de... Çok övülen bir masal kitabını aldım çocuğa, tüm dünyadan masallar var içinde, kızlar çoğunlukla prenses, dikiş dikmeyi bilen becerikli ve iyi birer eş, erkeklerse dediğiniz gibi genelde hep kahraman...
Evet... Niye tam tersi yok? Kahraman kızım çık şöyle kendine yakışıklı, bilmem ne bir adam bul! Kahraman kız çocukları yetiştirmek çok kıymetli. Kül kedisini hatırladım şimdi, ayakkabısının tekini bile bulamayan aciz bir kadın karakter. Prens bulacak da ayakkabıyı getirecek. Hadi canım sen de! Masallardan başlıyor iş... Kandırmaca hepsi.
-Ailelere çok büyük iş düşüyor, annelere özellikle...
Kızları düşününce, oyunlar bile sıkıntılı, evcilik, doktorculuk, annecilik... Ama oğlan tez vakitte sokağa atılıyor, futbol oynuyor mesela. Futbolculuk oynamıyor. Bir topla gerçekten futbol oynuyor ama bir kızın sokakla, sporla gerçekten tanışması çok sonra, o da şanslıysa...
-Sizin çocukluğunuz nasıldı?
Ben kız erkek ayırımının olmadığı bir ortamda büyüdüm. İki kardeşiz, babaannem büyüttü bizi, baba tarafından kuzenlerim erkekti, bir aradaydık hep. Fark etmeden kodlanan şeyler illa ki vardır. Bende anaç ruh vardı ama kuzenim Buğra’ya köfteler yapar yedirirdim, üşüyor musun der üzerini örterdim (gülüyor.) Bunlar kötü şeyler değil, kadın kadın gibi erkek erkek gibi olmalı... Önemli olan seçimlerde özgür olmak. Kız çocuğu pembe giyer denmesin ama istiyorsa o seçsin... Mesel toplumsal cinsiyet eşitliği, biyolojik eşiklik değil altını çizelim...
ANNELİK YARGILANAMAZ
-Diziye dönecek olursak... Aile kavramı üzerinden verilen bir mesajı var mı dizinin?
Üç ayrı ailenin hikâyesi anlatılıyor. Yaşanan tek bir olaya üçü de farklı yerlerden bakıyor, mesele çocukları etrafında gelişiyor. İlk başta kötü diyeceğimiz bir karakterin, çocuğunu korumak için yaptıklarına bakınca ‘annelik yargılanamaz’ dedirten ters köşe bir hikâye... Bir anne çocuğunu korumak için her şeyi yapabilir, sen buna dışarıdan iyi ya da kötü desen de... Maalesef bu toplum yargılamayı, eleştirmeyi çok seviyor. Herkes birbirini çok zalimce şuursuzca yargılıyor, şaşkınlıkla bakıyorum. Dizide biraz ezberler bozulacak.
-Aşk?
Hayatını anneliğe adamış bir kadının karşısına da belki bir aşk çıkabilir. Hadi inşallah! Aşk olmadan olur mu?
-Olur mu?
Olmaz canım... Aşk güzel şey.
-Şu an aşık mısınız peki?
Yok, değilim...
-Aşka bakışınız değişti mi zaman içinde?
Saatler içinde bile değişiyor Hilal! (Gülüyor.) Aşktan ziyade sevda kelimesini seviyorum. Sevdaya düşmek... Sevda daha dolu dolu güzel geliyor bana.
-Masumiyet, kadına yönelik şiddeti temel alarak ilerleyen ilk dizilerden biri değil mi?
Evet, evet. Hastane ve mahkeme sahneleri yoğun. Bir yargı sürecini anlatacak. Bir adalet sorgusu da yapılacak. Haklı olan mı güçlü olan mı? Maalesef günümüzde de gördüğümüz haklıların güçlüler karşısında haklarını alamaması... Tuhaf bir gücün adalet sistemine egemen olması burada da var.
ÖLDÜ DİYE ÇÖPE ATILAN BİR KIZ ÇOCUĞU
-Kızınızı ağır hasta, bilinci kapalı izliyoruz. Yaşamını yitiriyor mu sonrasında?
Bir öldürme eylemi yaşadığı. Ona bir zaman sevgiyle dokunmuş bir el tarafından öldü diye çöp diye arabadan atılmasını izliyoruz... Yaşam ve hukuk mücadelesini göreceğiz, onur mücadelesini...
-Gerçek hayatta birebir yaşadığımız vahşet. Tesadüfen ölmeyen kadınların adalet arayışları belki de ölümden beter... Belki dizi yargı pratiğine dair de farkındalık yaratır...
Ne acı bir şey. Suçluyu korur gibi isminin baş harfleri kodlanırken, mağdurun ismi, fotoğrafı, ev adresine kadar, yazışmaları, görüşmeleri hayatı ortaya dökülüyor. Zaten başına gelmeyen kalmamış, ölümden kıl payı kurtulmuş... Bunu vicdan kabul etmiyor. Neden suçluları ifşa etmiyoruz?
AYDIN ERKEKLERDEN DESTEK BEKLİYORUM
-Taciz suçuna dair ifşa dalgası başladı edebiyat dünyasında, sonra başka kadınlar da katıldı...
Tiyatro dünyasında da sürüyor. Şiddet uygulayanı da taciz edeni de ifşa edeceğiz ki utanacaklar... Biz kadınlar yeterince örgütlenip mücadele ediyoruz zaten, bu ülkede en iyi örgütlenen kesim kadınlar. Kadın örgütleri muazzam çalışıyorlar ama ben aklıselim aydın erkek arkadaşlarımızdan daha fazla destek bekliyorum. Duyarlı olduklarını biliyorum onların da yanımızda olmaları gerekiyor belki bizden daha fazla görünmeleri gerekiyor ama görünmüyorlar şu anda.
-Sessizler bu konuda, çok haklısınız...
Susmasınlar, konuşsunlar. En önemli şey kendimizi yalnız hissetmememiz. Kadınlar da ‘Sadece benim başıma mı geldi’ dememeli. Her kesimden kadın buna maruz bırakılıyor. Bazı kadın güçsüz hissettiği için anlatamıyor, bazısı kendine konduramıyor, ‘benim gibi eğitimli, güçlü bir kadın bunu nasıl yaşar’ diyor. Hepimiz tacize uğradık, meslektaşımız olsun olmasın... Önemli olan karşısında durmak, korkmadan ifşa edebilmek. İnsanlar birbirlerinin hayatlarından geçerken ne yaptıklarının farkında olmalılar. Yürüyüp giderken devirdiklerimize bakmalıyız arkamızı dönüp. Arada göz göze gelmemiz gerekiyor bıraktıklarımızla, içimiz rahat olmalı yastığa başımızı koyduğumuzda. İç ferahlığı en önemli şeydir, bir sürü şey gelir geçer... Kalbin, için rahat mı? Gamsızsan, kötüysen, majör bir manyaklığın varsa onu bilemem.
-Doktorluk durumun varsa da doktora git!
Doktorluk durumlar ayrı tabii... Vicdanın yoktur öyle rahat uyursun o da ayrı... İnsansan gönlün rahat olmalı, çok önemli, yoksa hiçbir yaptığımızın bir önemi yok ki... İçindeki sıkıntıyla dünyanın en güzel işini yap, en büyük parasını kazan. Eeee sonra? Kalbinin şurasında bir taşla yaşa.
SAHTEKARLIĞA TAHAMMÜLÜM YOK
-Siz kendinizi bu anlamda çok sorguluyor musunuz?
Ben çok eleştiriyorum kendimi, benimki de biraz fazla. Ama bundan kurtulmak için adımlar atıyorum (gülüyor.) Acaba kırdım mı, öyle mi yaptım, böyle mi yaptım? Karşı taraftan da bunu bekliyorum ve kolay inciniyorum maalesef. İnatla hâlâ kolay inciniyorum.
-Kolay affeder misiniz peki?
Eğer o kişinin hayatımda kalmasına karar verdiysem kolay affederim, her şeyi sıfırlayabilirim ama çıkarırsam da gerçekten çıkarırım. Bitirebilirim. Kan bağı da önemli değil birini hayatından çıkarabilirsin kimse kimseye mecbur kalmamalı. Üç günlük dünyada böyle bir zorunluluk yok. Ben küs kalamam, çekişerek yaşamak benlik bir duygu değil. Ya tamamen affedip sıfırdan başlarsın, eskiden koyduğun yerden başka bir yere koyarsın... Hiç didişemem, bir sürü anksiyete sebebi olan bu keşmekeşin arasında kafayı bir insana takıp yaşayamam.
- İnsanlarda en sinir olduğunuz şeyler neler?
Yalan ve sahtekarlık. Tahammül edemiyorum yalana. Hata olabilir dürüst bir şekilde yaptım de, gözümün içine bakarak yalan söyleyen bir insanın benim için şu sandalyeden farkı yok... Hatta sandalye çok daha değerli...
HATALARIM BENİ BEN YAPTI
-Yalanı yakaladığınızda o kişinin yüzüne vurur musunuz?
Eskiden çok vururdum, bakalım şimdi ne söyleyecek diye. Kimi yalanı üstüne giyiyor, normal davranış biçimi olarak görüyor. Yalancı ile gidecek yolum yok, ona insanlık dersi verecek halim de yok. Eskiden ‘bak yalan sana zarar verir, kendine olan saygını yitirirsin...’ diye anlattığım zamanlar da oldu. Ama bazı insanlar kötü. Yapacak bir şey yok. ‘Herkes özünde iyidir’ diye bir şey yok, kötü insanlar var ve kötüler (gülüyor.) Bunu kabullenmek lazım. Birilerini insanlaştırmak için kendimi yırtamayacağım artık, bitti, oraları geçtim. Her gün yeni bir yol, başkaları ile yürürüm...
-Ya hata?
Hata kıymetlidir. Ben çok seviyorum hatalarımı. Uuuu o kadar çok hatam var ki. Ama onlar beni ben yaptı, ne yapayım? Hata yaptım ve yapacağım...(Gülüyor.) İnsanız işte. Önemli olan hatayı tekrar etmemek. Kibirlice o hatayla övünmemek.
-O zaman şimdi hiçbir yalan, kötülük şaşırtmıyor sizi...
Şaşırtıyor ama daha az. İnanamıyorum ama şaşırıyorum, daha az kafayı takıyorum, yavaş yavaş oradan uzamanın yollarını arıyorum. En inançsız insan bile bir şeye inanır, yeni güne inanır belki, ne bileyim... İnanmak ve umut etmek. Bir sonraki adımı atıyorsan inanıyorsun, dolayısıyla da ne olursa olsun hayal kırıklığı yaşadığında insana şaşırıyorsun. İnanç diri tutan, ayakta tutan, umutlu tutan. Ben inanmayı yine de seviyorum, yoksa pes ederdim. ‘İnsanlar da leş zaten’ deyip ölelim mi? Hayır, tabii...
-İnatçı biri misiniz?
Çok... İnat umudu dirilten bir şey... Pollyanna’cı bir umuttan bahsetmiyorum...
KARANTİNADA BULGUR PİLAVI YAPTIM!
- Salgın ülkeye geleli bir yıl oldu, pandemiyi nasıl geçirdiniz?
Çeşitli yemekler yaptım, ekmek yapmasam da... Çoğu kişinin her gün yaptığı bulgur pilavını yapıp gururla anneme fotoğraflar falan attım (gülüyor.) Hepimiz çok bunaldık, değiştik, bazı şeyler kıymetlerini yitirdiler. Bazı meslek grupları çalışamadı, sonunda ne olacağı bilinmeyen bir karanlıkta duruyorlar. Ne kadar değiştik, farkında da değiliz.
-Panik oldunuz mu özellikle de ilk başta?
Tabii canım. Maskeyi takınca nefesimi tutuyordum suyun altına dalmış gibi, midem bulanıyordu alışmam çok zor oldu. ‘Yeni normal’de Bodrum’a gittim, yazı orada evde geçirdim. Mesleğimle alakalı karamsarlıklar yaşadım, sahneyle ilgili hâlâ yaşıyorum ve bu beni çok üzüyor.
-Yalnız hissettiniz mi?
Hissettim. Hepimiz kadar... Bir şey olsa, tek başımayım, her gün ateşim çıkıyor gibi hissediyorum... Ama çok panik bir insan da değilimdir. Issız hissetmek belki de... Bu sürede kedim Şati benden çok çekti. İlk günlerde çok mutluydu, sonra koltuktan koltuğa peşinden koşar oldum (gülüyor.) Şati olmasaydı çok yalnız hissederdim.
SAHNEYİ ÖZLEDİM
-Tiyatro dijitale kayıyor sanki...
Tiyatrolar ayakta kalsın diye bir şeyler yapıyoruz ama sahneyi çok özlüyorum. Mezun olduğumdan beri hep tiyatro yaptım ben. Bu sezon da böyle geçecek belli ki, bu moral bozucu... Mesafeli işlerle ya da dijital biletlerle tiyatroların ayakta kalması çok zor. Yeni çok güzel sahneler açılmıştı en çok onlar için üzülüyorum. Çok fazla tiyatro kapandı. Müzisyenler dahil sahnede iş yapanların durumu çok zor.
- Siz de dijital oyun oynayacaksınız değil mi?
Kadıköy Boa Sahne’nin ‘Hayatta Kalmak’ sezonu için bir oyun çekiyoruz. Tek kişilik, Erdi Işık yazdı, Kayhan Berkin yönetiyor. Mobbinge uğramış bir gazeteci kadının 15 dakikalık ifşası, ismi Rec. Gece kuşağında tam yayına çıkacakken hikåyesini anlatmaya başlıyor. Sisteme dair bir eleştiri. Ama ben isterdim ki seyirci ile pişsin...
GENÇLERİ KİMSE MUTSUZ ETMESİN
-Gazeteci kadınlar da zorda, her meslekten kadınlar gibi...
Spor kanallarında kadın spikerlerin giyim kuşamlarıyla ilgili baskı olduğunu biliyorum, daha dişi görünmeleri için rujun renklerine bile karışılıyor... Kadını ne kadar aşağılayan bir şey, kırmızı ruj zorunluluğu. İşin okulunu okusa da, öyle bir psikolojik baskıya maruz bırakılıyor ki kadınlar pek çok sektörde ‘galiba onun dediği gibi olmam gerekiyor’ diyebiliyor. Genel olarak kadın spikerlerin sadelikten uzak, çok makyajlı olmaları dikkatimi çekiyor. Kendisi bunu tercih eden de olabilir ona bir şey diyemem...
-Peki ülkeye bakınca ne hissediyorsunuz şu sıralar?
Boşluk... Kaygılı bir gençlik görüyorum. Onlar için kaygılanıyorum. Çok örseleniyorlar ve bunu hak etmiyorlar. Bilimin ışığında yarının Türkiye’sini yaratacaklar, onları mutlu etmeliyiz. Ben de onların içindeyim tabii (gülüyor.) Gerçekten onları mutsuz etmesin kimse, onlar çok iyi çocuklar. Her zaman bütün gücümle, en çok çok çocukların, en çok gençlerin yanındayım. Karanlık süreçlerden geçiyoruz ama ben umutluyum. Umutsuz olursam içtiğim su da tatsızlaşıyor. Biz kadınlar ve biz gençler değiştireceğiz, dönüştüreceğiz, güzel günler geliyor bence.
-Maskeler iniyor dendiğinde ne yapacaksınız?
Seyahat, doya doya tatil, uzun sofralarda yemekler, kadehler kalksın, canlı müzik dinleyelim... Hesap ödemeyi çok özledim mesela. Yedik içtik evde ama ruhumuz çok boş kaldı, büyük bir ruhsal açlık içindeyiz, birbirimizi özledik. Sarılmayı da özledik. İlk dizide sarıldık kızımla çok garip bir duyguydu... Arada anneme sarıldım tabii ama temkinlisin ne de olsa... Normale döndüğümüzde o anların kıymetini biliriz belki. Belki daha anlayışlı bireyler oluruz, biraz zaman geçtikten sonra hemen olmaz...