Demokrasiyi Yaşayamamak...
cumhuriyet.com.trDemokrasi çeşitli ortamlarda yaşanarak öğrenilebilir, yaşatılabilir. Özellikle aile, okul, din kurumları ve iş çevresi bu ortamları yaşatma açısından çok uzaktır. Yani demokrasi felsefesi pratikte yaşanmıyor.
Demokrasi bir yönetim ve yaşam biçimi felsefesidir; demokratik davranış ve tutum, demokratik ortamlarda kazanılabilir, korunabilir ve sürdürülebilir. Demokratik yaşamı ve felsefesini edinme, bir sosyalleşme ve eğitim sorunudur.. buradan hareketle genel olarak aile, okul, iş çevresi, din kurumları ve kitle iletişim araçlarının, başta çocuklar olmak üzere bireyler üzerindeki etkileri, dolayısıyla demokratik yaşam üzerindeki etkileri göz ardı edilemez. Yönetim biçimi demokrasi olan toplumumuzda kabul edilmesi gereken toplumsal davranış “demokrasi davranışı” olmalıdır. Peki böyle midir? Hemen her alanda karşımıza çıkan temel sorunlarımızdan birinin, demokratik davranışı bir yaşam biçimi ve felsefesi haline dönüştürmemiz gerçeği olduğuna göre böyle olduğunu söylemek güç.
Aile içinde diktacı tutum
Özellikle demokratik davranışların bireyler açısından rehber norm olarak kabul edilmemesi, demokrasinin düşünce ve eylemde yaşatılamamasını, kültür olarak yerleşmemesini getirmektedir. Yapılması gereken, aile kurumundan başlayarak aşama aşama bütün kurumlarda demokrasiyi yaşamak, yaşatmak korumak ve sürdürmektir. Herkesçe kabul edilmesi gereken bu sorumluluğun temelinde; demokrasinin insana değer veren ve insanın saygı duyulması gereken bir birey olduğu gerçeğinin yatmasıdır. Ayrıca, demokrasi uygarlık tarihinde süzüle süzüle geniş uygulanma alanları bulan ve hem düşünsel anlamda hem de pratikte en yeterli sistem olduğu 21. yüzyılda bütün toplumlarca kabul görmektedir. “Demokratik davranışların neresindeyiz” sorusuna yanıt, en başta toplumsal kurumlarda aranmalıdır. Bu kurumların başında çocuğun ilk sosyalleştiği ve eğitildiği aile çevresi gelmektedir. Anne babalar çocuklar açısından model olma sorumluluğunu unutmamalıdırlar.
Ülkemizde, aile içinde bu tutum ve davranışlardan otoriter (diktacı) tutum mu yoksa sevgi ve katılımcı tutum mu hâkim sorusunun yanıtını Emniyet Genel Müdürlüğü’nün araştırmaları ortaya koyuyor. Emniyetin verilerine göre; evli kadınların yüzde 46’sı şiddete uğramış, son beş yıl içerisinde de yüzde 65 oranında ölüm olayı artış göstermiştir. Çocuklara yönelik şiddet oranı ise yüzde 60 düzeylerindedir. Bu veriler sanırım soruya yanıt verecek durumda. Bir diğer kurum olan eğitim kurumlarını ele alacak olursak, ülkemizde okul yöneticiliğinde esas olan “öğretmenliktir” görüşü halen devam etmektedir. Eğitim-Sen’in yaptığı araştırma; öğretmen ve okul yöneticileri tarafından okulda sopayla gezinme; dayak atma; saç kesme, öğrencilerin azarlanması gibi şiddet olaylarının yoğunlukla okullarda yaşandığını göstermektedir. Böyle bir ortamda, değil demokrasiyi yaşamak, otoriter (diktacı) tutumlar edinilmesi kimseyi şaşırtmamalıdır. Din kurumu, kişilik ve karakter oluşturarak toplumda bireyler arasında birlik ve beraberliği sağlama işlevine sahiptir.
Demokrasi ve laiklik
Demokrasi ve laiklik birbirinden kopmayan önemli değerlerdir. Biçimsel anlamda laiklik, yönetim biçimimizde yer almasına rağmen davranış boyutuyla yaşadığımız şüphe götürmektedir.Davranış kalıplarının belirlendiği en önemli alanlardan biri de siyaset kurumu. Siyaset, toplumda düzeni sağlama, koruma ve sürdürme işlevine sahiptir. Bu süreçte parti ve parti liderlerinin davranış boyutu model olma özelliklerini taşıdıklarından demokrasi davranışlarının edinilmesinde önemli bir etken olarak görülmelidir.
Davranış oluşturmada bu liderlerin bulundukları statü gereği önem taşımaktadır. Bu nedenle, parti liderlerinin her davranışı amaçlı ve bilinçli olmak durumundadır. Ancak ne talihsiz bir durumdur ki iç siyaset tarihimizde yerinde olmayan ve bilinçsiz davranışlarla karşılaşıldığı görülmektedir. Birkaç örnek sıralamak gerekirse, “Her mahallede bir milyoner yaratacağım. Seçim için odun koysam o milletvekili. Dün, dündür bugün bu gün. Ben zenginleri severim. Memurum işini bilir. Kalkınma için ağır sanayi (sonuç tabela fabrikalar). Herkese iki anahtar (ev ve araba). Ananı al da git” sözleriyle sloganlaşan davranış kalıpları.. Nezaket sınırlarını zorlayan bu parti liderlerinin söylem düzeyindeki davranışlarının demokratik kültürün yerleşmesinde dolaylı yollardan engellere yol açtığı tartışmasız bir gerçektir. Yaşantı bir etkileşim sürecidir. O zaman demokratik veya diktacı davranışı da edinmek bir etkileşim olgusu olarak ele alınmalıdır. Yukarıdaki gözlem ve araştırma sonuçları; bireye etki eden etkenlerin çocuklarımızda, gençlerimizde ve genel anlamda herkeste diktacı tutum ve davranışları geliştirdiği söylenebilir.
Örnek model Mustafa Kemal
Sosyal öğrenme kuramına göre demokratik ve otokratik (diktacı) davranış, model olan kişiler gözlemlenerek öğrenilmektedir. Tüm bu anlatılanlar demokratik davranışlar adına çocuk yetiştirme biçimimizin; okul yöneticileri ve öğretmenlerin davranış biçimlerinin; din adamlarının davranışının; kurum yöneticilerinin davranış biçimlerinin demokratik kültürün tam anlamıyla yerleşmesi için yeniden ele alınması hem bireysel hem de toplumsal gereksinmelerin karşılanmasında bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Aksi halde, diktacı tutum ve davranışlar yoğunluklu olarak artmaya devam edecektir. Diktacı tutumların geçmişte bize ağır faturalar ödettiği unutulmamalıdır. Değişmelere uyum, demokratik tutum ve davranışlara sahip olmayı gerektirmektedir. Çeşitliliğe inanma; özgürlüğünü kullanma isteği; her yeniliğe, düşünceye açıklık; ve en önemlisi esnek olabilme bu davranışlardan birkaçıdır. Bu özellikleri edinmek kolay değildir. Özellikle kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk konumuz açısından çok iyi bir örnek oluşturmaktadır. Atatürk ülkeyi kaosa götüren son Osmanlı yöneticilerinin bilinç düzeyinden farklı olarak; insanı değerli ve saygıdeğer bulan bir yeni yönetim biçimi olan demokratik sistemi kabul etmiş ve edilmesini sağlamıştır.
Atatürk’e bu yönetim biçimini düşündürme çabası onun bilinç, algı, değer ve inanç düzeyinde aranmalıdır.
Atatürk’ün okuduğu kitap sayısı, şimdiye kadar saptandığı kadarıyla 3 bin 997’dir. Sonuç olarak, Türkiye’de genel anlamda demokratik yaşam felsefesi pratikte yaşanamamaktadır.
Hasan Güneş Öğretim Görevlisi. Adıyaman Üniversitesi