Demokrasi rayından çıkıldı

Avrupa Parlamentosu’nun raporunu, AB-Türkiye ilişkileri açısından yansımalarını Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ebru Canan-Sokullu’ya sorduk.

Mine Esen

Ankara-Brüksel hattında diyolog, uzun süredir Doğu Akdeniz gerilimi, eleştirilerin odağındaki mülteci-vize serbestisi anlaşması konuları merkezinde inişli çıkışlı seyirde.

Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye’ye yönelik sert vurgularla dolu son raporu ise çoktandır unuttuğumuz, derin dondurucuda olan üyelik müzakerelerini akıllara yeniden getirdi... Raporda Ankara’ya yönelik demokrasi, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü, muhalefete baskı konularında öncekilerden daha ağır çıkışlar dikkat çekiyor. Süreçte iyileşme olmaması halinde ise Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin sonlanması talebi AP tarafından öneriliyor. Raporun, AB-Türkiye ilişkileri açısından yansımalarını Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ebru Canan-Sokullu’ya sorduk.

Canan-Sokullu, “Aslında hükümet de Cumhurbaşkanı Erdoğan da tam üyelik perspektifi söylemindeki iradeyi – ki bu da terkedildi - reformların hayata geçirilmesi, uyum sürecinin işletilmesinde eyleme dönüştüremedi. Söylem ile eylem arasındaki kopukluk sürecin en sorunlu kısmı” diyor. “AP raporunun ana sonucu: Türkiye demokrasi değil ve Türkiye’nin demokrasi rayına tekrar oturması öncelikli koşul” ifadesini kullanıyor.

- AP'nin Türkiye raporunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce rapor, AB yürütme, karar alma mekanizması açısından Ankara ile yürütülecek ilişkilere nasıl yansır?

Avrupa genişlemesi AB kurumları (Komisyon, Konsey ve AP başta olmak üzere)- aday ülke ekseninde yürütülen uzun soluklu bir müzakere sürecinden oluşuyor. Bu çok katmanlı yapının bir paydaşı olan AP’nin ise müzakere sürecine adaylar hakkında raporları hazırlayarak, AB siyasi toplumu adına hem Avrupa kamuoyundaki kaygı, tercih ve tutumları yansıtıp hem de kamuoyu oluşturmak gibi önemli bir işlevi var. Müzakere süreci içerisinde her bir kıstas başarıyla tamamlanıp tüm başlıklar kapatıldıktan sonra Komisyon Katılım Antlaşması’nı hazırlar. AP ve Konsey’in antlaşmayı onaylaması, tüm üye ülkelerin ve adayın imzalayıp kendi iç hukuk sistemlerinde onaylamaları gerekmektedir. Bu simetrik ilerleyen bir süreç değil.

Öte yandan genişlemeyi zamanın ruhundan ayrı yorumlayamayız. 1990’lardan bu yana AP’nin genişleme perspektifi üzerinde giderek artan bir rolü var. 2004 genişleme sürecinde örneğin, AP daha aktif bir rol oynamak için gerekli olan düzenlemelerin yapılmasını sağladı. Dolayısıyla 2004 öncesi ve sonrası olmak üzere AB’nin aday ülkelere yönelik tutumu değişti. Bu nedenle Türkiye’nin adaylık sürecini 30 yıl öncesinin perspektifiyle incelemek yanlış. Türkiye-AB ilişkilerine dair rapor AP’de 19 Mayıs’ta kabul edildi. Oylamanın sonucu çok çarpıcı: Türkiye Raportörü Nacho Sachez Amor’un hazırladığı ve AP Dış İlişkiler Komitesi’nin de önerileriyle sunulan rapor 64 olumsuz, 150 çekimser ve 480 olumlu oy aldı. Ve maalesef İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararından, parti kapatma davaları, uzun ve hukuksuz tutuklamalar, milletvekili dokunulmazlıklarının hukuksuz olarak kaldırılmasına kadar pek çok endişe verici gelişmeyi - yani aslında Türkiye’deki giderek derinleşen demokratik gerileme ve AB norm ve değerlerinden istikrarlı bir şekilde uzaklaşan bir aday ülkenin ne kadar AB’ye uyumlu olduğu sorusunu oyladılar AP’de.

‘İYİ POLİS, KÖTÜ POLİS’

- Son dönemde Brüksel-Ankara hattında geçen yıla göre özellikle D. Akdeniz’de gerilimi düşürme, Atina-Ankara arasında öngörüşmelere atıfla biraz daha iyi bir süreçteyiz mesajları verilirken böyle bir raporu nasıl okumamız gerek... Kurumlar arasında farklı tutumların yansıması mı yoksa “havuç-sopa” taktiği mi?..

Rapor sadece Ankara-Brüksel gerilimini değil aynı zamanda troika’da da bir gerilimi de yansıtıyor. Türkiye’de her yıl olduğu gibi raporun farklı yansımaları oldu. Oylama sonucunun bağlayıcı olmadığı, dolayısıyla nihai bir karar niteliği taşımadığı, tamamen siyasi bir değerlendirme olduğu, Türkiye’ye haksızlıklar yapıldığı gibi farklı görüşler... Müzakere sürecinde bağlayıcılık doğuran bir karar nasıl alınıyor? Komisyon öneride bulunacak, Konsey de müzakerelerin askıya alınması için nitelikli çoğunlukla, müzakerelere son vermesi için ise oybirliği ile bu doğrultuda karar alacak ki, böyle bir senaryo zaten perdenin kapanması anlamına gelir. Ama hukuki olarak bağlayıcılığı olmasa da troika’nın sacayağı olan Parlamento, Avrupa kamuoyu tercih ve kaygılarını dile getiriyor ve AB kurumlarına da AP ile uyumlu bir müzakere süreç yönetimi yapılması konusunda serzenişte bulunuyor. Bu ne demek? Kurumlar arasında AB iç işleyişini ilgilendiren konularda bir süredir gerilim var. Bunu Nisan ayındaki Von der Leyen-Michel'in Ankara ziyaretinde koltuk krizinde yeni gördük.

Raporu daha detaylı okuduğumuzda AP’deki Türkiye görünümü şöyle: İki taraf arasında imzalanan sözleşme, protokol, müktesabat var, Türkiye bu çerçevede kendisini AB siyasetine ve değerlerine uyumlandırma taahhüdü vermiş ama Türkiye hâlâ istikrarlı bir şekilde AB’ye uyumlu değil, siyasi irade AB karşıtı söylemi devam ettiriyor. Demokratik reformlar terkedilmiş, yargı reformlarında insan hakları ve özgürlükler konusunda ise gerileme var.

AP, rapor ile AB’nin diğer kurumlarına da (özellikle de Konsey’e) Türkiye’ye yönelik AP’nin tutumunun desteklemesi hususunda çağrıda bulunuyor. Yani, AB kurumları arasındaki görüş ayrılığını görüyoruz ve bu da genişleme sürecini de daha bulanık hale getiriyor. AP genişleme kriterlerinin eksiksiz ve çekincesiz bir şekilde yerine getirilmesi konusunda kendisinin gösterdiği kararlılığın benimsenmesini ve özellikle insan hakları kriterlerin Gümrük Birliği sürecindeki ilerlemenin bir koşulu olarak sunulması gerektiğini vurguluyor. Bu ciddi bir koşulluluk olduğu kadar AB işleyişi açısından önemli bir özeleştiri. Hatta eğer demokratik reformlar yapılmazsa diğer AB kurumları Türkiye’ye karşı taahhütlerini de acilen gözden geçirmeli diye de ekliyor. AB Konseyi ve Komisyon, Türkiye’ye -bölgesel güvenlik, dış politika ittifakı ve ekonomik işbirliği bağlamında daha stratejik bir tutum içerisinde “iyi polisi” oynamaya çalışınca, AP “kötü polis” durumunda kalıyor.

Raporda Türkiye’ye sadece sopa uzatılmıyor. Hem komşu hem de müttefik olan bir ülke olarak Türkiye’yi dışlamak istemeyen, “geçmişte hiç olmadığı kadar AB’ye yakın bir Türkiye” mesajı veriliyor, ama kamuoyuna. Türk halkını cesaretlendirmek, AB’ye inancını koruması için “Türkiye’ye AB kapısı açık tutulmalı”. Fakat siyasi bir mesaj değil. Zira iki AP var: Türkiye’de reformları devam ettirmek isteyen bir siyasi iradenin olmadığı görüşünde olan ve müzakerenin sonlandırmasını isteyen aşırı sağcılar, Avrupa Halk Partisi gibi sopa gösterenler ve bunların karşısındaki koşulluluk kapsamında müzakerelere devam edilmesini destekleyen Bağımsızlar gibi Türkiye’ye demokrasisini olgunlaştırması konusunda daha fazla havuç verilmesi gerektiğini söyleyenler. Amor, raporun sert tonuna rağmen Türkiye ile müzakere kapısının açık tutulması gerektiği tutumunu benimsiyor.

‘NE SENİNLE NE SENSİZ’ İLİŞKİSİ...

- Üyelik müzakerelerinin çoktandır derin dondurucuda olduğu bir süreci de göz önüne alırsak, sizce önümüzdeki dönemde gündeme üyelik yerine yeni bir ortaklık mekanizması önerileri mi  getirilecek?..

Yarım asırı çoktan geçmiş çatışmalı bir durağanlık sonucunda tam üyelik, imtiyazlı ortaklık, farklılaştırılmış entegrasyon gibi bir sürü alternatif sunuldu. Ne seninle ne sensiz bir ilişki, karşılıklı faydacı bir ilişki. Burada da her bir model, ilişkilerdeki çatışma-işbirliği düzeylerine, tarafların yükümlülükleri ve yetkilerin dağılımına, ilişkinin hükümetlerarası-ulusüstü seyir yönüne ve ilişki tesis edildikten sonra kapsayacağı sektörlerin neler olduğuna (Gümrük Birliği’nin modernizasyonu-terörle mücadelede ortaklık- mülteciler konusunda işbirliği gibi) veya boyutlarına göre birçok farklı parametreye göre üretiliyor. AB üyeliğini, tam üyeliği bir hükümet politikasından ziyade Türkiye Cumhuriyeti’nin modern dünyaya ulaşma ülküsünün somutlaşması olarak görmek esas olan. O nedenle “tam üyelik perspektifini kaybettiysek en azından alternatif işbirliği modellerini hayata geçirmeye bakalım” gibi olasılıklar tedirginlik verici. Aslında hükümet de, Cumhurbaşkanı Erdoğan da tam üyelik perspektifi söylemindeki iradeyi – ki bu da terkedildi - reformların hayata geçirilmesi, uyum sürecinin işletilmesinde eyleme dönüştüremedi. Söylem ile eylem arasındaki kopukluk, sürecin en sorunlu kısmı.

Bir alternatif olarak sadece Gümrük Birliği sunulduğunda, belirli reformların yapılmasını ya da Konsey’in yeni koşullar ve yeni sektörler eklenerek yeni bir planı oluşturulması öneriliyor. Ama AP tarafından bu öneri eksik bulunuyor. Çünkü bunda da Türk tarafının bu reformları hızlandırması hatta yeniden başlatması gerektiği konusunda AP kararlı bir tutum içinde. AP’ye göre yeni sektörler eklense de Gümrük Birliği modeli sadece ekonomik bir işbirliğinin değil hukuki ve siyasi altyapının da uyumlandırıldığı bir model olmalı hatta demokratik koşulluluk baz alınarak yapılandırılmalı.

- Birlik içinde çekişme, gerilimlerle birlikte Berlin-Paris’in Ankara politikası ileriki süreçte değişir mi?

Sorunlu olan bir başka siyasi iklim de Avrupa’da hakim. Türkiye’nin adaylığı, AB üyesi devletler için bir iç siyaset sorunu. Pozitif bir Türkiye imajı çizilebilirse Avrupa’daki artan popülist ya da Türkiye karşıtı partilerin ellerinden önemli bir kozu alabilmek var. 2021 ve 2022 Avrupa için önemli seçimlere gebe. Mart’ta yapılan Hollanda seçimleri sağ ve hatta aşırı sağın zaferiyle sonuçlandı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde yapılan seçimlerde aşırı sağ ELAM partisi oylarını yaklaşık iki katına çıkardı. Almanya’da Eylül’de gerçekleşecek federal seçimlerde CDU/CSU için en büyük rakip Yeşiller ve Sosyal Demokratlar, ki koalisyonsuz bir hükümet ise çok gerçekçi görünmüyor. Siyasi partilerin Türkiye konusundaki tutumu birbirinden farklı. Yeşiller’e göre müzakerelere devam edilmeli, SDP’ye göre demokrasi ve insan hakları konusunda katı olunmalı ve gerekirse de müzakerelere bu minvalde son verilmeli. Hür Demokratlar ise alternatif ortaklık önerilerini parlatıyor. AfD ise kategorik olarak zaten Türkiye’nin Avrupa’daki yerini reddediyor. Bu tablo karşısında sanırım Eylül 2021 seçimleri Türkiye’nin adaylığına da yön verecek. Brüksel-Ankara arasında gölge denge kuracak bir Merkel iradesini artık göremeyeceğiz gibi. Bir de tabii 2022 Fransa seçimleri var. Fransız seçmen her zaman Türkiye’ye daha mesafeli oldu. Henüz Fransa seçimleri ile ilgili öngörüler zor olsa da aşırı sağ Ulusal Cephe zaferi Türkiye’nin önüne bir tuğla daha koyacak.

- Bir yol ayrımına gelindi denilebilir mi.. 

Bir yol ayrımına gelindiğini düşünmüyorum. İlişkilerdeki tıkanıklık ve çözümsüzlükler siyasi faydalar sunuyor. Sürecin tekrar rayına oturması için dışsal bir kriz ya da içsel bir dönüşüm olmalı. Her “iki taraf” diyemeyeceğiz, çünkü AB karar alma mekanizmaları göz önünde tutulduğunda “Ankara-Brüksel+27” gibi bir çerçeve var. İlişkiler sadece Berlin-Paris-Brüksel hattında cereyan etmiyor ki, örneğin bir üye devlet olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin katılım sürecini bloke etme gücünü azımsayamayız.  Diğer yandan Brexit’in yarattığı bölünme sadece teknik açıdan değil birlik felsefesine dair de tartışmaları da şekillendirdi.  İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, Osman Kavala ve Demirtaş krizleri gibi haklar ve özgürlükleri ilgilendiren sorunlar AP’de daha fazla yankı buluyor, Komisyon ve Konsey’e kıyasla. Bu son AP raporunun bize anlatması gereken ve çıkartılabilecek tek bir önemli ders var o da; Demokratikleşme, AB-Türkiye ilişkilerinin çıpası. Ve bu raporun ana sonucu: Türkiye demokrasi değil, ama Türkiye’nin demokrasi rayına tekrar oturması öncelikli koşul.

-Sizce Türkiye'de kamuoyunda AB algısı, üyelik konusundaki düşünceler ne yöne evriliyor, özellikle gençler açısından?

Rapor, AB’nin Türk kamuoyuna daha fazla angaje olması gerektiğini, katılım sürecinin siyasi iradenin gerekli reformlarda yol almaması nedeniyle tıkandığını dile getiriyor. 2006’da dönemin Genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn’in bir yuvarlak masa toplantısında vurguladığı gibi “Türk halkının AB üyeliğini istemesi gerekli”. Ama genel olarak AB karşıtlığının hâkim olduğu bir siyasi iklimde en önemli sorunumuz AB değil, pandemi, işsizlik, hak ve özgürlükler.

2020 Türkiye Eğilimler Araştırması’na (KHÜ) göre, AB bir ulusal hedeften ziyade NATO ve ABD’li “Batı”mız. Dış politikada en az işbirliği yapmak istenilen AB ülkeleri, üstüne üstlük o ülkeleri bırakın yabancı dostlar olarak görmeyi, ulusal güvenliğimize tehdit olarak da görüyoruz. AB üyeliği bizi kutuplaştıran bir çok etmenden birisi. Birkaç puanla AB destekçileri önde demek bizi mutlu etmemeli çünkü görünmeyen bir de kayıtsızlar grubu var. Neredeyse her üç kişiden birinin “fikri yok”. 2023 gençliği, Cumhuriyet’in 100. yılında gençlik ne düşünüyor? Gençler için en önemli sorun hayat pahalılığı ve işsizlik. Türkiye’de yaşamaktan en mutsuz olan ve imkânı olsa yurtdışında yaşamayı en çok isteyenler de gençler. AB üyeliğine gençler toplumun geneline göre daha fazla destek veriyor (yüzde 55 destekliyor, yüzde 45 desteklemiyor) ama aradaki makas çok da yüksek değil.