Hazır bulmuşken Papandreu’ya, dünyada saygınlığını hala korumakla birlikte pek bir etkisi kalmadığını bildiğim halde Sosyalist Enternasyonal’e ilişkin olarak “dünya siyasetinde etkili misiniz?” diye sormadan edemedim. Aldığım cevap kılığındaki soru diplomasi alanında çalışan meslektaşlarımın da ilgisini çekecektir elbette: “G20 topluluğu çok mu etkin sizce?” 2015 yılında Türkiye’nin dönem başkanlığını yapacağı G20, belli ki Papandreu için pek bir anlam ifade etmiyor. Dahası da var, “G20’ye artık G sıfır deniyor” bile dedi Papandreu. “Oysa biz alternatif bir sesiz. Global bir markete olduğu kadar global değerlere de ihtiyacımız var. Biz bu değerleri savunuyoruz” diyerek Willy Brand’ların, Olof Palme’lerin, Bruno Kriesky’lerin kurdukları Sosyalist Enternasyonal’in “sosyalizm inancını herkese taşımak” gibi bir görevi olduğunun da altını çizdi ısrarla. Sosyal adaleti, çatışmasızlığı savunduklarını da vurguladı. Eşitsizlik yaratan mali egemenliklere itiraz ettiklerini söyledi. Çok güzeldi duyduklarım. Bana o kadar güzel geldi ki, bir sosyalist olarak neden kendi iktidarı döneminde kapitalizmin mali kurumlarıyla işbirliği yaptığını soramadım bu yüzden.
Ama, Suriye Ulusal Konseyi’nin Başkanı Ahmet el Carba’nın, batının da kuşkuyla baktığı fikirlerine rağmen neden Sosyalist Enternasyonal toplantısında konuşturulduğunu sordum. En kibar halimle “Suriye’de Esad’a muhalef eden hiç mi solcu,sosyalist hatta sol liberal oluşum yok?’ dedim. “Biz onu davet etmedik. İstanbul’da toplanmışlardı, gelmek istediler, gelin dedik. Ayrıca biz de herkes konuşabilir. Joseph Stiglis de konuştu” deyince, “onlarla fikri ortaklığınız var, ama Carba’yla yok diye biliyorum” karşılığını verdim. Nazikçe geçiştirdi yanıtımı Papandreu. Nezaketin, göstermeyi beceren bir politikacıda herşeyin üstünü örten harika bir tutum olduğunu bir kez daha kavramış oldum.