Demirel’e verilen Apo brifingindeki istihbarat
Mayıs 1998’de Üzümlü Karakolu’nda ne oldu?
İpek ÖzbeyYıl 1998... Süleyman Şah türbesi, PKK terörü ve Hatay krizleriyle Ankara ile Şam arasındaki ipler kopmak üzereydi... Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Meclis’teki “Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı ve sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha dünyaya ilan ediyorum” uyarısı Suriye’de büyük tedirginlik yaratmıştı. Tarihi konuşmanın ardından resmi açıklamalar ve NATO tatbikatında Suriye'nin de hedef ülkeler arasında gösterilmesi üzerine Hafız Esad pes edecek, Abdullah Öcalan'ın Suriye'yi terk etmesini isteyecekti... Teröristbaşının 20 yıl önce şubat ayında Kenya’da yakalanmasıyla son bulan takip sürecinin nasıl başladığını 2. Zırhlı Tugay Komutanı emekli Tuğgeneral Ercan Birol anlattı.
Sayın Birol, önce mayıs 1998’e gidelim…
O tarihte Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Üzümlü Karakolu’nu ziyaret etmek istedi. Çünkü o karakol kış aylarında büyük bir çığ felaketine maruz kalmıştı. Ayrıca o yıllarda hatırlanacağı üzere o karakolumuza pek çok terör saldırısı olmuştu. Hem şehitler için başsağlığı dileme, hem de çığ felaketi için geçmiş olsun deme amacıyla bir ziyaret düzenlenmişti. O ziyarette kendisine bir brifing verildi.
Brifingi kim verdi, ne anlatıldı?
O zaman 2. Ordu Komutanı olan Orgeneral Rasim Betir bizzat verdi. Hazırlıklarını biz karargâh subayları yapmıştık. İçeriği; teröre karşı alınması gereken tedbirlere ilişkin önerilerdi. Bunlar arasında da özellikle terör örgütü üzerinde şok etkisi yapabilecek bir olay olmalıydı, o da terör örgütü liderinin ele geçirilmesiydi.
Rutin bir çalışma mıydı?
Standart brifinglerimiz vardır. Bunlar güncellenir. Teröre karşı alınan tedbirler, yapılan operasyonlar, ne zaman, nerede, ne kadar kuvvetle, ne yapıldı, gizliliği çok açığa vurmayacak şekilde yakın gelecekte neler yapılması tasarlanıyor gibi konularda hazırlıklar yapılır. Merhum Cumhurbaşkanı Demirel’in şahsiyetini bilirsiniz, renkli bir üslubu vardı. Terör örgütü liderinin ele geçirilmesi başka zamanlarda da düşünüldü elbet ama sonuç alınamadı. Hatta Suriye terör örgütü liderinin kendi topraklarında olduğunu inkâr ediyordu. Uluslararası bir toplantıda Cumhurbaşkanı Demirel terör örgütü liderinin bulunduğu adresi bir not kâğıdına yazarak baba Esad’a vermişti. Ondan da bir şey çıkmamıştı. Kişisel düşünceme göre o tarihe kadar pek çok demeç verilmiş olmasına rağmen terörün bitirilmesi konusunda siyasi irade ve kararlılık yoktu. Asıl zaafiyet oradan kaynaklanıyordu. Silahlı kuvvetlerin üzerine yıkılmış bir görevdi. Büyük fedakârlıklarla, şehitler verilerek terörle mücadele edilmeye çalışılıyordu. Bizim önerimiz şuydu: Askeri güç kullanarak Suriye üzerinde bir baskı yaratalım ve terör örgütü liderinin teslimini sağlayalım.
Peki Demirel kabul etti mi?
“Bunun için ne yapacaksınız” diye sordu. Hazırlanmış harekât planları da var tabii. Org. Rasim Betir de “Suriye’ye iki koldan girip, iki kulak kopartırsak bu epey bir etki yapar. Terör örgütü liderini bize teslim etmek zorunda kalırlar” dedi. Hatay civarında, İskenderun, Gaziantep, Maraş tugaylarıyla, Afrin, İdlib, Halep bölgesinin ele geçirilmesi ve Urfa, Diyarbakır, Şırnak tugaylarıyla da Kamışlı’ya girilirse başarı elde edebileceğimizi düşünüyorduk. Çünkü o günlerde bir istihbarat almıştık.
Kimle, neyle ilgili bir istihbarat?
Bu istihbarata göre Suriye Kara Kuvvetleri çok zayıf bir dönemini yaşıyordu. Ve yaptıkları bir tatbikatta araç ve tankların sadece yüzde 27 kadarının kışlalardan dışarı çıkabildiğini haber almıştık. Dolayısıyla büyük bir askeri direnç beklemiyorduk Suriye’de. Demirel, brifingi aldıktan sonra “Bu komşu ülkeye bir taarruz-ı harekâttır. Ben uluslararası kamuoyuna ne derim?” Emekli Org. Rasim Betir de renkli bir kişiliğe sahiptir. Şaka yollu, “Sayın Cumhurbaşkanım ne diyeceğiniz sizin sorununuz. Bize bir 36 saat kazandırın, yeter” dedi.
36 saat yetecek miydi?
Uluslararası kuruluşların devreye girip ateşkes isteyecekleri ve harekâtı durdurun diye araya girmeleri beklenirdi. Bizim planlarımıza göre de ertesi gün akşama kadar hedefler ele geçirilebilirdi. Asıl amaç da Suriye’nin işgali değil, uygulanacak askeri güçle siyasi sonucun alınmasıydı. Brifingden sonra yemek yenildi. Bu olay o gün için orada bitti.
Ama sonrası vardı…
Genel bir askeri teamül vardır. Ağustos ayında terfiler belirlenir. Eylül içinde de üst düzey komutanlar, daha alt düzeydeki komutanlara ‘hayırlı olsun’ ziyareti yaparlar. Kara Kuvvetleri’nden ikinci orduya bir mesaj geldi: “Komutan, şu tarihler arasında şu birlikleri denetleyecek, bir hudut karakolunu da ziyaret etmek istiyor, tekliflerinizi bildirin” diye. Biz İkinci Ordu Karargâhı olarak bir çalışma yaptık. 16 Eylül 1998’de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Hatay’a gitti ve Cilvegözü’nde tarihe geçen bir konuşma yaptı; “Sabrımızı taşırmasınlar, gelip alırız” dedi. Daha sonra 1 Ekim’de TBMM’nin açılış konuşmasında Süleyman Demirel aynı mealde bir konuşma gerçekleştirdi. Bu konuşmalardan sonra en üst kademede ne tür talimatlar verildi bilmiyorum ama Kara Kuvvetleri’nden 2. Ordu Komutanlığı’na gelen emirler vardı. Biz de askeri hazırlığımızı arttırdık.
Öcalan o sırada halen Suriye’de mi?
Evet, Şam’da, Lazkiye ve Kamışlı’da özel korumalı konutlar tahsis edilmişti.
Size gelen emir, harekât emri miydi?
O günlerde bir NATO tatbikatı düzenlendi. NATO ülkelerinden subaylar Gaziantep’e geldiler, hudut hattındaki faaliyetleri gördüler. O tatbikatın görünürdeki amacı; Suriye’ye karşı ya da Suriye’den bir harekât olursa NATO ülkeleri Türkiye’nin yanında olacaklar. Bayrak gösterme faaliyetidir o. Asıl perde arkasındaki niyet, biz gerçekten Suriye’ye girmekte kararlı mıyız, bunu ölçmekti. Tugaylar araziye çıkmışlardı, genel olarak taarruz harekâtı büyük bir gizlilik içinde yapılır. Ne zaman, nereye saldıracağınızı düşman bilsin istemezsiniz. Ama o günlerde farklı bir davranış biçimi içindeydik. Zaten amaç, askeri gücü kullanma tehdidiyle karşı tarafa bir şeyler yaptırmaktı. Zırhlıların antenlerine Türk bayrakları çekildi, göstere göstere Suriye’ye gireceğiz diyorduk. Bu ekim ayının başlarında oluyor.
Mesaj alındı mı?
Zannediyorum alındı. NATO subayları ülkelerine döndüler ve yetkili kurullarına aldıkları istihbaratı değerlendirdiler diye düşünüyorum. Bu arada Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek o arada Türkiye’ye geldi. Şam ile birkaç kez görüştü. Mekik diplomasisi yürüttü. Türkiye’ye “Sakin olun, Apo’yu teslim edecekler” şeklinde itidal tavsiye ediyordu, Şam’a gidip, “Türkler kararlı, Apo’yu verin” diyordu. Ekim’in ortalarına doğru Suriye hükümeti resmi bir açıklama yaptı, “Apo Suriye’de değil” dedi. Adana Mutabakatı görüşülüyordu. İkinci Ordu Komutanı’na bir görev verildi. Komutan, heyetle Şam’a gitti. Şam’dan bir heyet Adana’ya geldiler. Malatya, Adana ve Şam’da toplantılar yapıldı. Malatya’daki toplantıda Suriye yetkilileri “Yeni bir sayfa açalım, biz ettik, siz etmeyin” demeye başladı. Teröristi gönderdiklerini söylediler. Apo, işte bu görüşmeler esnasında gönderildi. Yunanistan’a gitti, barınamadı. Rusya’ya geçti. MİT ve işbirliği yapılan istihbarat örgütleriyle Apo adım adım izlenir hale geldi. Sonra İtalya’ya geçti. Son olarak da Kenya’da yakalandı.
Ve “Apo’yu Demirel’e verilen brifing yakalattı” diyorsunuz, öyle mi?
Öyle olduğu kanaatindeyim. Çünkü Cumhurbaşkanı, terörist Apo’nun teslimi konusunda artık askeri güç kullanmanın zorunlu hale geldiği kanaatine ulaşmıştı.