Değişmeyen acılar eskimeyen şarkılar
“Oğul” şarkısı bittiğinde “17 yaşında çocuğun yaşını büyütüp asarsan, Madımak’ta insanları yakarsan, bu şarkılar eskimez” diyor. Değişmeyen acılar yüzünden eskimeyen şarkılarıyla, eski Türkiye geride kaldı palavrasına karşı Selda, gerçek bir sembol
Murat BeşerAçık Hava dediğimiz Cemil Topuzlu’nun girişinde uzun ince bir kuyruk. Sıradakiler Selda Bağcan’ın yetmişli yıllardaki dinleyicilerine benzemiyor. Gençler hepten değişik; ama o günleri görenler bilenler çoktan emekli; kiloyu almış, bıyıkları kesmiş. Organizasyonun arkasında da sol bir dernek değil, banka var, sponsor sıfatıyla. Her zaman rastlaştığımız, elinde siyah poşetle birayı satanların, gazete kâğıdına sararak içenlerin de eksikliği hissediliyor. İçeride dev ekranlardan izleyiciye çullanan reklamlara aldırış eden az, konseri beklemenin yegâne meşgalesi selfie. Bel fıtığına davetiye çıkaran rahatsız mavi oturaklar ful. Su üç lira, yer gösterenler bahşiş alıyor. Yeni Türkiye’nin eski Selda’sı için dokuzu çeyrek geçe müzisyenler sahneye geliyor. Tek parça kırmızı bir elbise içinde Selda, ayakkabılar da aynı, saçlar zaten kızıl. “Özgürlük ve Demokrasiyi Çizmek” parçasıyla açıyor; “Hoş geldiniz.
O kadar heyecanlıyım ki, bana kalsa Anneee deyip kaçacağım. Bu akşam sizlere özgün bestelerimi ve halkımın şarkılarını söylemek istiyorum” diyerek iki Neşet Ertaş ile devam ediyor: “Neredesin Sen” ve “Yalan Dünya”. Şarkılara el çırparak, söyleyerek eşlik eden çoğunluk ile yaşadığı anın keyfini çıkarmak yerine video çeken azınlık iç içe... “Beni Unutma”nın ardından söylediği “Oğul” bittiğinde “17 yaşında çocuğun yaşını büyütüp asarsan, Madımak’ta insanları yakarsan, bu şarkılar eskimez” diyor. Repertuar damardan, Selda’nın deyimiyle: “Vurulduk Ey Halkım”, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”, “Sen Memleketimsin”, “Uğurlar Olsun” peş peşe geliyor. Uğur Mumcu’yu gönderdiği selamı, Âşık Mahzuni’nin Mustafa Kemal için yaptığı “Sarı Saçlım Mavi Gözlüm” izliyor. Osman İşmen yönetimindeki kalabalık senfoni orkestrası, Selda’nın müziğini bambaşka bir varsıllığa taşıyor. Hayranlarının açtığı pankart büyüklüğündeki iki Selda fotoğrafına teşekkür ediyor. Fıkra gibi bir anısını anlatarak izleyiciyi gevşetiyor. Seyirciden talep ediyor: - “Hani benim Selda... Selda... tezahüratlarım!!!” İlk bölümü kapatan “İzmir Marşı” çalınırken herkes ayağa kalkıyor ve şarkıya eşlik ediyor. İkinci bölümde Selda’ya eşlik eden İsrailli dörtlü Boom Pam harika çalan bir düğün orkestrası gibi.
Saykodelik Ortadoğu müziğine çok hâkimler. Çıplak ayaklı gitarcı Uri Brauner Kinrot sağlam solocu. İki enstrümantal ile giriş yaptıktan sonra, onlara büyük orkestradan bağlamacı Kemal Esen de katılıyor. Bambaşka bir kıyafet ile geliyor Selda: pijamayı andıran beyaz alt üst takımın üzerinde hâkî renkte bir devrimci gömleği ile. “Memed Emmi”de halay çekilemiyor ama “Gesi Bağları”nı seyirciye söyletiyor. Çakmak vazifesi gören cep telefonları yine başrolde, “Çemberimde Gül Oya”dan evvel. Yıllarca çalgı azlığından, grup müziğinin cılızlığından dem vurduğumuz Selda, sızlananlardan intikam alırcasına müzikal bir zenginlik içinde yorumluyor şarkılarını. Ancak inkâr etmemeli ki; Selda’nın sesi en güzel yalnızken doruğuna çıkıyor. “Minnet Eylemem – Gel Gör Beni – Acıyı Bal Eyledik” potpurisini solo bağlama eşliğinde söylerken iyice hissediliyor bu. “Yaz Gazeteci Yaz” (Gezi’de can veren gençleri de yaz) ekiyle yorumlanıyor. “Adaletin Bu mu Dünya”, “Denizlerin Dalgasıyım” derken, yer darlığından dolayı bir türlü tutulamayan halaya “Sivas’ın Yolları”nda kalkılıyor. 20 kişilik bir ekip sahne önünde halaya duruyor en nihayetinde; halay başının elinde mendil yerine kamerası açık bir cep telefonu!!! “Yaylalar” ve “Yuh Yuh” esnasında halay dağılıyor; kolektif etkinlik merdivenlerde göbek atanlarla bireysel eyleme dönüşüyor. Biste ikinci kez ayakta söylenen “İzmir Marşı” evin yolunu gösteriyor. Bir de değişmeyen insanlık acıları yüzünden eskimeyen şarkılarıyla, eski Türkiye’nin dertleri geride kaldı palavrasına karşı Selda’nın gerçek bir sembol olduğunu...
(muratbeser@muratbeser.com)